Hipnoz
Yine bir akşam fakirhanede toplanmıştık… Fakirhane dediysem de lafın gelişi söyledim. Tam 99 penceresi olan bir kâşane idi. Sağır, dilsiz ve zekâ geriliğiyle malul bir müstahdem haftanın üç günü bu pencereleri siliyordu.
Babadan kalma servetle gül gibi geçinip gidiyor, kendimce talebe yetiştiriyordum. Talebe miktarının 37, 41, 43 gibi birden ve kendisinden başka böleni olmayan sayılarda olmasına hususen dikkat ediyordum.
Velhasıl takıntılı bir adamdım.
Fakat o akşam yaşanan hadiseler beni bütün takıntılarımdan azade kıldı. Tafsilatı bir kenara bırakıp anlatayım.
Bağlılarımdan biri sohbete geç kalmıştı. Cemaat tamamlanmadan sohbete başlamazdım. Başlarımızı önümüze eğip ha geldi ha gelecek diye tam 29 dakika bekledik. Nihayet kan ter içerisinde kalmış bir halde kapı önünde zuhur etti.
Dizlerinin üzerinde emekleyerek en arkaya geçmeye çalışırken; "Nereye gidiyorsun, gel buraya" diyerek kendisini yanıma çağırdım.
"Söyle bakalım evladım, neden geç kaldın?"
"Efendimiz! Evim şehrin diğer ucunda. Trafik malumunuz. Vallahi buraya gelene kadar neler çektim, anlatamam. Sizi bekletmemek için emniyet şeridinden başka bir şeride girmedim. Kırmızı ışıklarda dahi durmadım. Bağışlayınız, buna rağmen ancak gelebildim."
Kan beynime sıçradı.
"Rezil herif! Bir de yaptığın maskaralıklarla övünüyorsun. İnsanların hakkına girmişsin, arkalarında beklemen gerektiği halde önlerine geçmişsin, bir de bunu marifet gibi anlatıyorsun. Karşıma nasıl böyle bir ayıpla gelirsin? Üstelik bana şu saatte burada olacağına dair söz vermiştin. Sözünde durmayan insana ben nasıl güvenirim? Defol buradan! Bir daha da seni gözüm görmesin!"
Süklüm püklüm dışarı çıkarken hırsımı alamayıp arkasından bağırdım:
"Hırsız! Haramzade! Ahlaksız!"
Daha da sinirlenip arkasından koştum ve bir tekme savurdum. Bereket versin isabet ettiremedim.
Talebelerin hepsi korkudan bir köşeye sinmiş; yüzlerinin alı al, moru mor; benimle göz göze gelmemeye gayret ederek susuyorlardı.
Nispeten sakinleşince "Evlatlarım" dedim. "Kaldırın başınızı yerden de mah cemalinizi göreyim."
"Şimdi hepiniz şu elimde tuttuğum tespihe bakacaksınız. Gözlerinizle tespihi takip edeceksiniz. Sizinle bir tecrübe yaşayacağız."
Tespihin bir sağa bir sola sallanışını izlerken hepsi birden kendilerinden geçtiler. Ruhiyat ilmiyle tabir etmek gerekirse hipnotize oldular. Böylece başladım kendilerine çeşitli sualler tevdi etmeye.
"Söyleyin bakalım! Bugüne kadar hanginiz girmemeniz gereken yola girdiniz ya da dönmemeniz gereken yerden döndünüz. Üstelik bunu yaptığınız için de vicdan azabı hissetmediniz, utanç duymadınız?"
Hemen hepsi el kaldırdılar.
"Söyleyin bakalım! Bugüne kadar hanginiz bilerek ve isteyerek, hatta bunu inceden inceye planlayarak başka insanlara kötülük ettiniz?"
Hemen hepsi el kaldırdılar.
"Söyleyin bakalım! Bugüne kadar hanginiz tanıdığınız ya da tanımadığınız insanlara iftira attınız?"
Hemen hepsi el kaldırdılar.
"Söyleyin bakalım! Bugüne kadar hanginiz insanların yüzüne karşı farklı, arkalarından farklı konuştunuz ya da davrandınız? Küçücük menfaatler için sizi arkadaşı zanneden kişilerin kuyusunu kazdınız?"
Hemen hepsi el kaldırdılar.
"Söyleyin bakalım! Bugüne kadar hanginiz mevkiinizi hakkınız olmayan maddi menfaatler elde etmek için kullandınız?"
Hemen hepsi el kaldırdılar.
"Söyleyin bakalım! Bugüne kadar hanginiz başka insanların ayıp ve kusurlarını araştırdınız? Onları ortaya çıkarmaktan, insanları rezil etmekten gizli bir haz duydunuz?"
Hemen hepsi el kaldırdılar.
"Söyleyin bakalım! Bugüne kadar hanginiz size emanet edilen mahrem bilgilere ihanet ettiniz. Sır tutmadınız, onu başkalarıyla paylaştınız?"
Hemen hepsi el kaldırdılar.
"Söyleyin bakalım! Bugüne kadar hanginiz mücbir bir sebep olmadığı halde ahde vefasızlık ettiniz, verdiği sözleri yerine getirmediniz, hatta 'ben öyle bir şey söylemedim' diyerek inkâr ettiniz?"
Hemen hepsi el kaldırdılar.
Sinirim epey bozulmuştu. Nihayet şöyle bir soru sormak gafletinde bulundum:
"Söyleyin bakalım! Bugüne kadar hanginiz yalan söylediniz?"
Hemen hepsi el kaldırdılar. Bu durum epey canımı sıktı.
"Defolun" diye bağırdım. "Sizler yalancısınız, iftiracısınız, güvenilmezsiniz, vefasızsınız, kötü insanlarsınız. Benim sizinle işim olamaz. Allah hepinizi ıslah etsin."
Bütün bu sorgulamalar sırasında elini bir kez dahi kaldırmamış olan bir tek kişi kalmıştı mecliste. O da bizim sağır ve dilsiz olan emektar hizmetçimizdi.
Herkes gidince bir de baktım ki bizimki manalı gözlerle bana bakıyor. Elinde de benimkine benzer bir tespih tutuyor ve tıpkı benim yaptığım gibi bir sağa bir sola sallıyor.
"Zahmet etmene gerek yok" dedim, "Ben giderim."
Hırkamı aldım ve çıktım.