ÜLKESİNE VE HALKINA NEFRET DUYANLARIN MAKRO İDEOLOJİSİ BATILI DEVŞİRME AYDINLAR VE YERLİ ORYANTALİSTLER…
İngiltere, 300 milyonluk Hindistan'ı 60 bin asker, 90 bin işadamı/ misyoner ve 4 bin devlet memuruyla işgal etti. Nedense bu devasa orantısız güce rağmen Hintliler, ülkelerini sömürmek isteyenlere karşı direnişe geçemedi. Edward Said, Kültür ve Emperyalizm kitabında Hintlilerin, düşmanı kovamamalarının nedenini yönetici ve aydınların "oryantalize oluşlarına" yani İngilizleri üstün görmelerine bağlar.
Ne yazık ki bu oryantalize olma travması, bugün ülkemizde daha ileri aşamalara ulaşmış halde. Bakıyorsunuz Batı'nın gönüllü askerliğine soyunan kimi "Müslüman kalemler" sömürgeci zihniyet adına bu ülkenin değerlerine ve milli iradesine küstahça saldırabiliyor.
Yazıp söyledikleriyle adeta "yerli bir oryantaliste" dönüşen kimi aydınlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a oy verenleri "Batılılaşamamış yoksullar" diye aşağılamaktan çekinmeyecek kadar şirazelerini kaybetti. Bu müstemleke entelektüellerinin tavır ve reaksiyonları, AK Parti'nin birinci geldiği halde
tek başına iktidar olamadığı 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını "Yeni bin yılın Selahaddin'i durduruldu" şeklinde yorumlayan Batı medyasını bile solladı. Hatta "daha aşağı" bir zaviyeden konuşmaya başlayanları dahi oldu.
Bazıları Müslüman ve muhafazakâr kimlikleriyle bilinen bu aydınların zihni ve ahlaki aidiyetlerindeki kültürel ve siyasi kimlik krizinin hayli derinleştiğini
gördük. Yoksa vesayet rejiminin folklorik bir nesne kadar bile değer vermediği bu muhafazakâr kimlikli oryantalistlerin hadlerine mi halkın yüzde 52 oy verdiği Erdoğan'ın meşruiyetini sorgulamak?
Eğer medya ve akademideki '"akbabalar" birer yerli oryantaliste dönüşmeseydi Fehmi Koru gibi muhafazakâr bir isim İsrail, İngiliz ve Amerikalılara rahmet okutacak şekilde "Erdoğan'ı Beştepe'den alın Çankaya'ya hapsedin" tarzı bir çirkinliğe imza atabilir miydi?
Unutmayalım, sömürgeci zihniyet bu ülkeye ve halkına nefret duyanların "makro ideoloji"sidir. Yakasını bu ideolojiye kaptırmış isimlerin dile getirdiği bütün yol haritaları da çözümler de bu nedenle sadece Batılı emperyal merkezlere çıkar.
Tarih aydınları yargılar
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dediği gibi "Tarih hiçbir halkı mahkûm etmez. Onun yerine aydınlar ve yöneticilerini yargılar…" Bu anlamda, Korugillerin varacağı son menzil ruhsuz, paragöz, köksüz, inançsız, duygusuz ve hain damgası yiyen Damat Ferit Paşa ve Diyap Ağa'ların yurdu olacaktır, Mehmet Akif'lerin değil.
Bu halk, her seçimde Recep Tayyip Erdoğan'a destek vererek Batı'yla aynı frekanstan yayın yapan yerli oryantalistlerin foyasını defalarca meydana çıkardı. Batı'da siyasal İslam'ı bir seçenek ve umut olmaktan çıkarmak için devreye sokulan stratejiler, bugün sistematik "Erdoğan düşmanlığı" ile sembolize ediliyor.
Eğer Erdoğan, Müslüman bir ülkeyi kalkındırıp onu bölgesi ve İslam dünyası için ilham kaynağı haline getirme "suçunu" işlemeseydi, hedef tahtasına dönüşmeyecekti. Çünkü bir "siyah kuğu" işlevi gören Erdoğan, Türkiye'yi ve temsil ettiği İslam medeniyetini "terör" ile özdeşleştirip saf dışı bırakmak isteyenlerin kirli küresel tezgâhlarını bozuyor.
Ama gel gör ki, düşman safına geçen Korugiller ve diğer "akbabalar" bu sömürgeci zihniyetin ocağına odun taşımakta bir beis görmüyor/görmedi. Hem de "üç kuruşluk zahmetiye" karşılığında.
Oysa kendini "en gelişmiş dindar ülke" diye pazarlayan ABD'nin İslam dünyasına açtığı savaşın kadrajına, hedefte Korugillerin de yer aldığı Batı'nın Siyonist-evanjelik dili egemendir.
Bu yeni Mesihçi ve Siyonistevanjelik söylemde şeytan hep ötekidir. Düzensizdir. Kaos ve korku kaynağıdır. Adeviyye'de secdedeyken şehit edilen Esmalar'dır. Evi başına yıkılan Filistinlidir. Kafeslere kapatılan Taliban'dır. Yurdundan sürülen Arakanlıdır. Ebu Gureyb'de kum torbaları gibi üst üste çırılçıplak istif edilen Iraklıdır. Guantanamo'da uzaylı muamelesi gören Müslüman esirlerdir. Halepçe'de böcekler gibi zehirlenen Kürt'tür. Evinde katledilen Amerikalı Müslüman gençlerdir. Çin işkencesiyle yaşayan Doğu Türkistanlıdır. Dünyanın gözü önünde soykırıma uğrayan Çeçen ve Boşnaklardır. Soyu tüketilen Kızılderili'dir. Evine ekmek götürürken sırtından vurulan Afro-Amerikalıdır. Zindanlarda katledilen Mursilerdir.
Ve girdiği bütün seçimleri kazanmasına rağmen hayâsız bir şekilde her seferinde içeriden ve dışarıdan sistematik bir manipülasyonla hep "diktatörlük" ile itham edilen Erdoğanlardır.
İnsanı hayvanlaştırma projesi
Bu strajediyi, aslında Korugillerin birer dişlisi haline geldiği sistemin sömürgeci ve emperyal kurgusu üretiyor. Çünkü sahip olunan mali, insani ve siyasi kaynakların dağılımı ve dağıtımı hem nicelik hem nitelik olarak çok eşitsiz… Paylaşım, tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de ihtiyaca göre değil güce ve kuvvete göre şekilleniyor.
Doğası "şahsi çıkar ve fayda" üzerine inşa edilen Batılı birey, post-yapısalcı Gilles Deleuze ve Félix Guattari'nin ifadeleriyle söylersek, "Katı merkezîlik, otorite, istikrar ve itaati gerektiren "paranoyak kişilik" tipiyle birleşince, ötekinin farklılığına asla tahammül edemeyen saldırgan bir "faşist insan"a dönüşüverdi..."
Sadece dünyanın belli bir bölgesinden ve tarihin belli bir kesitinden konuşan bu faşist Batılı bireye ve onun dünyanın farklı bölgelerindeki oryantalist kopyalarına savaş açan Alman filozof Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844-1900), haklı olarak "insan geçmiş kuşakların tortusudur" der. Çünkü Batılı emperyal sistemin kavramsallaştırdığı insanın geçmişi, tarihi, dini ve kültürü yok sayıldı. Bunların yerine sadece ihtiyaçları olan "liberal birey" konuldu. Bu, insanı bir tür "hayvanlaştırma" projesidir. Sigmund Freud (1856–1939) bu sapkınlığı, Batı uygarlığı ve insanının "kültüründeki huzursuzluğa" bağlar.
Şimdi de Batı, dört yüz yıllık travmatik kültüründen neşet eden bu sömürgeci ve ırkçı şiddeti Samuel Huntington'un "medeniyetler çatışması", George W. Bush'un "terörle mücadele" ve Avrupalı İslam ve Türk düşmanı İslamofobik ve Turkofobik neonazilerin "kulturkampf"(kültür savaşı) adlı projeleri üzerinden, önce yerli oryantalistlerin zihnine boca ediyor ardından da birer birer pratiğe döküyor.
Kovboy demokrasisi
Fakat ne yapsalar da Batılı ülkeler ve onların devşirmesi konumundaki yerli oryantalist aydınlar, üç asrı bulan varlıklarına rağmen Müslüman coğrafyasında hâlâ siyasi meşruiyet kriziyle boğuşuyor. Psikolojik, kültürel ve siyasal krizlerle boğuşan bu aidiyeti sorunlu kesimler bir de utanmadan halkından yüzde 52 oy almış Erdoğan'ın meşruiyetine dil uzatıyor. Asıl buna yeltenenlerin zihni melekelerinin meşruiyeti sorgulanmalıdır.
Bu sakat yaklaşımdan dolayı, Cumhurbaşkanı'nı hedef seçen Korugillerle onların Mesihçi, Batılı ve sömürgeci efendileriyle bir uzlaşıya varılamayacağına inanıyorum. Mısır ve Tunus örneklerinde de şahit olduğumuz üzere her tür işbirliği çabası akamete uğrayacaktır. Unutmayalım ki
Batı ve onun devşirme entelektüelleri, dünyanın geri kalanı için "ya işgal ya da vesayet rejimlerini" reva görür.
Batılı devşirmelerin "İnsan hakları, demokrasi ve özgürlük" gibi emperyal içerikle donatılmış kavramları nasıl birer "vesayet ideolojisi"ne dönüştürdüğünü iyi bilmeliyiz. Batı ve onun yerli taşeronları, mecbur kalmadıkça Müslümanlara asla hayat hakkı tanımaz.
Kurallarına göre oynasanız da onlarla imzalanan anlaşmalara sadık kalacağınızı beyan etseniz de, sandığa gidip kazansanız da sömürgeci ve oryantalist akıl sizi hep reddeder ve fırsatını yakalayınca da devirir. Ya da 15 Temmuz 2016'da gördüğümüz üzere devirmeye ve işgal etmeye yeltenir.
Asıl neden, Batı'nın ve devşirme aydınlarının ötekiyi özgür ve eşit olarak kabul edememesidir.
En küçük bir inisiyatif kullanmanız halinde bile sizi "despot ve diktatör" ilan eder. Nitekim bugünlerde, özellikle de Türkiye'deki her seçim öncesi olduğu gibi yine 14 Mayıs'ta yapılacağı açıklanan seçimlere daha dört ay varken Batı siyaseti ve medyası ve onun yerli devşirmeleri topyekûn Haçlı saldırısına başladı.
Wall Street Journal'dan The Economist'e, BBC'den CNN'e ve New York Times'tan Financial Times'a kadar bütün Batı medyası sabah akşam "İkinci Bin Yılın Selahaddin'i" diye niteledikleri Erdoğan'ı nasıl durdurabiliriz diye her türlü beşinci kol faaliyetini yürütüyor. Her tür manipülasyona, yalan haber ve iftiraya başvuruyor. Onlar dışardan yerli oryantalistler ve devşirme aydınları da aynı saldırıları içeriden sürdürüyor. Batı bunu yaparken
kendi koyduğu kuralları teker teker çiğner… Ne bir bedel öder ne de bunda bir ahlaksızlık görür. Çünkü ahlakı ahlaksızlıktır.
Yaklaşan sondan kurtuluş yok Bu anlayışı aklımızda mıh gibi tutmalıyız. Derin bir değişim sürecinden geçiyoruz. Ve nerede köklü bir dönüşüm varsa orada çetin bir savaşın yürüdüğünü unutmayalım. Yine unutmayalım ki hayatta en çok acı çekenler iyi geçinmek zorunda kalanlardır. İşte bu yüzden günümüz Çiçerolarının "En kötü barış en haklı savaştan iyidir!" çağrısında bir hinlik görüyorum. Çünkü şundan eminim. Ne yapsanız da Batı'ya ve onun devşirme aydınlarına, Erdoğan'ı ve onun arkasındaki toplumsal talebin haklılığını kabul ettiremezsiniz!
Unutmayalım ki 1977-1981 arasında ABD Başkanı Carter'ın ulusal güvenlik danışmanlığını yapan Zbigniew Brzezinski, bu yıllardaki İslami uyanışı stratejik bir risk olarak görüyordu. Francis Fukuyama da 1990'larda, İslam dünyasını liberal değerleri tehdit eden en büyük odak diye nitelemişti. Yine ABD'nin "müzmin siyasetnamecisi" Huntington ise 1980'lerde "Batı için temel problem İslami fundamentalizm değil İslam'ın kendisidir" diyerek bilinçaltını sergilemişti.
Aynı patolojik yargıyı 1990'larda da sürdüren Huntington, Batı'nın diğer medeniyetlerle girişeceği savaşın merkezinde yine İslam'ın yer alacağını ilan
ediyordu. Yani İslam ile kast edilen şey, İslam dünyasının çelik çekirdeği diye nitelenen Türkiye'nin durdurulması ve kontrol edilmesiydi. Fakat
saldırdıkları Türkiye değil bizzat çöküşün eşiğinde olan artık Batı'nın kendisi. Askeri ve ekonomik gücü sarsılan Batı dünyası ve onun devşirme aydınları, kültürel olarak bütün cazibesini kaybediyor.
Kavramları kirlenen Batı'nın meşruiyet krizi derinleşiyor. Batılı bazı insaflı aydınlar trajedilerini "içi boşalan liberal demokrasi"yi savunmaya
bağlıyor. Bu nedenle hakikati çarpıtma ve yeniden kurgulama gücünü yitiren Batı ve onun devşirmeleri artık tarihin ritmine ayak uyduramıyor. İşte bu yüzden Türkiye yükseldikçe ölüm sancıları daha da artıyor ve bu yüzden can havliyle saldırıyorlar. Fakat ne yapsalar da o korktukları şey başlarına gelecek. Bundan kurtulamayacaklar. Batı da onun devşirme aydınları ve yerli oryantalist sürüleri de bunu bizzat yaşayarak görecek.