İklimin doğurduğu yeni bir kaygı türü: Eko-Anksiyete
İnsan, ilk çağlardan beri yaşamını devam ettirmek ve dünyaya hükmetmek için çeşitli yollar denedi ve bu denemeler sonucunda doğayı olumsuz yönde etkiledi, ona zarar verdi. İnsanın doğaya verdiği bu zarar Sanayi Devrimi ile beraber yıkıcı bir ivme kazandı. Bu dönem ile birlikte artan hammadde ve enerji ihtiyacının giderilmesi amacıyla doğal kaynakların aşırı kullanımı, fosil yakıtlara dayalı büyüme anlayışı, yanlış gıda ve hayvancılık uygulamaları ile beraber birçok çevresel sorun ortaya çıktı ve nihayetinde iklim değişikliği yaşanmaya başlandı. Sera gazlarıyla beraber ozon tabakasına zarar verildi ve dünyanın mevcut işleyişi aksamaya başlayarak insanın yeryüzündeki varlığı tehlikeye düştü.
Vaktiyle, şaka yollu "Benim kullandığım deodorant mı delecek ozon tabakasını?" diyen insan bugün "Acaba dünyanın sonu mu geldi?" sorusunu sormaya başladı. Çünkü artık iklim değişikliğinin doğurduğu sonuçlar hepimizin kapısını çalıyor. Kasırga, fırtına, sel, heyelan, orman yangınları gibi felaketler gündelik hayatımızın ne yazık ki bir parçası haline geldi. Ülkemizde ve dünyada üst üste sıcaklık rekorları kırıldığı gibi son yıllarda sıcaklıkların tetiklediği doğa olayları artarak şehirlerimizi yıkıp sevdiklerimizi bizlerden ayırmaya başladı.
Genel olarak araştırmacılar iklim değişikliğinin insan sağlığı üzerindeki fiziksel etkilerini incelemiş ve çalışmalarını buna göre şekillendirmişlerdir. Fakat zaman içerisinde görüldü ki bu iklim krizi sadece bedene değil, ruha da büyük bir tahribat veriyor ve insanların psikolojik sağlığını bozarak yaşamlarını sekteye uğratıyor. Konuyla ilgili giderek genişleyen bir araştırma literatürü mevcut, bu literatüre göre değişen iklim koşulları; travma sonrası stres bozukluğu, majör depresif bozukluk, endişe, depresyon, suçluluk, vicdani travma, madde kullanımı ve intiharı doğrudan etkiliyor.
Travmalar için müsait ortam
İklim değişikliğine bağlı felaketlerin insan ruhunda oluşturduğu hasarlar ilk olarak travma ve şok ile kendini gösteriyor. Bu felaketi yaşayan kişilerde; kişisel yaralanma, sevdiği bir kişinin ya da evcil hayvanın yaralanması veya ölümü, malvarlığının zarar görmesi, mesleğini kaybetmesi gibi sonuçlar görülüyor ve bu sonuçlar da psikolojik travmalar için müsait ortam hazırlıyor. Kişi bu olaylar sonucunda büyük bir travma ve şok yaşayabilir, ardından bu travmalar bir travma sonrası stres bozukluğuna dönüşebilir. İklim değişikliği kaynaklı afet ve psikoloji üzerine yapılan 36 temel çalışmada tüm deneklerin afet sonrasında yüzde 7 ile yüzde 40'ının çeşitli psikolojik sorunlar yaşadığı ortaya konulmuş durumda.
İklim krizinin insan ruhu üzerindeki etkisini anlatan en iyi kavram "kayıp"tır çünkü insan bu kriz sonucunda birçok şeyi kaybeder. Afet bölgesindeki insanlar afet sonucunda sadece betondan, ahşaptan inşa edilmiş evlerini değil; yuvalarını, gençliklerini, hüzünlerini, mutluluklarını, sevdiklerinin mezarlarını, ait oldukları mekânları, kısacası kişisel tarihlerini geri dönüşü olmayacak bir şekilde kaybediyorlar. Ve bu kayıp aslında bir bakıma insanın dünya ile kurduğu hem fiziksel hem de en önemlisi duygusal bağın kaybolmasıdır.
İnsan bu noktadan sonra bir travmaya, depresyona ya da derin bir hüzne saplanabilir, hayatın anlamını sorgulayabilir. Kişinin yaşadığı bu kayıp; evini, ülkesini terk etmek zorunda kalan göçmenlerin yaşadığı ıssızlık, yalnızlık ve kayıp duygusuyla paralellik gösterir. Kendimize yurt bildiğimiz dünya giderek yurtsuzların barındığı bir yer haline dönüşüyor. Savaşları bir kenara bırakırsak sadece iklim değişikliği nedeniyle 2050 yılına kadar 200 milyon insanın evini terk etmek zorunda kalacağı tahmin ediliyor. Bu da bize içinde bulunduğumuz iklim krizinin ne derece tehlikeli olduğunu gösteriyor.
İklim değişikliğinden kaynaklanan stres
Televizyon ekranlarında izlediğimiz afetzedelerin yaşadığı bir başka kayıp ise günlük yaşam rutinleri, sıradan işleyişleri ve onlar için anlamlı olan eşyalar. Yaşanan bu kayıplar önemsizmiş gibi görünse de aslında bireyin öz benliğini ve kimliğini tehdit eder ve bozabilir. Bunun nedeni, rutinlerin ve anlam yüklediğimiz nesnelerin kim olduğumuzu, özellikle de yaşamdaki önemli anlarımızı, aile ve sosyal ilişkilerimizi sembolize etmesidir. İklim değişikliğinin doğurmuş olduğu afetler sonucunda her yıl dünya üzerinde yüz binlerce kişi sevdiklerini, evini, iş yerini ve hayatının anlamını kaybediyor. İşte tüm bu kayıplar kişinin ruh sağlığını doğrudan olumsuz bir biçimde etkiliyor.
İklim değişikliğinden kaynaklanan stres, dünyadaki birçok topluluğu etkiliyor. Örneğin, Cunsolo Willox (2013) iklim değişikliğinin küçük bir Inuit topluluğuna etkilerini incelemiş. Hepsi toprağa güçlü bir şekilde bağlı olduğunu bildiren topluluk üyeleri, yerel iklimde değişiklikler olduğunu fark ettiklerini ve bu değişikliklerin kendileri üzerinde olumsuz etkilere katkıda bulunduğunu söylüyorlar. Çevre ile olan etkileşimin değişmesinin bir sonucu olarak, topluluk üyeleri gıda güvensizliği, üzüntü, öfke, artan aile stresi ve kendi kendine değer duygusunun ve toplumla bütünleşme hissinin azaldığını bildiriyorlar. Yaşlılar iklim hadiselerinin, Inuit dilinin ve kültürünün korunması için zihinsel refah ve sosyal uyumu doğrudan etkilediğinden özel bir endişe dile getiriyorlar.
2000-2020 yılları arası dünyadaki en sıcak 20 yıl olarak kayıtlara geçti ve bu sıcaklığın bazen doğrudan bazen de dolaylı yoldan ölümlere sebep olduğunu söyleyebiliriz. 2012 Wisconsin sıcak dalgasını takiben, sıcaklığa bağlı ölümlerin yüzde 52'sinin en az bir akıl hastalığı olan kişiler arasında gerçekleştiği görülüyor. Akıl hastalığından mustarip olanların yarısı, vücudun ısı düzenleme yeteneğini engelleyen psikotrop ilaçlar kullandığından sıcaklıktan da çok daha fazla etkilenmişler. Akıl hastalığını tedavi eden bu ilaçlar, sıcağa bağlı ölümlerin altında yatan başlıca nedenlerden biri olarak kabul ediliyor (Dodgen, 2016). Diğer bir ifade ile çeşitli zihinsel sağlık bozukluklarını tedavi etmek için kullanılan birçok ilaç, vücudun sıcaklık düzenlemesine ve ısı eliminasyonuna müdahale etmekte olup doğrudan hipertermiye neden olabiliyor.
Sıcaklık ve inti har oranları
Yine bu bağlamda kuraklık ve sıcak hava dalgalarının, yüksek oranda kendine zarar verme ve intihara yol açtığına dair kanıtlar ortaya çıkıyor. Örneğin Güney Avustralya'daki Adelaide kentindeki ısı dalgaları, psikiyatri anlamında hastaneye başvurularda artışa neden olurken, sıcak günlerde kendine zarar verme ve hatta intihar nedeniyle hastaneye yatışlarda da artış görülüyor (Nitschke, 2007).
Benzer biçimde, Qi'nin yaptığı çalışmada da Avustralya'da 1986'dan 2005'e kadar intihar oranlarının sosyo-çevresel itici güçleri araştırılmış. Çalışmasından ortalama sıcaklıktaki ani yükselmelerin bazı şehirlerde intihar için bir risk faktörü olarak nitelendirilebileceği sonucu ortaya çıkıyor. Çalışma boyunca, sekiz kentten bildirilen 28 bin 501 intihar vakası inceleniyor; Sydney ve Brisbane'de, bir aydaki aylık ortalama sıcaklığın bir önceki aya göre farkı 1 derece artarken, bu şehirlerin her ikisinde de intihar oranlarında yüzde 3'lük bir artış olduğu ortaya çıkıyor. Böylece, Brisbane ve Sydney'de daha yüksek sıcaklıkların daha yüksek intihar oranlarına yol açtığı gösteriliyor.
Yaşanan iklim değişikliği sebebiyle son dönemde psikoloji dünyasında yeni bir kavram konuşulmaya başlandı: Eko-anksiyete. Eko-anksiyete APA'nın (American Psychological Association) ifadesiyle "kronik bir çevresel kıyamet korkusu." Kişi içinde bulunduğu çevresel felaket sebebiyle kendisinin ve ailesinin geleceğinden endişe duymaya başlar; kendini kederli, çaresiz ve korkulu hisseder. Eko-anksiyeteye sahip olan kişi varoluşsal bir kaygı yaşar, dünyanın sonunun yavaş yavaş geldiğini ve öleceğini düşünür; bu da haliyle huzursuz bir yaşam sürmesine sebep olur.
İklim kaynaklı psikolojik rahatsızlıklar
Yine bu kişiler dünyaya kötü davrandıkları için kendilerinden önceki nesillere öfke duyar, hatta bazen kendi geçmiş davranışlarını sorgular, bunlardan utanç ve suçluluk duyar, iklim hakkında takıntılı düşüncelerden bir türlü kurtulamaz ve nihayetinde uykusuzluk, iştahsızlık, madde kullanımı gibi problemler yaşamaya başlarlar.
Eko-anksiyete henüz tıbbi bir durum olarak kabul edilmese de 2017 yılında APA'nın yayınladığı Değişen İklimimiz ve Ruh Sağlığı başlıklı rehber kitabında bu konuya değinilmiş, ardından 2018 yılında düzenlenen İklim Değişikliği Hükümetlerarası Paneli'nde (IPCC) tartışılmış.
Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Yakup Albayrak'la yapılan bir röportajda, Albayrak son dönemlerde Türkiye'de de iklimsel değişimlerin, insan psikolojisinde olumsuz etkilere neden olduğunu belirtip iklim değişikliği sonucu oluşan kuraklıklar nedeniyle etkilenen psikolojik bozukluklar yüzünden vatandaşların hastanelere müracaatlarında artış görüldüğünü söylüyor.
Yine aynı röportajda Albayrak, Türkiye gibi ülkelerde oluşan iklim dengesizliklerinin, mevsimsel anlamda insan beklentilerinde de problemlere sebep olduğunu belirterek bu durumun bireylerde iklim kaynaklı bir psikolojik dengesizlik hissi oluşturduğunu ifade ediyor. İnsanların kuraklık kaygısı ile doktorlara başvurduğunu da ekleyen Albayrak: "Bu şikayetle gelen bireylerin, meteorolojiyi takip ettiklerini, kuraklık ile ilgili çeşitli kaynaklardan araştırma yaptıklarını ve yağışlardaki azalma sebebiyle gerek kendi adlarına gerek çocukları adına umutsuzluğa kapıldıklarını ve bu durumun bir çeşit kaygı bozukluğuna sebep olduğunu" belirtiyor.
Görünen o ki artık her geçen gün daha fazla iklim değişikliği ile ilgili haberler okuyup, felaketler yaşayacağız ve bu durum da haliyle yaşadığımız eko-anksiyeteyi ve iklim kaynaklı psikolojik rahatsızlıkları arttıracak. Şu an gündemlerimizde çok fazla yer tutmasa da yaşanan bu küresel ısınma ve sonucu olan doğal afetlere karşı bireysel ve de toplumsal olarak neler yapmamız gerektiğine dair konuşmamız ve bu durumu tüm yönleriyle araştırıp eylem planları hazırlamamız gerekiyor.