Çin şişeden çıktı bir kere
Küresel hegemonya mücadelesinde Asya ve Atlantik arasında son 20 yıldır harareti giderek artan kıyasıya bir rekabet yaşanıyor. Ancak bütün veriler ve somut gelişmeler 21'inci yüzyılın bir Asya asrı olacağını gösteriyor. Atlantik çağı artık kapanıyor. Zira ABD'nin "terörle savaş" stratejisi yoluyla 2001'den bu yana uyguladığı dünyaya tam egemen olma projesi (Imperium Americana) çöktü.
Türkiye, Rusya ve Çin gibi imparatorluk varisi ülkeler Atlantik'in boşalttığı hinterlantları doldurmada oldukça mahir çıktılar. Bu yazıda özellikle Türkiye ile birlikte Batı dışı modernleşmenin yıldızlarından sayılan Çin'in Atlantik'in iki asıl aktörü konumundaki ABD ve Avrupa karşısındaki olağanüstü başarı hikâyesine değineceğiz.
1990'lardan bu yana gerçekleştirdiği "devlet kapitalizmi" denilen ekonomik büyüme ile adeta destan yazan sosyalist Çin bütün engellemelere rağmen kendi "bahşedilmiş cenneti 'tianxia'ya" doğru emin adımlarla ilerliyor. Bu da 21'inci yüzyıldaki küresel düzenin kurallarını kökten dönüştürüyor. Dolayısıyla geçen yüzyılda olduğu gibi Atlantik artık bir kader değil. İşte bu yüzden neo-liberal ABD'nin ekonomik kolonileri birer birer isyan bayrağını çekiyor. ABD'nin eski sermaye düzeni kökten sarsılıyor. Dünyada başını Çin'in çektiği küresel entegrasyona dayalı yeni ekonomik büyüme modeli rağbet görüyor.
İşte bu yüzden ABD ve AB'nin karşı çıkmasına rağmen gelişmiş yedi ülkeden biri olan G7 üyesi İtalya bile Çin'in Tek Kuşak Tek Yol (BRI) projesine katılmayı kabul etti. ABD ise modern İpek Yolu projesi olan BRI'yi "vanity project/gösterişli ve işe yaramaz bir atılım" ve "borç tuzağı" diye yaftalıyor. Huawei ve 5G teknolojisinde de aynı kolonyal ve üstenci dili kullanıyor Amerikan yönetimi.
Ancak tehdit dili işe yaramıyor. Şimdiye kadar 28 Avrupa ülkesinden 13'ü Çin'in Avrasya entegrasyonu projesini imzaladı. Ve nihayetinde Asya ülkelerinden sonra Avrupa Birliği (AB) ülkeleri de Aralık 2020'de Çin ile yatırım ve ticaret anlaşmasında uzlaşıya vardı. Pekin'in 2013'te başlattığı BRI'ye katılan ülke sayısı şimdiden 100'ü geçmiş durumda. Atlantik'in tehditlerine rağmen Çin'in "birinin istikrarı ve huzuru diğerlerinin güvende olmasına bağlıdır" sloganıyla tanımladığı küresel kalkınma stratejisi BRI, dünyadan yoğun ilgi görüyor.
Kapitalizm paradoksu aşıldı
Çin modelinin dünyadan gördüğü yoğun ilginin ABD'nin sinirlerini bozması gayet doğal… İşte bu yüzden Apple gibi 2 trilyon dolarlık şirketlerine rağmen ABD'nin 450 milyon dolarlık Huawei'den ödü kopuyor. Ancak ABD ne yapsa da Çin'in ekonomik mucizesinin önünü kesemiyor. Korona salgınıyla Amerikan ekonomisi çöküş yaşarken Çin pandemiye rağmen büyümesini sürdürerek yine tarihe geçti.
Kuşku yok ki Çin yönetimi rekorlara ve olağanüstü başarılara alışık. Zira 1987'de kişi başı geliri 251 dolar olan Çin, 2017'de bu rakamı 34 kat artırarak 8 bin 894 dolara yükseltti. Dünya ekonomi tarihinde bunun bir örneği daha yok. Üstelik 1987'den beri kırsaldan kentlere 550 milyon kişi göç etti. Yani kaba bir hesapla Pekin, Avrupa'daki bütün ülkelerin konut sayısı kadar inşaat yaptı son 33 yılda.
Yollar, gökdelenler, hızlı trenler, hava alanları, limanlar ve gemiler yeni zenginliğin göstergeleridir. Bu bağlamda Çin'in yeni manzarası AB ve ABD'yi üçüncü dünya ülkeleri konumuna sokuyor.
"Gelişen ekonomiler" hakkındaki en önemli tespit şimdiye kadar hiç birinin "gelişememesi"ydi. Fakat Çin, "kapitalizmin paradoksu" denilen bu orta sınıf çıkmazını aştı. Gelişen bir ekonomi olarak şeytanın bacağını kırıp sınıf atladı ve gelişmiş ülke kategorisine girmeyi başardı. Üstelik Çin'deki bu ekonomik kalkınma hamlesi, bazı zümrelerin yararlandığı bir ayrıcalık yerine toplumun bütün kılcal damarlarına yayılan bir sosyal adalet fenomenine de dönüştü.
Hegemonik oyunu bozan faktör
Çin şimdi kendi kalkınma modelini Güney Asya, Ortadoğu, Latin Amerika, Afrika ve Orta Asya'ya ihraç etme gayretinde. Çinlilerin "peaceful rising/barışçıl yükseliş" diye nitelediği bu kalkınma modelini ABD, "Faustvari bir pazarlık" yaftasıyla karalıyor. Halbuki Çin dünyaya açılırken bir partner ve teknoloji sağlayıcısı şeklinde hareket ediyor. ABD ise Brezilya modelini dayatıyor dünyaya. Brezilya örneğinde olduğu gibi enerji ve tarımda zengin olan ülkeleri yüksek teknolojide ve ihracatta zayıf kalmaya zorluyor.
Bu anlamda 5G teknolojisi ABD ile Çin arasındaki hegemonik oyunu tamamen değiştiren bir faktör konumunda. Mobil telekomünikasyonda beşinci nesil teknolojiyi temsil eden 5G teknolojisi hava kabloları ile bir devrime yol açacak. Ayrıca Çin için "sadece kopyalar ve taklit eder daha fazlasını yapamaz" anlayışı hâkimdi. Huawei ve 5G teknolojisi ile bu inanç alt üst edildi.
Gelinen noktada Japonya'yı modernleştiren Meiji tarzı kalkınma modelini benimseyen Çin, ABD'nin sermaye yoğunluklu şirket ve çalışma tarzını demode kılıyor. Öyle ki yakın dönemde Batı'nın bile Asya modelini kopya etmeye başlayacağı söyleniyor.
Yeni savaşın temelleri
Ancak buna daha çok var. Çünkü Çin ve ABD arasındaki stratejik rekabetin giderek derinleştiği bir döneme giriyoruz. Bir anlamda yeni bir savaşın da temelleri atılıyor. Zira küresel tablo bazen II. Dünya Savaşı öncesindeki gerginlik ortamını aratmıyor. Dünyanın ekonomik çekim alanı Trans-Atlantik'ten Asya'ya kaydıkça ABD'deki panik daha da artıyor.
Bunun en somut kanıtı ise ekonomik göstergeler. 2000'lerde Çin liderliğindeki Asya-Pasifik bölgesi küresel ekonominin sadece 31,7'sine hâkimken bugün bu oran yüzde 47,2'ye yükselmiş durumda. Atlantik'in payı ise son 20 yılda yüzde 53,7'den 38,7'ye geriledi. 19 yıl önce ABD'nin küresel ekonomideki payı yüzde 25,1'den bugün yüzde 18,3'e düşerken Avrupa'nın payı da yüzde 28,6'dan yüzde 20,4'e geriledi.
Ayrıca dünya nüfusunun yarıdan fazlasını barındıran Asya aynı zamanda Çin, Japonya ve Hindistan gibi en büyük beş ekonomi içindeki üç ülkeye de ev sahipliği yapıyor.
Unutmayalım ki 18 trilyonluk dolarlık ABD ekonomisinin sadece 5 trilyon doları reel ekonomiye dayanıyor. Gerisi doların küresel hegemonyasına endeksli finansal yağmadan elde ediliyor. Bu bağlamda doların uluslararası para birimi olmasına karşı çıkan Çin, ABD için öncelikli düşman konumunda bulunuyor.
Ne var ki 1999 Asya krizinde Çin'i deviremeyen ABD'nin yine şansı çok az. Zaten istediğini alamayınca Dünya Ticaret Örgütü'nden (DTÖ) çekilme tehdidi savuran ABD, Donald Trump dönemindeki ticaret savaşını da kaybetti.
Korona salgınıyla birlikte Çin karşısında adeta çöküş yaşayan ABD'nin küresel siyasette tek süper güç olduğu dönem tamamen sona erdi. Deyim yerindeyse dünya "Post-American World" (Amerika sonrası dünya) denilen bir süreçten geçiyor. Ve hâliyle Atlantik (ABD ve Avrupa) bugün siyasal, sosyal ve ekonomik darboğazların girdabında… ABD'de halkın temsilcileri ile bürokratik vesayeti temsil eden "derin devlet" arasındaki çete savaşları gederek kızışırken Avrupa'da merkezdeki liberal siyaset yerini ırkçı ve aşırı popülist hareketlere bırakmak zorunda kaldı.
Atlantik'teki panik derinleşiyor
Şurası kesin, Batılı ekonomi-politik sistem 2008'deki finansal krizden hâlâ kurtulamadı. Dolayısıyla çözülemeyen ekonomik sorunların şimdi siyasi ve kültürel sonuçlarını konuşuyoruz. Bir anlamda reel-kapitalizmin çözülüşü Batı dünyasındaki liberal karakterin ardındaki darbeci ve ırkçı yüzün ortaya çıkmasını sağladı.
Atlantik'in gerilemesiyle farklı kutuplar kendi bölgelerinde istikrarı sağlayan egemen güçler hâline geldi. ABD, AB, Rusya, Çin ve Türkiye gibi aktörler farklı konularda artık hem çok boyutlu ittifak arayışlarına imza atıyor hem de birbirlerini dengelemek üzere Atlantik ve Avrasya şeklinde küresel bir bloklaşmaya doğru ilerliyor.
Bu da eskiden olduğu gibi tek veya iki aktörün küresel siyasette hegemon bir konuma sahip olmasını zorlaştırıyor. Çin, ABD ve Avrupa merkezli dünya düzenine yönelik eleştirisini "uyumlu dünya veya küresel harmoni" sloganları ile dile getiriyor. Rusya da yeni grand stratejisini "çok kutuplu dünya" olarak belirlemiş durumda. Türkiye ise coğrafi konumundan kaynaklanan jeo-politik çoğulculuğa dayalı stratejisini, "dünya beşten büyüktür" vecizesiyle formüle ediyor.
Doğu Akdeniz ve Suriye başta olmak üzere Maşrık'tan Mağrib'e uzanan bölgelerdeki Atlantik ve Avrasya güçleri arasında şiddetlenen meydan okumalar ile bloklaşmalar bunun birer göstergesi.
Dört kıta üç okyanus projesi
Bu bağlamda Çin'in Atlantik'e meydan okuyuşunun en büyük simgesi modern İpek Yolu projesi… Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, 2013'ün Eylül ve Ekim'inde Orta Asya'ya ve Güneydoğu Asya'ya yaptığı ziyaretler esnasında, İpek Yolu Ekonomik Kuşağı ve 21'inci yüzyıl Deniz İpek Yolu (Tek Kuşak Tek Yol-BRI) adını verdiği projeyi açıklamıştı. İlk başlarda kapsamı, mahiyeti ve hedefleri pek anlaşılmayan yeni İpek Yolu projesi (BRI), kısa sürede Çin'in Dünya Bankası ve IMF'ye alternatif girişimi olarak bilinen Asya Altyapı Yatırım Bankası'nı bile geride bıraktı.
Ve geldiğimiz noktada Çin'in 1 trilyon dolarlık fon ayırdığı, 28 Avrupa ülkesinden 13'ünün dâhil olduğu ve 100'ü aşkın ülkenin katılım anlaşması imzaladığı Tek Kuşak Tek Yol (BRI) projesi artık herkes tarafından ABD'nin küresel hegemonyasına son veren "Büyük Avrasya entegrasyonu girişimi, dört kıta ve üç okyanus stratejisi veya yeni model büyük güç ilişkileri" şeklinde tanımlanıyor.
Çin BRI'yi ilan etmeden önce sırasıyla Orta Asya, Güneydoğu Asya, Uzakdoğu, Avrupa ve Ortadoğu'daki ülkelerin desteğini aldı sonra da Afrika ve Latin Amerika ülkeleri ile yakın ilişkiler geliştirdi. En önemlisi de yeni İpek Yolu projesi ilan edilmeden önce Pekin'in 2010 yılından itibaren Rusya ve Türkiye ile stratejik ilişkilerini derinleştirmesi oldu.
Çin, İngiltere başta olmak üzere Rusya ve Türkiye gibi aktörlerle kurduğu stratejik ilişkiler sayesinde BRI'nin geleceğini garantiye aldı. Böylece Çin'in ekonomik ve jeo-politik nüfuzunu Avrasya kıtası ve ötesine taşımasını öngören BRI projesine karşı ABD'nin devreye sokacağı hamlelerin etkisi sıfırlandı.
Ne var ki Pekin yönetimi BRI'yi şimdiye kadar bir strateji olarak adlandırmayı ısrarla reddetti. Oysa Çin'in "uyumlu dünya, refah ve barışçıl yükseliş" vizyonuyla tanımladığı BRI'nin bir inisiyatiften çok daha fazlası olduğunu biliyoruz.
Başka bir deyişle bu girişim, Çin'in ABD'nin Asya'yı "yeniden dengeleme hamlesi"ne karşı küresel bir stratejidir. Ve bu anlamda Asya'yı da aşan bir mahiyete sahiptir.
Çin'in resmi retoriği ne kadar farklı olsa da çoğu analizci daha şimdiden BRI projesini Pekin'in "dört kıta ve üç okyanusu kapsayan grand strateji" olarak tanımlıyor. Amerika ise BRI'nin küresel bir fenomene dönüşünü sadece seyrediyor. Çünkü ABD'nin Batı'da ve Doğu'da aynı anda oyun kurmaya dayalı bu grand stratejiyle baş etmesi çok zor.
Hatta Çin'in modern İpek Yolu projesinin küresel jeo-politikada adeta iklim değişikliğine yol açtığı konusunda hemen herkes hemfikir. Tarihinde ilk kez ekonomik olarak kendine denk bir aktörle savaşa tutuşan ABD'nin bu kez işi çok zor. ABD'nin tek şansı var o da Rusya ve Türkiye'yi Pekin'e karşı yanına çekmesi. Ancak reel-politik veriler bunun neredeyse imkânsız olduğuna işaret ediyor.
Tukididis Tuzağı'ndan kaçış
Lowy Institute'ın mayısta yayımladığı "Asya Güç Endeksi 2019" raporuna göre ABD'nin bir savaş çıkmadığı sürece Çin'in Asya'daki yükselişini durdurması olanaksız görünüyor. Amerika hâlâ Asya Pasifik bölgesinin askerî lideri olsa da arkasından Çin geliyor. Üstelik ekonomik olarak ABD'yi yakalayan Çin, diplomatik skalada da ABD'yi solladı. Yine Lowy Institute'un 2020'de yayımladığı diplomatik misyon listesine göre Çin 276 temsilcilikle dünyada ilk sırada yer alırken ABD ise 273'te kaldı.
Listede ABD'yi Fransa ve Japonya izlerken Rusya beşinci oldu. İngiltere, Almanya, İspanya, İtalya ve Brezilya'yı geride bırakan Türkiye ise 234 diplomatik misyon ile dünyada altıncı sırada yer aldı.
Dolayısıyla Türkiye, Rusya ve Çin triosunun siyasi, ekonomik, askeri ve son olarak diplomatik alanlardaki yükselen baskısı Atlantik'teki çatlağı daha da derinleştiriyor. Çin, Rusya ve Türkiye'nin uyguladığı eş zamanlı pres nedeniyle ABD ve Avrupa artık aynı yatakta farklı rüyalar gören çiftlere benzemeye başladı. Ancak ABD liderliğindeki Atlantik'in çöküşe geçmesi birçok tehlikeyi de tetiklemiyor değil. Özellikle Yunanlı tarihçi Tukididis'e (MÖ 472-MÖ 400) atfedilen ve merkezdeki büyük devlet ile yükselen güç konumundaki devlet arasında artan savaş ihtimali bunlardan biri.
"Tukididis Tuzağı" denilen bu varsayıma göre ABD'nin yeni dönemde Çin'e karşı ekonomik ve diplomatik rekabetle sınırlı politikayı bırakıp kapsamlı askerî yöntemlere ve savaşa girme iştahı giderek kabarıyor. Nitekim Çin Devlet Başkanı Şi Cinping daha 2017'deki Dünya Ekonomik Forumu'nda Tukididis Tuzağı'na işaret ederek, diyalog ve karşılıklı saygının Amerikan tehlikesini bertaraf edebileceğine vurgu yapmıştı.
Bunun sonuç vermediği ortada. Çin'in endişesini South China Morning Post'ta yazan Shi Jiangtao şöyle özetliyor... "Çin ve ABD gibi nükleer güçlerin savaşmayacağı kanısı egemendi. Ancak bu doğru değil. Askerî çatışma potansiyeli büyüyor."
Yankee'lerin küresel statülerini kaybetme psikolojisi ile birleşen bu kopuş ister istemez kolektif bir hesaplaşmayı da kaçınılmaz kılıyor. Zaten ABD, 2017'deki büyük güçler arası rekabet doktrini ile bu yola adım atmıştı. Son gelişmeler bize şunu gösteriyor... ABD-Çin savaşı bir ihtimalden çok artık bir zaman meselesidir.
Ne var ki ABD'nin böyle bir savaşı kazanma ihtimali çok zayıf. Hatta neredeyse imkânsız görünüyor. Zira ABD daha kırmaya fırsat bulmadan Çin şişeden çıktı bir kere…