Çarşaflı kadınlar Feshane'yi bastı!
Türban Türkiye'yi böldü! Milletvekilleri kaosa evet dedi! Kutuplaşma var! O manşetin atıldığı günden sonra genel olarak bu üç mesajı veren çok sayıda haber okuduk. Peki, gerçekten Türkiye bölünüyor muydu? Halkın seçtiği milletvekilleri neden hizmet ettikleri vatan için kaos istedi? Memlekette kutuplaşma mı vardı? Bu soruların cevaplarını ve toplumsal tepkileri zaman içinde öğrendik.
2007 yılında, Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Feshane'de bir etkinlik tertiplenmişti. Feshane'nin büyük salonu paravanlarla çevrelendi, bir giriş kapısı yapıldı ve bu kapının üzerine kocaman harflerle 'kamusal alan' yazıldı. Alanda küçük ikna odaları kuruldu. Ama bu ikna odaları üniversitelerde kurulan ikna odalarından farklıydı. Bu odalarda inanç ve eğitim hürriyeti konuşuldu. Organizasyona kadın STK'larından yoğun katılım vardı. Her görüşten, her renkten kadın, kamusal alan tartışmaları karşısında sesini duyurmak için oradaydı ve etkinliğe üç çarşaflı kadın da gelmişti. Etkinliği başından sonuna kadar izledim. Ertesi gün gazetelerden birinde şöyle bir haberle karşılaştım: "Feshane'yi çarşaflılar bastı." Fotoğrafçı o üç çarşaflı kadını aynı kadrajda bir araya getirmeyi başarmış ve muhabir tarafından bol gerilimli bir metin yazılmıştı. Gazeteye göre, o üç çarşaflı kadın Feshane'yi basmıştı!
Medya ve propaganda hakkında konuşmaya başlamadan önce bazı tanımları gözden geçirmekte fayda var. Çünkü modern iletişim çağında her şey birbirine girmiş durumda. Haber nedir? Haber nerede biter? Propaganda nerede başlar? Spekülasyon ne demek? Peki ya dezanformasyon? Bir de Manipülasyon var tabi, nasıl unuttuk? Bu kavramlara ve ne ifade ettiklerine hızlıca bakalım.
Spekülasyon ve manipülasyon daha çok ekonomi alanında anlam kazanan kavramlar. Spekülasyon 'vurgunculuk' olarak tanımlanıyor TDK tarafından. Manipülasyon ise 'hileli yönlendirme' olarak tanımlanıyor ki, bizim en çok çektiğimiz de bu. Haber; güncel ve ilginç bir olayın olduğunca nesnel ve gerçeğe uygun bir biçimde sunulması olarak tanımlanıyor. 'Olduğunca' kelimesinin altını çizmek gerek. The Guardian gazetesinin mottosu şu: "Haber kutsal yorum hürdür." Haberin kutsiyeti tartışıladursun, biz yorumlardan bahsedelim.
Haberi şekillendiren medya profesyonelleri, zaman zaman bilinçli olarak üretilen mesajlarla birer zihin mühendisi haline gelir. İçeriği değiştirilmiş ve realiteden kopan haberler birer mesaja dönüşerek kişileri manipüle eder. Bu gücü elinde bulunduranlar ise zaman içinde halkı kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmeye ve istedikleri toplumsal psikolojiyi oluşturmaya çalışırlar. Herbert Schiller'e göre, manipülasyon ancak yarı uyanmış bir kitlenin ortaya çıkması durumunda kullanılabilir. Doğrudan baskıyla idare edilebilen kitleler için manipülasyon uygulamak gereksizdir, onlar zaten açıkça söyleneni yapar. Bilginin yanıltıcı kullanımı olan dezenformasyon açısından ise II. Dünya Savaşı önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir.
Zihin üzerindeki mühendislik çalışmaları ile 'rıza imalatı', yani 'propaganda' ortaya çıkmıştır. Bu kavram ilk defa Walter Lippman tarafından kullanıldı. Kavramı geliştirenler ise Noam Chomsky ve Edward Herman'dır. Kavram, kişilerin karşı çıkabilecekleri davranışlara olumlu yaklaşmalarını, istemedikleri şeyleri istiyormuş gibi hissetmelerini, kabul etmeyecekleri şeylere rıza göstermelerini sağlamak olarak tanımlanabilir. Dünya ve Türkiye tarihindeki propaganda örneklerinden birkaç tanesine bakarak bu yöntemin nasıl işlediğini görebilir, bugünkü örneklerle benzerlikleri fark edebiliriz.
1933 yılında Nazilerin iktidara gelmelerinin ardından Propaganda Bakanı olan Joseph Goebbels'in ilk işlerinden biri Yahudiler ve Nazi karşıtı yazarlar tarafından yazılmış tüm kitapları Berlin'in Bebel Meydanı'nda yaktırmak oldu ve bunu 'Alman ruhunun temizlenmesi' olarak tanımladı. Tüm haber kaynakları üzerinde tam hâkimiyet sağlayan ve ırkçı fikirler üzerinden medyayı yönlendiren Goebbels şöyle diyordu; "Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur. İnsanların yalana inanması o kadar kolaylaşır."
Amerika Vietnam'ı terk ettiğinde geride 3 milyon ölü, 300 bin kayıp, 4 milyon yaralı bıraktı. Ölen Amerikalı asker sayısı ise 60 bin civarındaydı. Vietnam Savaşı boyunca yaptığı yayınlarla Amerika'nın bölgedeki hareket kabiliyetini artıran New York Times, Amerikalıları öldürdüğü için Vietnamlıları yasa dışı ilan etmiş ve bütün yayınlarını bu yönde yapmıştı.
2001 yılında gerçekleşen 11 Eylül saldırıları sonrası ise, Bush yönetiminin Afganistan'a müdahalesi ve Irak işgali, medya tarafından Amerikan hükümetinin söylemi ile paralel olarak bir demokrasi getirme çabası olarak sunuldu. Müdahalenin somut nedeni olarak öne sürülen kitle imha silahlarından ise hâlâ haber yok.
1955'te Türkiye'nin en çok satan gazetesi, İstanbul'daki Rumların, Kıbrıs'taki Rum çetelerine para gönderdiğini yazıyordu. Daha sonra Atatürk'ün evinin bombalandığı haberi verilmiş ve bu haberler yakın Türkiye tarihinin kara lekelerinden biri olan 6-7 Eylül olaylarının yaşanmasına, evlerin, iş yerlerinin, kiliselerin ve mezarlıkların tahrip edilmesine, yüzlerce kişinin yaralanmasına ve ölümlere neden olmuştur.
Türkiye'de 80'li yıllara kadar ağırlıklı iç tehdit, komünizm ve sol oldu. Sonraları bunun yerini şeriat aldı. 28 Şubat ve sonrasında kaosa kalkan eller, medya tarafından laik cumhuriyetin en büyük düşmanı olarak tanımlandı. 28 Şubat döneminde ortaya çıkan sahte tarikat liderleri ve onların mağdur ettiği kadınlar üzerinden oynanan tiyatrolar, dinî inançları gereği örtünen kadınların sokaklarda taciz edilmesine neden olmuş ve bu dönemde büyük mağduriyetler yaşanmıştır. 28 Şubat'ı yaşamış tesettürlü bir kadın olarak benim en çok üzerinde durduğum konu ise, sokaktaki insanın tavrı oldu. Dönemin hükümeti tarafından sakıncalı ilan edilen başörtülü kadınlar, sokakta da tacize uğradı. Peki sıradan bir vatandaş, başörtülü bir genç kızın başındaki örtüyü çekmeye, sözlü tacizlerde bulunmaya nasıl cesaret edebiliyordu? 8 yaşındaki oğlu ile birlikte denize girmek için halka açık plaja giden başörtülü bir kadına, mayo giymediği için türlü hakaretlerde bulunan asker eşi bu cüreti nerden almıştı? Ben, sıradan insana, başka bir kişinin kişilik haklarını ihlal etme ruhsatını medyanın propaganda içerikli yayınlarının verdiğini düşünüyorum.
Elbette geçen yıllar içinde propaganda teknikleri renklendi, kanallar çeşitlendi. Uçaklardan atılan broşürler, radyo yayınları, savaş görüntüleri bir kenarda dursun, artık propaganda konusunda en favori kanal sosyal medya. Bilginin dağılışındaki hız konusunda rakipsiz olsa da nitelikle ilgili ciddi sıkıntılar var. Geçtiğimiz yıl yaşanan Gezi Parkı olaylarında bunun somut örneklerini gördük. Meydanlarda darağaçları kurulmasından tutun da polisin insanları kurşuna dizdiğine kadar nice manipülatif haber üzerinden propaganda yapıldı. Ve bu haberler farklı ülkelerden ve olaylardan alınan vahşet içerikli fotoğraflar kullanılarak görsel olarak desteklendi. Normalde bilgi kaynağını elinde tutan otoriteler tarafından yönetilen bilgi, sosyal medya ile birlikte geniş ve denetimsiz bir alan buldu. Bilginin kolay paylaşımı ve iletimi, güç odakları için artık başlı başına bir mücadele konusu ve bu mücadelenin somutlaştığı alan medya. Sorulması gereken sorular ise şunlar: Kanaatlerimizi yönlendiren ne? Ve bu kanaatlerin ne kadarı tecrübelerimize dayalı? Medyanın propagandasına, özellikle bugün sosyal medyanın hiçbir denetime tabi olmayan ve baş döndürücü bir hızla akıp giden fısıltılarına kapılmamak için birtakım sorulara cevaplar aramamız, gösterilenin, anlatılanın arka planını soruşturmamız lazım. Yoksa uslu bir haber okuru olursanız, Feshane'yi basan çarşaflı kadınları bir gün siz de görebilirsiniz.