GIDA KRİZİ KAÇINILMAZ SON OLABİLİR Mİ?
İnsan nüfusu her geçen gün daha da artıyor ancak ekilebilen tarım arazileri insan nüfusu kadar artmıyor. İnsan nüfusunun artış oranı tüketilebilen tarım ürünleri oranının ne yazık ki üstünde. Ayrıca çeşitli nedenlerle tarım arazileri kayba da uğruyor. Durum böyleyken gelecekte bizi bekleyen kuralık riski ve iklim krizini de dikkate alacak olursak gıda krizi kaçınılmaz bir son gibi duruyor.
Gıda güvenliği bakımından suların azalması ve bunun dolaylı etkilerinden biri olarak çiftçilerin temiz suya zor ulaşması ya da ulaşamaması durumunda kirletilmiş su veya suyun tekrar kullanılması beraberinde gıdada kontaminasyonlar oluşuyor. İlave olarak nem ve sıcaklık değişikliğinden dolayı bakteri patojenlerin üreme şartlarının daha elverişli hale gelmesi ve bu mikroorganizmaların artması da bekleniyor.
Birleşmiş Milletler'in 6 ayda bir yayınlanan Hükümetler arası iklim krizi panelinin en son 2021'de yayınlanan raporunda işaret ettiği endişe verici bir durum söz konusu. Durum bu şekilde devam ederse 2050'ye kadar 2.5 derece civarında bir sıcaklık artışı öngörülüyor. Bu, Dünya Sağlık Örgütü'nün raporlarında da mevcut. Eğer sıcaklık 1 derece artarsa gıda salgınlarında en önemli konulardan biri olan salmonella hastalığı vakalarında artış kaçınılmaz olabilir. Bu salgınla ilgili gelecekte yüzde 5.5'lik artış bekleniyor ve bu çok ciddi bir rakam.
Yine yüksek sıcaklık ve nem artışlarına bağlı olarak tarlalarda ve gıda depolarında küf ve küf toksinlerinin artması bekleniyor. Patojenlerin çoğalmasından dolayı hayvan hastalıklarının artması beraberinde daha çok antibiyotik kullanılması, antibiyotik direncinin artması ve insanlara bulaşmasının kolaylaşması gibi birçok etkiye dolaylı olarak yol açacağa benziyor.
Olayın bitki kanadına bakacak olursak pestisit kullanımının artması gibi birçok faktör ve olumsuz etki bizleri bekliyor. Baktığımız zaman gıda krizi çok geniş bir kavram ve dolaylı olarak birçok şeyi etkileyebiliyor. Dolayısıyla birey olarak bize çok büyük bir sorumluluk düşüyor. Gıda krizine karşılık kaynakları doğru ve verimli kullanmak biz tüketicilerin elinde… İsrafı önlemek, kaynakları doğru değerlendirmek ve güçlendirmek de yine bize düşüyor.
Yapay et beklenilen rağbeti görmedi
Dünya'da artan nüfus nedeniyle hızla azalan besin kaynaklarına alternatif gıdalar aranıyor. Et ise bu gıdaların başında geliyor. Canlı hayvan üretiminin çok üzerinde bir et tüketiminin olması endüstriyel üretim alanında çözüm bulma çabalarını da arttırdı. Durum böyle olunca etten aldığımız proteine denk bir protein arayışı hızlanarak laboratuvar ortamında et üretilmeye başlandı. Laboratuvar ortamında hayvan hücresinden çoğaltılarak elde edilen ete "yapay et" adı verildi.
Yapay etin amacı aslında oldukça basit: Geleneksel olarak üretilen hayvanlarımıza alternatif üretmek, et maliyetlerini düşürmek, azalan kaynakları bir noktada rahatlatmak. Ama istenilen gibi oldu mu? Tartışılır. Yapay et furyası, Covid-19 döneminde yaşanan et tedarik problemleri ile ilgi gördü fakat popülerliğini koruyamadı. Yapay et üreten firma yetkilileri önceki yıllara oranla düşüş yaşandığını ve beklenen rağbetin görülmediğini doğruladı. Peki, yapay et neden tercih edilmiyor? İnsanların önyargılı davranma sebebi nedir?
Öncelikle yapay etin daha az tercih edilmesinin sebepleri arasında gerçek et tadının ve kokusunun olmaması, iştah açıcı bir görüntüsünün bulunmaması öne çıkıyor. Bunun yanı sıra maliyetinin gerçek et maliyetinin üzerinde olması tercihi daha da azaltan sebepler arasında. Toplum laboratuvar üretimi bir gıdayı tüketme konusunda tedirgin. "İçerisinde ne var, tam kapsamlı analizleri yapılmış mı, ileriye dönük hastalık yapar mı, kansere yol açar mı?" gibi sorular zihinleri meşgul ediyor.
Zaman zaman bilim kurgu filmlerinde de laboratuvar deneyleri konuları işleniyor. Laboratuvarda yanlış bir işlem yapılması ve bunun sonucunda tüm dünyanın tehlikeye girmesi konusunu işleyen filmlere sıkça rastlanıyor. Filmlerin gerçekliğinin olmadığını bilsek de bu senaryolar bilinçaltımızda yer ediniyor. Haliyle insanlar bu tarz filmlerin etkisinde kalıp ileriye dönük etkilerini bilmedikleri bir ürünü tüketmek konusunda tedirginlik yaşıyor.
Kapsül haplar sağlıklı mı?
Gıda kaynaklarını korumamız ve yaşadığımız dünyamızın ekolojik dengesini sağlamamız kaçınılmaz bir zorunluluk. Aksi halde tüketilebilir kaynakların hızla azalması ve bunun gıda krizine yol açması muhtemel. Bu tür endişeler sebebiyle toplumda bilim kurgu filmlerindeki gibi kapsül hap ile beslenme fikri ortaya atılıyor. Bu düşünceyi ele alacak olursak şu an sporcuların çoğunlukla kullandığı takviye gıdalarının (protein, vitamin, mineral vb.) bir kısmı kapsül hap ile servis ediliyor.
İlerleyen zamanlarda tüm beslenmemizi kapsül haplarla sağlayacağımızı bir düşünelim. Bu ne kadar sağlıklı? Gerekli protein, vitamin ve minerali alabiliyorsak bu bizim vücudumuz için yeterli midir? Bence tartışılır. Çünkü vücudumuzun protein, vitamin minerallerden başka şeylere de ihtiyacı var. Örneğin kalori. Evet, vücudumuzun kaloriye de ihtiyacı var. Kalori gibi daha sayabileceğimiz birçok biyo-yararı olan gıda parametresi bulunuyor. Teknolojik anlamda bu parametreleri ve kalori ihtiyacımızı giderebilecek kapsül haplar üretilirse ve aynı hapın içerisine vitamin ve mineral eklenirse ileriye dönük kapsül haplarla beslenme konusu daha çok gündemimize girebilir.
Fakat lezzet kavramını da unutmamak gerek. Lezzet bu kapsül hapın neresinde? Hapın tatlandırıcılarla tatlanmasından bahsetmiyorum. Burada yemeklerden almış olduğumuz lezzeti kaybetmiş oluyoruz. Yemek kültürünü ve yemek yerken sosyalleşme alışkanlığımızı kaybederiz. Çünkü yemeği sadece doymak için yemediğimizi, yemek yemenin bir sanat olduğunu ve yerken sosyalleşmenin de olması gerektiğini düşünen insanların sayısı bir hayli fazla.
Gelecekte böcek tüketecek miyiz?
Nüfusla beraber artan et ve hayvansal protein ihtiyacını karşılamak için çeşitli yollar deneniyor. Bu çözümlerden biri de böcekler. Gün geçtikçe ortaya çıkma ihtimali kuvvetlenen bir gıda krizinin çözüm yollarından biri olarak görülüyor böcekler. Peki, gerçekten böcek tüketilir mi? Dünyada birçok ülke böceği besin olarak tüketiyor. Belki size iğrenç olarak gelen bu durum bazı ülkeler için kültür ve geleneksel bir olaydır. Asya Afrika ve Güney Amerika birçok böceğin tüketildiği bölgelerin başında geliyor.
Birçoğumuza tiksinti mide bulantısı ve iğrenme hissini uyandıran böceklerin ne gibi faydaları olabilir? Yüksek mineral vitamin ve proteinin yanı sıra içerisinde kalsiyum demir, fosfat gibi içerikleri bulunduran böcekler yağ oranlarının düşük, protein oranlarının yüksek olması nedeniyle ete alternatif bir ürün olarak düşünülüyor.
Protein oranı yüksek böceklerin başını ise çekirge çekiyor. BM raporuna göre çekirge yüzde 70-75 oranında protein içeriyor. Verilen bu oran bir hayli yüksek ve bu durum onun protein kaynağı olarak öngörülmesinde ciddi rol oynuyor. Çekirge hızlı çoğalabilen ve çok bulunan bir canlı olması (bilindiği üzere birkaç ülkede çekirge istilası da meydana gelmiştir), içindeki besin değerinin yüksek olması nedeniyle diğer böceklere oranla daha fazla tüketiliyor. Ayrıca, özellikle Asya ülkeleri Japonya, Çin, Tayland, Hindistan, Endonezya gibi bazı ülkelerde çekirge tüketme alışkanlığı mevcut. Buna rağmen böcek tüketmek dünyanın diğer ülkelerinde tiksinme nedeniyle tercih edilmiyor.
Zürafa sütü, inek sütüne alternatif olabilecek mi?
Dünya üzerinde tüketilebilir kaynak azaldıkça yeni arayışların çıkması da çok normal. Bu konuda özellikle süt ile ilgili birçok teori ortaya atılıyor. Örneğin, yakın gelecekte market raflarında zürafa sütü ve sentetik süt göreceğimiz iddia ediliyor. Bu hususta sadece zürafanın değil, diğer hayvanların sütleri üzerinde de araştırma yapılıyor. İnek sütü de eti gibi çok talep gören ve gelecekte belki de talebi karşılayacak ölçüde artmayacak bir besin. Bilim insanlarının bu duruma alternatif bulma çabaları her geçen gün artıyor. Zürafa da bu arayışlardan birinin konusu…
Ancak zürafa olayı yeni değil. Yeni değil çünkü ilk olarak 1960'lı yıllarda böyle bir çalışma başlatıldı. Yapılan araştırmalara göre zürafa sütünün diyabet hastalığına yakalanma riskini azalttığı gibi vitaminler bakımından da zengin olduğu bildiriliyor. Peki, tüm dünyayı besleyecek kadar zürafa
ve sütü mevcut mu? Bozulmadan tedariği ve teknolojisi sürdürülebilir mi? Bu tür sorular akıllara gelmiyor değil. Mesela, dünyadaki tüm zürafalardan marketlere girebilecek kadar süt elde edilebilir mi? Sürdürülebilir mi? Yakın gelecekte bunun cevabını hep birlikte göreceğiz.