Bir uzlaşılmaz olarak Malcolm X
"Tam dört yüz yıl Amerikalı siyahlar olarak şiddete maruz kaldık,
sadık millet olarak yaşadık, tarla kölesi ve ev kölesi olarak...
Tarla kölesi tarlalarda yaşadı, çalıştı, efendisinin verdiği kadar yedi,
izin verdiği kadar dinlendi.
Ev kölesi ise, efendisinin artıklarını yedi ve eski elbiselerini giyindi,
evleri yandığında yangına ilk koşan oydu,
efendisi hasta olduğunda, 'patron hasta mıyız?' dedi.
Bir problem olduğunda yine efendilerimizin çomağını ensemizde hissettik.
Kardeşlerim, biz buraya Chiristof Colombo'nun gemileriyle falan gelmedik!"
(Malcolm X)
21 Şubat 1965 tarihinde henüz 40 yaşındayken, Detroit şehrinde düzenlenen bir konferansta konuşma yaptığı sırada üzerine sıkılan tam 16 kurşun darbesiyle şehit edilerek aramızdan ayrılan siyah özgürlük hareketi lideri, Afro-Amerikan öncü, yeni adıyla da söyleyecek olursak; Malik el-Şahbaz. Gerek yaşantısı ve hac sonrası yaşadığı dönüşümü, gerek de devrimci mücadelesiyle umudu kırılmış birçok insana, çeşitli siyasi hareketlere ve farklı coğrafyalardaki öteki Müslümanlara ilham vermiş, nesillere örnek olmuş, gerçek bir dava ve mücadele adamı olarak, adını efsane şahsiyetler arasına yazdırarak, tarihin silinmez kayıtlarındaki yerini almıştır. Biz onu hep kardeş biliriz.
Malcolm X'in, mücadele noktasında kendi ifadesiyle en büyük silahı samimiyetidir. Samimi bir Harlemlidir o. "Eğitimli değilim, herhangi bir alanda da uzmanlığım yok. Ama samimiyim ve samimiyetim benim kimliğimdir" sözüyle hayatını bina ettiği ana eksen, devrimci kimliğini oluşturmaya başladığı ilk yıllarından, şehit edildiği o hüzünlü ana kadar hep bu doğrultuda seyretmiştir. Zaten 'kapalı üniversite' olarak addettiği hapishane çilesinin sona ermesinin ardından yeniden Harlem'e dönmek yerine, radikal bir kararla Detroit'e gitmeye karar vermesinin gerekçesi 'yeni bir hayat' talebidir. Bu talep, hayatının ilk önemli kırılma noktalarından biri olarak kabul edilir. Bundan sonraki hayatını da önemli ölçüde etkileyecek bir karardır bu. Malcolm X en başından beri, Detroit şehrini, Elajyah (İlajya) Muhammed önderliğindeki National İslam'a (İslam Milleti) katılmasını sağlayacak bir işaret olarak görmüştür. Bu yanıyla hayatı da, bir işaretler ve mücadeleler bütünüdür zaten.
Malcolm X, 19 Mayıs 1925 tarihinde siyahi bir Baptist papazın oğlu olarak dünyaya geldiği Omaha'da, aynı zamanda bir Hıristiyan vaizi olan babasının Amerikalı siyahların geleceği hakkındaki görüşleriyle yoğruldu. Babası, Pan-Afrikanist Marcus Garvey'in kurduğu 'Dünya Siyah Hareketi'nin destekçisiydi ve Afro-Amerikan davasının geleceği için oldukça umutsuz konuşuyordu. Ona göre gerçek özgürlük siyahlar için Amerika'da mümkün bir durum değildi. Siyahlar öz-vatan topraklarına yani Afrika'ya dönmeliydiler. Bu vaazlar ve ırkçı beyaz örgütlerin saldırıları ile ilk politik fikirleri şekillenen genç Malcolm, babasının ırkçı bir saldırıda katledilmesi ve annesinin akıl hastanesine yatırılmasıyla evlatlık olarak verildiği ailenin yanından, önce ıslahevine oradan da Harlem sokaklarına doğru yatay bir geçiş yapmıştır. Harlem'deki serseri yaşantısı ve hiç yabancısı olmadığı tekinsiz sokaklar onu 1946 Şubat'ında cezaeviyle tanıştırır, henüz 21 yaşındadır. Yedi yıl kaldığı cezaevinde tanıştığı İslam fikriyle daha fazla hemhal olabilmek için, cezaevi sonrası döndüğü Detroit'te önce kardeşinin daha sonra da Elijah Muhammed'in önderliğindeki İslam Milleti'nin kanatları altına girecektir.
El-hak! Siyah güzeldir!
X olarak değiştirdiği yeni soyadı, Afro-Amerikan bilinci ve ateşli konuşmalarıyla, bir yıldız gibi parladığı bu yeni hayatı; karizması, hitabeti ve kapalı salon toplantılarındaki bıçkın tavırlarıyla dalga dalga büyüyen bir Malcolm X efsanesini müjdeliyordu. Hıristiyanlık ve kölelik hakkındaki bir konuşmasında şunları söylüyordu mesela; "Kardeşlerim, köle tacirleri beyaz efendilerimizin dini olan Hıristiyanlık, bizlere burada, Kuzey Amerika'nın vahşi bölgesinde öldüğümüzde, günahlarımızın affolunup gökyüzüne doğru yükseleceğimizi ve orada Tanrı'nın bize özel hazırladığı cennetlere erişeceğimizi öğretmektedir. İşte bu beyaz adamın Hıristiyanlık dinidir ve onunla siyah adamın beynini yıkayabilirsin. Biz bunu kabul eder bağrımıza basarız. Ona inanır, onu uygularız. Biz tüm bunları yaparken, bu mavi gözlü şeytan Hıristiyanlığı parmağında oynatır. Ne için? Ayağını sırtımızda tutabilmek için. Niçin? Gözlerimizi gökteki saksağana kırpmadan baktırmak ve öbür dünyadaki cenneti düşündürmek için. Kendisi işte buradaki cennette yaşarken… Bu dünyada… Bu hayatta…"
Malcolm X, İslam'ı seçmesini; "O sıralar, bir insan için en zor şeyi, fakat en büyük şeyi yapmak üzereydim; insanın zaten içinde var olan gerçeği, insanı çepeçevre kuşatan gerçeği kabul etmek üzereydim" gibi son derece derinlikli ve içselleştirilmiş manevi cümlelerle anlatıyordu. Ama çarpık bir İslam anlayışına sahip olan Elijah Muhammed'in bütün beyaz derilileri şeytanlaştıran koyu ırkçı fikirleri; zaten ağır bir tahakküm, baskı ve saldırı altında olan Afro-siyahların Müslüman olmalarını kolaylaştıran en önemli etkenlerden biriydi. Beyaz öfke, Elijah Muhammed'in kurduğu siyah-Müslüman cemaatinin her geçen gün büyümesini ve gücünü daha da artırmasını sağlıyordu. Malcolm X de, temel motivasyonu bu olmasa da, biraz da beyazlara duyduğu büyük öfkeyle İslam'ı tercih etmiştir. Malcolm X, mensup olduğu 'İslam Milleti' örgütünün İslam'ı temsil etmediğini, başka amaçları olan daha derin bir akla hizmet ettiğini ve yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden sistem tarafından onaylı basit bir öfke kırıcı yapılanma olduğunu anladığında Elijah Muhammed'in vekili ve en etkili kurmayı olarak görev yapmaktaydı. Başkan Kennedy'nin ölümü hakkında söylediği, "Şeytan onu tekrar yanına aldı" ifadesi sonrasında Elijah Muhammed tarafından İslam Milleti örgütünden uzaklaştırılmasıyla farkında olmadan başrolündeki hayatının ilk perdesinin kapanmasını da sağlamıştı.
Amerikan rüyası değil, Amerikan kâbusu
Hayatında yeni bir perde açılıyordu artık. Malcolm X'in tam da bu sırada Hac vazifesini yerine getirmeye karar vermesi, 'İslam'la tanışarak gerçek manada ihtida etmesine yol açacak bir gelişmeydi. Hac ibadetini yerine getirmek için gittiği Mekke'de geçirdiği o bereketli ve güzel günleri en çok şu sözlerle yâd edecektir; "Dünyanın dört bucağından on binlerce hacı ile birlikteydim. Amerika, İslam'ı tanımalı, anlamalı ve bilmelidir. Çünkü sadece bu din toplumdaki ırk, renk, insanlar arasındaki ayırımı kökten reddetmektedir."
Hac dönüşü zihnen ve kalben bambaşka bir insan olan Malcolm X, yenilenmiş, tazelenmiş ve artık gerçek merkezine oturmuş fikirleriyle, Elijah Muhammed'in oğlu Wallace D. Muhammed'i de yanına alarak 28 Haziran 1964 yılında İslam Misyonu Örgütü'nü kurarak, Amerikan basınının karşısına çıkmıştır. Siyahların problemini beyazlarla çözmeye yönelik girişimlere açık olduklarını söyleyerek, daha evrensel, daha kucaklayıcı bir üslup kullanmak suretiyle İslam'ın kuşatıcı mesajının herhangi bir ırk ayrımı yapmadan tüm insanları kapsadığına dair, sisteme göre oldukça tehlikeli görüşlerini açıklayan Malcolm X'in yaşantısının bu noktadan sonraki seyrine baktığımızda; National İslam zokasını yutmayan bir adamın, İslam'ın özüne temas eder etmez 'varlığının' artık -oyun kurucular nezdinde- nasıl rahatsız edici bulunduğunu da, hakikate kalbini açmış feraset sahibi bir müminin daha ilk sözünü söyler söylemez nasıl 'acil-tehlikeli' parolasıyla katledildiğini de, bir kez daha anlayabilmek mümkün olacaktır. Harlem'in tekinsiz sokaklarından gerçek Müslüman kimliğine ve oradan -doğal olarak- şahadetine kadar uzanan mücadelelerle dolu bir hayatın sıralı tam dökümünü görebiliriz onun hayatında.
Malcolm X'in, sıkıştırıldığı ırkçı paranoyadan ve tam da Amerikan üst aklının istediği gibi beyazların şeytanlaştırıldığı, siyahlara özgürlük sloganından kurtularak, zihnini ve kalbini özgürleştirmesi yani bu anlamda gerçek teslimiyete ulaşması ancak Mekke'ye gitmesiyle gerçekleşebilecektir. Zihnen sıkıştırıldığı dar bir politik alanda, oyun kurucular tarafından yapılan siyah ırkçılık aşısıyla hareket kabiliyetini sınırlayarak ruhunu Elijah Muhammed'e teslim eden Malcolm X, kalbine akan bu zehirden hacca giderek kurtulabilmiştir. Hayretini eşine yazdığı şu satırlarla paylaşacaktır; "İnanamayacaksın ama tenleri beyazdan daha beyaz olan insanlarla aynı bardaktan su içtim ve aynı tabaktan yemek yedim. Hepimiz bir kardeş gibiydik. Ben artık ırkçı bir Müslüman değilim. Gerçek peygamberimiz olan Hz. Muhammed (s.a.v) ırkçılığı yasaklamıştır."
Malcolm X'in kafasında hac dönüşü oluşan 'büyük ümmet' fikri, evrensel birliğe ve yeryüzündeki tüm Müslümanlarla kurduğu duygudaşlık esasına dayanıyordu. Bu kardeşlik, siyah Müslümanların asıl düşmanı olan 'üst akla' yani emperyalizme karşı durmayı da gerektiriyordu. Bataklığın asıl kaynağına odaklanarak sivrisineklerle vakit ve enerji kaybetmemenin, beyazlara değil, Amerikan rüyasına karşı durmanın şifreleri Malcolm X'in zihninde çoktan çözülmüştü. Büyük ilgi gördüğü geniş kapsamlı ikinci yurtdışı gezisinden döndüğünde tarihler 24 Kasım 1964'ü gösteriyordu. Malcolm, müesses nizam için; büyük bir isyanı örgütleyebilecek etki alanına ve eşsiz bir politik karizmaya sahip olmasıyla 'tehlike' arz eden güçlü ve Müslüman bir figürdü artık.
Kalplerde gerçekleşen bir devrimin hakikati
Ray Smith'e göre; "Malcolm X, kapitalist sistemin adaletsizliği ve zulmü karşısında konuşmaktan çekinmemiş bir insandır ve kimi mevcut sınırlarına rağmen o 20'nci yüzyılın en dürüst ve en uzlaşılmaz savaşçılarından birisidir' ve el-hak siyah güzeldir. Malcolm X, mahallenin bir delikanlısı olarak hayatının erken dönemlerinde şunu fark etti ki; "Eğer bir şeyi gerçekten istiyorsan biraz gürültü yapsan iyi olur." Evet, sıklıkla gürültü yapılması gerekiyordu çünkü kan dondurucu bir vahşet iliklerine kadar sarmıştı onu ve bu Amerikan rüyasında kölelik dışında başka bir seçeneğe yer yoktu. Siyahın, Amerikan rüyasını belirleyen emperyal gökkuşağında sakıncalı bir renk olmaya devam etmesi, Amerikalı beyaz tedhişçiler örgütü 'Ku Klux Klan'a güç ve cesaret veriyordu. Malcolm X, bütün bu çıkmazları, zorlukları ve engelleri ihtida ederek aşacaktı.
Kızıl Haç'ın, boş yara bandı kutularına sakladığı esrar paketlerini satarak geçimini sağlayan, hırsızlık çetesi kurup işyerlerini soyan, suç işlemeyi sıradan bir iş haline getiren Harlemli bir genç olarak; demir yolları işçisi, bar fedaisi, esrar satıcısı, piyango biletçisi gibi sıfatlarla Harlem'in bütün bataklıklarına girip çıkan Malcolm X, İslam'la tanışmasıyla birlikte ruhunu çepeçevre saran soğuk bir ateşe teslim olmuş ve her şeyi geride bırakarak en büyük devrimi kendi kalbinde gerçekleştirmiştir. Ama ne mutlu ki; tam 16 kurşun darbesiyle yarım kalan şarkısı, bugün hâlâ, her dinden mazlumun kalbinin derinliklerinde ve devrimci mücadele tarihinin tüm vadilerinde bitimsiz bir uğultuyla yankılanmaya devam ediyor.
Şöyle söyleyerek biraz daha gürültü yapmayı seçmişti Malcolm; "Ben bir Amerikalı değilim. Ben Amerikanizme kurban edilmiş yirmi iki milyon kara insandan biriyim. Bir maskeli sahtekârlık olmaktan öte hiçbir anlam taşımayan demokrasiye kurban edilmiş 22 milyon kara insandan biri. Bundandır ki burada durup size hitap eden bir Amerikalı yahut bir vatansever yahut bayrağa selâm duran biri yahut bayrak dalgalandıran biri değildir; hayır, ben bunlardan hiçbiri değilim. Ben konuşuyorsam, bu Amerikan sisteminin bir kurbanı olarak konuşuyorum. Ve ben Amerika'yı ona kurban edilmiş birinin gözüyle görüyorum. Hiçbir Amerikan rüyası gördüğüm yok; ben bir Amerikan kâbusu görüyorum."
Soyadıyla tüm denklemleri geçersiz kılan adam
Malcolm X'in hayatının her aşamasında çok derin bir hakikat arayışı vardır. Bu arayış onun yaşantısı ve mücadelesini kalbî bir yolculuğa dönüştürmüştür. Cezaevi yıllarından şahadetine kadar süren bu arayış yolunda öncü bir Müslüman olarak, tüm hücreleriyle İslam davası için mücadele etmesi, kalbini kavgasına katık etmesi ve geri dönmeyi bir an için bile olsa düşünmemesi, çelikleşmiş bir iradeyle sahip çıktığı tek servetinin, yani mümin ferasetinin bir sonucudur. Onun mücadelesinden ve hayatından çıkarılacak dersler arasında; sadakat, cesaret, fedakârlık, adanmışlık ve irade kavramlarını, 40 yıllık kısa ömrünün vazgeçilmezleri olarak sayabiliriz. Malcolm X; şahsiyetinden, meziyetinden ve onu Malik el-Şahbaz yapan bu özelliklerinin hiçbirinden vazgeçmedi. İnandığı değerler uğruna savaşarak, İslam'ın geri döndürülemez, satın alınamaz, uzlaşılamaz ve asla durdurulmaz bir neferi olarak tüm dünyevi menfaatlerin uzağında gerçek bir Müslüman gibi kalbiyle ve ruhuyla hemhal olarak yaşamayı tercih etti ve aynı yaşadığı gibi terk etti bu dünyayı.
Afro-Amerikalı bir mücahit olarak soyadındaki X'le tüm denklemleri geçersiz kılan, direniş kültürünün ne olduğunu eylemleriyle bize anlatan, bir ömrü bir davaya vakfetmenin huzurunun hiçbir şeyle ölçülemeyeceğini gösteren, üstüne kayıtlı hiçbir mülkü olmadan meteliksiz olarak ölen, haklı olduğumuzu söylememiz için çoğunlukta olmak zorunda olmadığımızı tekrar ispatlayan, emperyalizmin kalbine Müslüman hançerini saplayan, biraz gürültü yapan, çokça dua eden, 'Sam Amca'ya posta koyan, kardeşine yan gözle bile baktırmayan, hep siyah güzeldir diyen, bir devrin en yakışıklı adamı, mahallemizin delikanlısı, şehit, devrimci, mücahit bir öncüydü o.
Siyah güzeldir dedi Malcolm X. Bir taş attı, bir şiir ateşledi ve bir yumruk yükseltti. Yine bir 21 Şubat'tı, kürsüye doğru yürüdü ve "Esselamu aleyküm"dedi… Ve aleyküm selam… Siyah güzeldir!