AYASOFYA’NIN TARİHİ, MİLLETİN SEVİNCİ
Dünyada tek olarak anıldı
Doğu Roma İmparatorluğu'nun İstanbul'da yaptığı en büyük kilise olan Ayasofya, aynı yerde üç kez inşa edildi. II. Konstantin tarafından 360 yılında yapılan mabet, Hagia Sophia (Kutsal Bilgelik) olarak isimlendirildi. Socrates Scholasticus'un kayıtlarından gümüş kaplı perdelerle süslü ilk Ayasofya'nın Artemis Tapınağı üzerine inşa edilmiş olduğu öğrenilmektedir. Birinci Ayasofya, Doğu Roma İmparatoru Arkadios'un eşi Evdokia'nın Ayasofya önüne gümüş kaplamalı bir heykelinin dikilmesi üzerine çıkan ayaklanmada, yapılışından 44 yıl sonra büyük ölçüde yıkıldı. Arkadios'un ardından başa geçen İmparator II. Theodosios tarafından mimar Ruffinos'a yeniden yaptırılan Ayasofya, 415'te ibadete açıldı.
İkinci Ayasofya, 532'ye kadar şehrin en büyük kilisesi olarak varlığını devam ettirdi. Nika İsyanı sırasında büyük zarar gören yapı I. Justinianus tarafından 537 yılında yeniden inşa edildi. İmparatorluğun her yerinden tapınak, hamam ve saraylardan sütun, korkuluk, çerçeve ve pencere parmaklıkları sökülüp İstanbul'a getirildi. Bu malzemeler başta Kizikos'un (Aydıncık- Kapudağı Yarımadası) doğu sahillerindeki Belkıs harabeleri, Aspendos, Efesos'ta (Ayasuluk- Selçuk) Artemis Mabedi, Suriye'nin Baalbek bölgesi olmak üzere Anadolu ve Suriye'nin diğer antik şehir kalıntıları ve
eski abidelerden temin edildi. Binanın zemin duvarlarını kaplayan beyaz mermerlerin Marmara Adası'ndan, yeşil somakilerin Eğriboz Adası'ndan, pembe mermerlerin Afyonkarahisar civarındaki Synada'dan, sarı mermerlerin Kuzey Afrika'dan, orta ve yan nefleri birbirinden ayıran dördü sağda, dördü solda bulunan yeşil siyah damarlı mermer sütunların Efes Diana Mabedi'nden, yarım kubbe altında 8 büyük kırmızı sütun ise Mızır Heliopolis'ten getirildi. Ayasofya'nın havadaymış gibi duran geniş kubbesinin yapımında çok hafif olduğu için Rodos toprağı tercih edildi.
532'de yıkılan Ayasofya için fizikçi Miletli İsidoros ile matematikçi Trallesli Anthemius'un kontrolünde daha büyük ve farklı bir tasarım yapıldı. Mimaride
yeni bir anlayışı gösteren bu kilise yapılır yapılmaz derhal mimarinin baş eserlerinden biri olarak kabul edildi. Mimarın böylesine büyük bir açık mekânı sağlayabilecek devasa bir kubbeyi inşa edebilmede İskenderiyeli Heron'un teorilerinden yararlanılmış olma ihtimali savunuluyor. Ziyaretçileri üzerinde derin bir etki bırakan Ayasofya o dönemde "dünyada tek" (singulariter in mundo) olarak anılmıştır.
Haçlı seferlerinde yağmalandı
Konstantinopolis Patriği'nin kilisesi ve Doğu Ortodoks Kilisesi'nin bin yıl boyunca merkezi olan Ayasofya, 1054 yılında Patrik I. Mihail'in Papa IX. Leo
tarafından aforoz edilmesine şahitlik etmiştir. Bu olay, genel olarak Schisma'nın, yani Hristiyanlık tarihindeki en önemli olaylardan biri olan Doğu ve Batı kiliselerinin ayrılmasının başlangıcı sayılır. Ayasofya ayrıca mimari bakımdan merkezî planı birleştiren kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak ele alınır. Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Ayasofya yağmalanır. Bu dönemde Ayasofya, Roma Katolik Kilisesi'ne bağlı bir katedrale dönüştürülür. 1204'de Latin İmparatoru I. Baudouin imparatorluk tacını burada giyer. Yapı 1261'de tekrar Bizanslıların kontrolüne geçtiğinde ise yıkılmaya yüz tutmuş bir durumdaydı. Mezar taşları, özel kefen bezleri, altın ve gümüş süslemeler, Meryem'in sütü, azizlerin kemikleri gibi halkın kalbinde maddi ve manevi değere sahip birçok parça çalınmıştı. Restorasyon faaliyetleri yıllar içinde aralıklı olarak sürdü.
Fethin sembolü padişahların gözbebeği
Osmanlı İmparatorluğu'nun 7. padişahı II. Mehmet'in 29 Mayıs 1453'te İstanbul'u fethiyle Ayasofya, bir nişane olarak camiye dönüştürüldü. Fetihle birlikte "Fatih" unvanını alan Sultan Mehmet Han, fetihten sonraki ilk cuma namazını Ayasofya'da kıldı. Padişah, Ayasofya'yı camiye çevirdikten
sonra en önemli gelir kaynaklarını aktardığı Ayasofya Camii Vakfı'nı kurdu. Ayasofya'ya bir minber ve mihrap yaptıran Fatih Sultan Mehmet, ayrıca medrese, kütüphane ekletti. Ayasofya'nın ilk minaresi de bu dönemde yapıldı. Diğer minare ise II. Beyazıt döneminde eklendi.
Bizans döneminde farklı bölgelerden gelen en iyi malzemeyle inşa edilen Ayasofya, Osmanlı döneminde padişahların gözbebeği oldu. Çıkılan seferlerden, fethedilen topraklardan ele geçirilen en kıymetli parçalar cami içine hediye olarak getirildi. Kanuni Sultan Süleyman fethettiği Macaristan'dan getirdiği iki kandili Ayasofya'ya hediye etti. Ayasofya, II. Selim döneminde (1566-1574) yorgunluk belirtileri gösterdiği için Osmanlı mimarbaşı Mimar Sinan tarafından eklenen dış istinat yapılarıyla takviye edilip sağlamlaştırıldı. III. Murat, Bergama'da bulunan Helenistik dönemden kalma Bektaşi taşından mamul iki küpü, ana salona yerleştirdi. I. Ahmet devrinde mihraba besmele yazdırıldı. IV. Murat cami içini hat levhalarla süsledi. III. Ahmet döneminde cami ortasına büyük bir top kandil asıldı. I. Mahmut, 1739'da bir kütüphane ile binanın yanına bir medrese, bir imarethane ve bir şadırvan ekletti. III. Selim halıların tamamını değiştirdi, Mehmet Esad Yesari hattı ile yazılmış iki levha astırdı.
Ayasofya'nın en ünlü restorasyonlarından biri Sultan Abdülmecit'in emriyle mimar Fossati kardeşler tarafından 1847-1849 yılları arasında gerçekleştirildi. Kubbe, tonoz ve sütunları sağlamlaştırıldı ve binanın iç ve dış dekorasyonunu yeniden elden geçirildi. Üst kattaki galeri mozaiklerinin bir kısmı temizlendi, çok tahrip olanları ise sıvayla kaplandı ve altta kalan mozaik motifleri bu sıva üzerine resmedildi. Kazasker Mustafa İzzed Efendi'nin eseri olan, önemli isimlerin hat sanatıyla yazılı olduğu yuvarlak dev tablolar yenilenip sütunlara asıldı. Ayasofya'nın dışına yeni bir medrese
ve muvakkithane inşa edildi. İstanbul'un fethinden sonra eklenen yapılar sayesinde türbeleri, hamamı, kütüphanesi ve sebiliyle Ayasofya, bir Osmanlı külliyesi halini aldı.
Sessizlik sona erdi beklenen gün geldi
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla Ayasofya'nın tarihi de değişti. 1930-1935 yılları arasında restorasyon çalışmaları yapıldı ve cami kapalı kaldı.
Bakanlar Kurulu'nun 24 Kasım 1934 tarihli kararıyla Ayasofya, müzeye dönüştürüldü. Yüzyıllar sonra mermer zemindeki halıların kaldırılmasıyla zemin döşemesi, insan figürlerini örten sıvanın kaldırılmasıyla da mozaikler tekrar gün yüzüne çıkarıldı. Yapının 1936 tarihli tapusukaydı ise şu isimle yapıldı: "Ayasofyayı Kebir Camii Şerifi". Yapının sistemli incelenmesi, restorasyonu ve temizlenmesi ABD'deki Bizans Enstitüsü tarafından yapıldı.
1940'lı yıllarda yabancı bir ekip tarafından bina taş taş ölçüldü ve rölöveleri çıkartıldı. Sütunları, kapıları, duvar kaplamaları, mozaikleri, küpleri, iç süslemeleri, mahfiliyle dünyanın en önemli yapılarından biri olan mekânda III. Mehmet, III. Murat, II. Selim, I. Mustafa başta olmak üzere yüzden fazla hanedan mensubunun mezarları da koruma altındadır.
Ayasofya'nın tekrar cami olması için 1950'li yıllardan itibaren hayaller kuruldu, şiirler yazıldı, besteler yapıldı, dergiler çıkartıldı. Hem siyasi hem dini hem de kültürel olarak bir sembol haline geldi. Ayasofya'nın ibadete açılma serüveni uzun yıllar içinde atılan küçük adımların neticesinde yüz güldüren bir sonuca kavuştu. 1991 yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal döneminde Ayasofya Müzesi'nin bir bölümü cami olarak ibadete açılmıştı.
2016 itibarıyla ise Hünkâr Kasrı bölümüne imam atandı ve vakit namazları kılınmaya, minarelerinden Sultanahmet Camisi ile 5 vakit çifte ezan okunmaya başlandı. Böylece 85 yıllık sessizlik sona erdi. 24 Temmuz 2020 günü Başkan Recep Tayyip Erdoğan ve siyasilerin yanı sıra dünyanın farklı ülkelerinden gelen Müslümanların yoğun katılımıyla ilk namaz kılındı.
Erdoğan, "Ayasofya'nın Diriliş Manifestosu"nda şu ifadeleri kullandı: "Ayasofya'nın her devirde bu milletin tüm fertlerinin gönlünde ayrı bir yeri olmuştur. Bizim de gençlik yıllarımızdan beri kalbimizde bir Ayasofya sevgisi vardır. Bu mabedi kültür hazinesi kimliğine halel getirmeden vakfiyesine uygun şekilde yeniden ibadete açarak, milletimize önemli bir hizmet verdiğimize inanıyoruz… Bugün Ayasofya, inşa edildiği tarihten itibaren defalarca şahit olduğu yeniden dirilişlerinden birini yaşıyor. Ayasofya'nın dirilişi, Mescid-i Aksa'nın özgürlüğe kavuşmasının habercisidir. Ayasofya'nın dirilişi, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların fetret devrinden çıkış iradesinin ayak sesidir. Ayasofya'nın dirilişi, sadece Müslümanların değil, onlarla birlikte tüm mazlumların, mağdurların, ezilmişlerin, sömürülmüşlerin umut ateşinin yeniden alevlenişidir. Ayasofya'nın dirilişi, Türk Milleti, Müslümanlar ve tüm insanlık olarak dünyaya söyleyecek yeni sözlerimiz olduğunun ifadesidir… Ayasofya'nın dirilişi, Bedir'den Malazgirt'e, Niğbolu'dan Çanakkale'ye kadar tarihimizin tüm atılım dönemlerini yeniden hatırlayışımızın adıdır… Türkiye, son dönemde attığı her adımla, artık zamanın ve mekânın nesnesi değil öznesi olduğunu göstermektedir. Millet olarak verdiğimiz tarihi mücadeleyle, temsilcisi olduğumuz medeniyetin aydınlık geleceği için maziden atiye tüm insanlığı kucaklayan bir köprü kuruyoruz. İnşallah bu kutlu yolda yürümeye, durmadan, duraksamadan, yılmadan, azimle, fedakârlıkla, kararlılıkla, menzile ulaşana kadar devam edeceğiz."
Üstat Necip Fazıl "Açılacak" demişti
"Sakarya Türküsü" başta olmak üzere Türk edebiyatının en kıymetli metinlerine imza atan Necip Fazıl Kısakürek, Ayasofya mücadelesinin en ön saflarında yer almış bir mütefekkir. Üstat verdiği bir konferansta Ayasofya için şöyle diyordu: "Ayasofya açılacak. Hem de öylesine açılacak ki kaybedilen bütün manalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak. Öylesine açılacak ki bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek."
Muhammed Ali'nin coşku dolu ziyareti
Ayasofya dendiğinde dünyaca ünlü boksör Muhammed Ali'nin ziyareti de bazı gönüllerde yer etmiştir. Bir dönem gençliğinin mücadelesinde simge olan, sloganlarda anılan Ayasofya önünden uğruna uykusuz kalınan, Müslümanların dünyadaki en meşhur temsilcilerinden biri olan Muhammed Ali geçti. Malcolm X'le birlikte dönemin öncü isimlerinden olan boksör,1964 yılında Müslüman olup Cassius Marcellus olan adını da Muhammed Ali olarak değiştirmşiti. Efsanevi boksör, 1976 yılının Ekim ayında Türkiye'ye geldi. İstanbul Atatürk Havalimanı'nda dönemin Milli Selamet Partisi Genel
Başkanı merhum Necmeddin Erbakan tarafından karşılandı. Kendisini karşılayan binlerce kişiyle birlikte Sultanahmet Camii'ne gidip Cuma namazı kıldı. Ayasofya'yı ve Topkapı Sarayı'nı da gezerek bölgede coşkun kalabalığı selamladı ve unutulmaz bir hatıra bıraktı. Ayasofya'nın tarihi serüveni
içinde unutulmaz bir mücadele veren Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği'nin kurucu başkanı 75 yaşındaki İsmail Kandemir'i de analım. Kandemir, Danıştay'a başvurarak Ayasofya'nın ibadete açılması için süreci başlatan kişi. Henüz 20'li yaşlardayken Ayasofya'ya gidip gizli gizli namaz kıldığını anılarında anlatan Kandemir, "Orası benim için bir ideal, bir hedef" diyor.