Büyülü ot: Çay
Denir ki çay bitkisinin oluşmasına sebep olan da çok uyuduğu için kesilip atılmış göz kapaklarıdır. Efendim, Hint hükümdarının üçüncü oğlu Bodhidharma bir keşiştir. Tanrısına yakınlaşmak amacıyla gece gündüz ibadet yapmaktadır. Çin seyahati sırasında bir gece yine ibadetiyle meşgulken uykuya yenik düşer ve uyur. Uyandığında acizliğine öfkelenip, göz kapaklarını keserek fırlatıp atar. Rivayet odur ki, göz kapaklarını attığı yerde ertesi gün bir ağaç peyda olur. Ağacın yapraklarını tadan keşiş bundan keyif alır ve bu yapraklardaki gizli gücü keşfeder. Ölünceye kadar bu yapraklardan demleyip içer. Kimbilir belki de çayın içeni uykusuz bırakmasının sebebi bu keşişin uyuduğu için kızıp attığı göz kapaklarının çay ağacına dönüşmesidir…
Çaya Çin'de ekiminin yapıldığı Fu-kien bölgesi halkının konuştuğu Amoy lehçesinde 't'e: theh'; yönetici elit kesimin bulunduğu Mandarin lehçesinde ise, 'Ç'â: tcha' denilmekteymiş. Çayı Endonezya'nın Cava Adası üzerinden Avrupa'ya taşıyan Felemenkler çayla beraber Amoy lehçesindeki adını da götürdükleri için Avrupa dillerine 'thé, té, tea ve tee' şeklinde girmiştir. Bize ve diğer dillere de kantonda kullanılan ikinci söyleyiş biçimi olan 'Ç'â: tcha'dan, 'çay, şay' şekliyle geçmiştir. Farsça tıp kitabı olan Elfâz-ı Edviyye'de bu bitki 'çay-ı Hıtaî' olarak tanıtılır. Önceleri hastalıkları tedavide kullanılan çayın pek çok tıp kitabında veya risalelerde faydaları ve zararları anlatılmıştır şifalı bitki olarak. İlaç niyetiyle sütle, limonla, farklı şeylerle olan karışımları tarif edilmiştir.
Bu büyülü ot o kadar sevilir ki bir din olur. "Çay bir içki olmazdan önce bir ilaç olarak kullanılmıştır. 8'inci yüzyılda Çin'e, zamanın zarif eğlencelerinden biri kıyafetiyle girmiş, 15'inci asırda Japonya ona asalet vermiş ve ondan 'Çâilik Dini' diye bir din yapmış" diye yazar Okakuru Kakuzo, Çayname isimli kitabında.
Çay bir felsefe olmuştur estetikle birleştirilen. Mektep olmuştur seremonileri öğretilen, 'çay mektepleri' adıyla müsemma olan. Çay seremonisi dergilerde ballandırıla ballandırıla anlatılmıştır. İngiltere'den dünyaya yayılan beş çayı âdeti Doğu kültüründe 'ikindi çayı' toplantılarına dönüşmüştür. Halil Lütfi'nin Türk Hayatı Dergisi'ndeki bir makalede çay seremonisi anlatılarak çaya dair yapılması gereken kurallar tek tek sıralanmıştır. O toplantılarda çayın hazırlanmasından tutun da servis edilmesine, toplantı yapılacak salonun dizaynına, masanın görünüşüne hatta giyilecek elbiselere kadar her şey ayrıntılı düşünülmüş ve bir merasim gibi düzenlenmiştir. Hatta çay davetleri verilmiş, davetiyeler bastırılmıştır. Bu daha sonraları çay partilerine dönüşecektir.
Öyle çay işte deyip geçmeyin, dua vardır onun özünde, deminde, hem de Hoca Ahmed Yesevî'nin duası! Yesevî Hazretleri sıcaktan bitap düşmüş, yorgun bir vaziyette Hıta sınırındaki Türkistan köylerinden birine misafir olur. Misafir olduğu evin hanımı da doğum yapmak üzeredir. Çiftçi, hocadan karısının kolay doğum yapması için dua etmesini ister. Ahmed Yesevî bir dua yazar ve duayı kadının beline bağlarlar. Kadın kolayca doğum yapar. Bu duruma sevinen çiftçi, bir çay demleyip hocaya ikram eder. Yesevî Hazretleri sunulan çayı içince terler, yorgunluğunu attığını hisseder ve onlara: "Bu şifalı bir şeymiş. Hastalarınıza bundan içirin ki şifa bulsunlar" diye tembihler ve elini açıp şöyle dua eder: "Yarabbi, bu içeceğe revaç ver. Bizi sevenler içsin, faydalansınlar." Böylece çay tasavvuf erbabının da vazgeçemediği bir içecek olur yıllar içinde… Çayın enerji verici ve uyarıcı etkisi sebebiyle uyanık ve dinç kalıp daha çok ibadet etmeyi amaçlayan tasavvuf ehli, 'çay dervişin mazotudur' demiştir. Sûfîler, 'Eş-şâyu şarâbü'l-âşıkîn: Çay âşıkların şarabıdır' fehvasınca, kendilerinden geçiren bu çayı 'küçük derviş' saymışlardır.
Çayınızı nasıl alırsınız?
Kitap olmuştur, risale olmuştur okunan. Okundukça içilen. Çay hakkındaki ilk yazılı kayıtlar Çinlilere ait ve milattan öncesine dayanmakta. Osmanlı'da ise 1631 yılında Evliya Çelebi kitabında çayın faydasından bahseder. 1857 yılında Ahmed Ebu'l-Hayr'ın yayınladığı 'Risale-i Çay' ve 1877 yılında Hacı Mehmet Arif Efendi tarafından yazılan 'Çay Risalesi', o dönemde çayın faydalarının ve tüketim alışkanlıklarının, çaya dair ilgi çekici bilgilerin anlatıldığı ilk yazılı eserlerdir. Daha sonraları çay mesnevileri, çay şiirleri, çaya dair pek çok yazılar kaleme alınmıştır. Eldeki bilgilere göre çayı Türk kavimleri arasında önce Hunlar kullanmış. 12'nci yüzyılda Ahmet Yesevî'ye ikram edilen çaydan hareketle Türk köylülerinin çayı misafire ikram olarak kullandıklarını söyleyebiliriz. Bu durumda Türkler çayı Avrupalılardan ve Ruslardan önce biliyorlarmış. Çayı Fransa 1636'da, Rusya 1638'de, İngiltere 1656'da öğrenmiş. Osmanlı'da da çay 1600'lü yıllardan beri bilinmektedir. Ancak 1800'lerin ortasına kadar gündelik tüketilen bir içecek haline gelmemiştir…
Çay zaman zaman haber olmuştur gazetelere, zararları faydaları sayılarak… Zaman zaman da bağımlılık, alışkanlık yaptığına dair kitaplar yazılmış, hatta bazı doktorlar tarafından çayın zararları da anlatılarak halk uyarılmıştır. Fakat bu nevi haberler çay tiryakilerini çay içmekten alıkoyamamıştır.
Çay zaman zaman da genelge olmuştur valiliklere gönderilen… 1892 yılında Erzurum, Van, Trabzon, Sivas, Edirne, Kosova vilayetlerine gönderilen yazıda baş gösteren kolera salgınını önlemek için ahalinin çay veya adaçayı içmesi yönünde din adamlarının veya kanaat önderlerinin nasihat ederek halkı yönlendirmesi istenmiştir.
Askere içecek olmuştur cephanelikten daha önemli addedilerek. "Bizim askerlerimiz için çay, cephanelikten daha önemlidir" demiştir Winston Churchill.
Çay, türkü olmuştur yakılan. Çay/hane olmuştur sohbet edilen… Çay/nâme olmuştur Seyyid Mir Hamza Nigârî'de.
Tadı bozulunca da zehir gibi, katran gibi, zifir gibi olmuştur çay. Soğuyunca içilememiştir. Belki de bu sebeple; "Çayın da derdi var, dedi adam...
Ateşler içinde yandığına göre, unutulduğunda soğuduğuna göre, bekleye bekleye acıdığına göre var bir derdi …"
Çay kişilik tahlillerinin de kaynağı olmuştur. 'Çay bile ısmarlamaz!', 'Kimseye bir bardak çayı nasip olmamıştır!' diyerek cimriyi cömertten ayırt etmişizdir.
Çay şiir olmuştur mısra mısra yazılan: Çayı konu alan onlarca şiir vardır. Çayı konu eden onlarca şair.
Esprilere de konu olmuştur çay. Bardağa konulurken 'dudak payı' adı verilen bir boşluk bırakılır. Bu boşluğun ölçüsü göz kararıdır. Boşluğun miktarı fazlalaştığında 'Ben at dudaklı mıyım, doldur şunun üzerini!' diye espriyle karışık sitemlenilir. Dopdolu geldiğinde de "Ödünç mü veriyorsun?" denir.
Tiryakiler iyi bir çayı şöyle tarif ederler:
"Çay kadehte dide-efrûz olmalı
Lebrengü lebrîzü lebsûz olmalı"
Yani, çay küçük şeffaf bardakta, göz kamaştıracak kadar parlak olmalı, dudak renginde, dudağı yakacak derecede sıcak ve dudak paysız, bardak ağzına kadar doldurulmalı.
Peki, siz çayı nasıl alırsınız? Açık, koyu, demli, demsiz, tavşankanı, keklik kanı, limonlu, fincanda, ajdada, ince bellide, büyük bardakta... Okkalı çay mı içersiniz, paşa çayı mı? Zor çayı içtiniz mi? Ya hacı çayı? Cırıldım çayı?
Çayınız ocakta demlenirken siz onunla birlikte demlenmeye hazır mısınız?