Sosyal medya en büyük ifşa edici. Sosyal medya hesapları fiziksel görünümümüzden, sahip olduklarımızdan, resmi kimlik bilgilerimizden, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel statümüzden daha çok ifşa ediyor bizi artık. Buna ek olarak sosyal medyada bir konsept gibi, "performans öznesi" olarak tasarlanan kişilik ve kimlikleri de seyrediyoruz artık. Bu kimlik tasarımında başka etkiler yok mu peki? Başka dinamiklerin etkisi? Var. Bugün onlara "fenomen", "influencer" diyoruz.
Fenomen mi? Öz mü?
Fenomenolojinin kurucusu Edmund Husserl, görüneni değil özü algılamayı esas alan fenomelojinin "özün ne olduğu ve nasıl kavranabileceği" sorularına da cevap verebileceğinden bahsetmişti. Husserl ayrıca özü anlamak için realiteden uzaklaşmak gerektiğini, özün kendini bizlere göstermesi yani fenomen olmasını sezgiye dayandırmıştı. Fenomenal bakışla bakan insan, duyularla algıladığı nesne, olay ve görüntülerin özüne inemiyor, özü gözden kaçırıyor. Öz, işlevsiz detaylardan arındırıldığında ve maddenin fenonemal kimliğinden sıyrıldığında ve amacına uygun olarak duyumsandığında var oluyor çünkü1.
Sosyal medyanın yaşamımıza girmesiyle can bulan fenomen kelimesi ise "tüketicinin satın alma kararını belirgin biçimde şekillendiren ve bunun da sorumluluğunda olan bir üçüncü taraf" olarak ifadesini buluyor. Bu konu üzerine kafa yoran isimlerden olan Kartajay, Kotler ve Setiawan'a göre ise fenomen; kendi kitlesinde bir şekliyle saygı uyandırıp sadık bir takipçi grubuna sahip olan kişilere deniyor.
Bu kitle etkisiyle zamanla fenomenler ürettikleri içeriklerle bir şekilde saygınlık ve şöhret kazanarak içerik ürettiği alanın yetkini olarak kabul görmeye başlarlar. Fakat bunlarla beraber fenomenler, sosyal medya etkisi ve kısa süreli şöhret kazanımlarıyla popüler kültürün de önemli bir aktörü haline gelmeye başladılar.
Fenomenin daha parasal ve ticari görünümüyle varlık kazanan influencer kelimesi ise Cambridge Dictionary çevrimiçi sözlüğünde "insanların davranış biçimlerini ve düşüncelerini etkileyen veya değiştiren kişi" olarak ifadesini buluyor. Influencerlar kitlesinin düşünce ve davranışlarını etkileme, değiştirme gücüne sahip oluyor.
Buradan hareketle kitleler üzerinde bir "etki yaratıcısı" halinden bahsedilebilir. Fenomenler başkalarını algılama gücü olan ve bu güç sayesinde onları farklı şeyler yapmaya sevk edebilmektedir. Bu sebeple fenomenlerden etkilenenlerin üç faktöre sahip olması gerekmektedir: Erişim, içeriksel güvenilirlik ve satışçılık2.
"Seyredin beni"
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı kitabında artık her kişinin kendi görüntüsünü aradığından "Varım, buradayım değil; görülüyorum, bir imajım; bak bana, bak! Narsisizm bile değil bu; sığ bir dışadönüklük, herkesin kendi görünüşünün menajeri haline geldiği bir tür reklamcı saflığı" diyerek bahsetmişti. İçten içe büyüyen "sen eşsizsin" telkini, üstelik hep aynı cümleyle kandıran: "Sen çok özelsin..." Kibir en çok benzerliği sevmiyor çünkü. Bir eşsizlik yanılgısı içerisinde "Beni, sahip olduklarımı, seçimlerimi, aşklarımı, hayatımı, ayakkabılarımı, makyajımı, gözyaşlarımı seyredin!" diyen,
tüm enerjisini seyredilmeye, göstermeye harcadığından zihni, ruhu, dili tutuk kalmış fenomen, influencer tipi var.
"Sonradan görme insanlar maymun gibidir. Maymun becerikliliği vardır onlarda. Yukarıda görür insan onları, tırmanırken çevikliklerine hayran kalınır ama doruğa ulaştıklarında artık yalnızca ayıp yerleri görünür." Balzac'ın bu tespiti bugünün hızlı yükselen bazı "trol, fenomen, influencer" tipini ifşa ediyor. Gerçek hayatında dikkat çekemeyen tiplerin sanal bir personayla ilgi çekme manevralarını, hızlı yükseliş hikâyelerini hatta bazen de kriminalize olan bağlarını özetliyor. Buradan hareketle göstermenin sınıfsallığından da bahsedilebilir. Şatafatlı "sünnet vlogu" ya da "Paris kombinim vlogu" arasında gösterme kaygısı açısında hiçbir fark yok mesela. İki tarafın da nihai amacı göstermek, tek fark ise hedef kitleleri.
Fenomenler, influencer'lar ve gösteri çağının "gürültü insanlar"ı var artık. Yalnız görünme şekilleri değil, ruhları, zihinleri, kalpleri, ilişkileri, yaşamları ve var olma şekilleri de gürültülü. Tüm bu gürültülü varoluşlar arasında bir de "Quiet Luxury" kavramı var. Quiet Luxury yani sessiz lüks. Kocaman logolarla lüks diye bağırmayan ancak derin bir dikkatle lüks olduğu anlaşılan moda akımı. Sessiz lüksün bir de insan profili var. "Ben buradayım" diye bağırmayan; yalnız derin, asil bir nazarın fark edebileceği varoluş stili olan insanlar. Bugün bir antikacı, sarraf gibi en çok onları arıyoruz.
Fikri modalar ve ilişki modaları
"Övgü modası" diye bir şey var. Her dönem bir şey moda oluyor toplumda. Hatta inanç ve politik tercihler bile. Birinden nefret etmek bile moda oluyor. X referanslı her şeyi yermek, Y kişisini mütemadiyen güzellemek, bir politik görüşü ve taraftarlarını sürekli azımsamak, belirli sanatçıları ve yapıtlarını eleştiri engeli koymak gibi. Bu övgü ve yergi trendlerinin gerisinde ya da dışında kalan demode bir şeyi övmek ya da moda olan bir şeyi eleştirmek linci göze almak demek artık. Herkeste öyle bir azımsama iştahı ve telaşı var ki demode bir şeyi övmek ya da moda bir şeyi yermek için söze en önce trendlerin farkında olduğunuzu gösteren nitelikli bir itirazla başlamanız gerekiyor. Yoksa "cahil, çomar, boomer vs" diye harcanmanız an meselesi.
Bir de özel hayat ve ilişki modaları var. Ünlülerin, fenomenlerin, influencerların ilişki tercihleri bile akıma dönüşebiliyor. Uzun zamandır kısa vadeli ilişkiler moda mesela. Bu tarz ilişkilerde öznenin bir önemi yok. Benzer sıfatlara sahip herkes birbirinin ikamesi. Bir tür "aşk protokolü", "sevgililik prosedürü" var sanki. Güncel sevgili adayı kimse o protokol uygulanıyor. Hitap, hediyeler, mekânlar vs. aynı kalıyor. Değişen kişiler oluyor sadece.
Oysa tam tersi olması özneye bağlı olarak her şeyin değişmesi gerekmez miydi? Aşk nesnesi, ilişki nesnesi, arzu nesnesi olmakla "maşuk" olmak bambaşka şeyler. Aşk, estetize eder. Biricik, otantik ve ikamesizdir. Gerçek aşk, tekrarlanamaz. Fazla seçeneğin olduğu yerde "fırsat" vardır. Seçenek fazlalığı mukayese yaptırır, rekabeti tetikler ve hunharca değersizleştirir.
TT dili ve linç kültürü
Fikri modaların ters etkisi linç kültürü ve linç kültürünün üreticilerinden bahsedilebilir. Entelektüel merakı ve kapasitesi sınırlı bir kullanıcı modeli var; sürekli magazinel meraklarla moda, lüks yaşam, aşk, ilişkiler, flört, evlilik alakalarıyla zihnini ve yaşamını israf eden. Bu kitlenin varlığı özellikle Twitter trend topic'lerde varlığını belli ediyor. Filistin'de çocuklar öldürülürken, ülke gündemi depremlerle sarsılırken, yangınlarla cayır cayır yanarken bir influencer'ın özel hayatı, bir Instagram ünlüsünün tesettürü bırakma haberi trend topic olabiliyor mesela.
İşin bir de politik yansımaları var. Bu örneklerin en çarpıcı olanlarından biri de bir Youtuber'ın Filistin'de arazi satışları üzerine milyonlarca görüntülenme alan yorumuydu: "Filistinliler, açgözlü dedelerinin sattıkları topraklar üzerine kurulmuş İsrail'e (...)" Onca uzmanın korka korka konuştuğu, sayısız hassas dinamiğin ortasında yüzyıllardır süren kanlı bir mesele milyonlarca takipçiye bu şekilde lanse edildi. Böyle provakatif, yanlı, yanlış, çarpık, nefretçi ezberler milyonlarca takipçiye ulaşıyor. Binlerce genç böyle yüzeysel, çarpık kaynaklardan bir perspektif inşa ediyor.
"Zihinsel tesir" en büyük güç ve yeri sosyal medya. Sosyal medyayı küçümseyenler bu etkinin ve ulaştığı milyonlarca kişinin etkisini hafife alma riskini göze alamaz artık. Hele de genç kitleye erişebilen böyle manipülasyonlu analizler yapan fenomenlerin yeni kuşakların zihinsel dönüşümüne etkisi göz önünde bulundurulduğunda.
Hakiki arzu
Her yaz döneminde neden binlerce insan Alaçatı'ya yığılıyor? Neden bazı mağazaların önünde izdihamlar yaşanıyor? Neden bir ünlünün, bir influencer'ın bir ürün tercihi o ürünün satış rakamlarını ciddi oranda etkileyebiliyor ya da? Çünkü insanların çoğu hakiki arzusunu bilmiyor. "Ben gerçekten neyi istiyorum?" bunu bilmiyor. Lacan'ın dediği gibi başkalarının arzularını arzuluyorlar. Önemsedikleri insanların arzularını taklit ediyorlar. Çünkü kendi arzuları yok.
Alışveriş tercihleri, kariyer hedefleri, tatil planları, hobileri değişiyor sık sık. Sürekli yeni birilerinden hoşlanıyorlar. Önemsedikleri, kıskandıklarının arzularını taklit ediyorlar şuursuzca. "Hakiki arzu"larını bilmiyorlar. Ve neye sahip olurlarsa olsunlar o yüzden gerçekten tatmin olamıyorlar. Hakiki arzusunu keşfedememiş insanlar mutsuz; neye sahip olursa olsunlar tatminsiz oluyorlar bu yüzden. Değil basit bir tatil planı, ayakkabı tercihi vs. âşık olduklarını zannettikleri insanı bile, ideallerini bile kendileri seçemiyorlar.
Peki "hakiki arzumuzu nasıl bileceğiz?" Başlamak için doğru soru. Bu sorunun keşfinden ibaret değil mi yaşam? Hakiki arzumu biliyorum ama ona erişemiyorum diyenlere ise İbn Arabî bir sırrı fısıldıyor: "Arzun sahih olsaydı sana çareler gösterilirdi."
Dipnotlar:
1. Hüseyin Baran, (2017) "Fenomen Kavramının Görsel İletişim Tasarımı ve Minimalizm Bağlamında İrdelenmesi", Tykhe Sanat ve Tasarım Dergisi, s. 163
2. Nihal Kocabay Şener & Gözde Öymen Engindeniz, (2023) "Fenomen Aktivizmi: Çevreci Fenomenler Üzerine Bir Araştırma" Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, s. 131