KURAN MUSHAF’I YAKMA VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
Geçtiğimiz haftalarda Rasmus Paludan isimli ırkçı aşırı sağcı İsveçli siyasetçinin Kuran yakma eylemi çok sayıda tepkilere neden oldu. Ancak daha önceki eylemlerinde olduğu gibi Paludan hem İsveç polisi tarafından hem de çeşitli entelektüel çevreler tarafından ifade özgürlüğü savı ile savunuldu.
Peki, gerçekten Kuran Mushaf'ı yakma eylemleri ifade özgürlüğü ile savunulabilir mi? Bu yazımızda bu soruyu tartışacağız. Ancak analizime geçmeden
önce iki ufak not düşmek istiyorum.
Birincisi Müslüman inancına göre Kuran fiziki kopyalarında var olan bir "nesne" değildir. Kuran evrene aşkındır ve yakılabilecek bir şey değildir. Paludan'ın eylemlerinde yaktığı şey, Kuran'ın anlamının metne dökülmüş bir Mushaf'ıdır. Elbette Müslümanlar Mushaf'a karşı da büyük saygı duyarlar ve ona da hürmet gösterirler. Ancak çoğu Müslüman olmayan Avrupalıdaki yaygın "Kuran=Mushaf" kanaatinin hatalı olduğunu vurgulamak önemlidir. Kuran her türlü fiziki saldırının ötesindedir.
İkincisi Avrupalıların ifade özgürlüğü tartışmalarında tutarlı olduğunu düşünmüyorum. Kuran Mushaf'ı yakmanın ifade özgürlüğü kapsamında olduğu çoğu ülkede çeşitli ifade kısıtlamaları vardır. Genellikle burada ikiyüzlü bir tavır takınılır, kendilerini hassas olduğu konularda ifade özgürlüğünü sınırlarken, diğer kültürlere özellikle de "öteki" olarak algıladıkları Müslüman kültüre aynı tavrı takınmazlar.
Mesela Paludan Kuran Mushaf'ı yakmak yerine LGBTQ bayrağı yakmaya kalkışsa Avrupa'daki entelektüeller tarafından eylemi benzer şekilde ifade özgürlüğü olarak savunulabilecek miydi? Bugün tam 17 Avrupa ülkesinde Nazilerin yaptığı soykırımı reddetmek hukuki olarak cezaya tabidir. Soykırımın işlendiği kanaatimce tarihi bir gerçektir, tıpkı dünyanın yuvarlak olması gibi. Ancak dünyanın yuvarlak olmadığını savunmak ya da düşünmek hatalı olsa da hukuki manada suç değildir. Diğer taraftan soykırımı inkârı ciddi bir suçtur, bu konu tartışmaya açık değildir!
İfade özgürlüğünde tutarsızlık
Ya da Kuran Mushaf'ı yakmayı ifade özgürlüğü başlığı altında sayan İsveç'i ele alalım. Şu anda İsveç'te tüm Rus haber ajansları yasaklı durumda; ne tweet atabiliyor ne de herhangi bir mecradan yayın yapabiliyorlar. Söz konusu gergin oldukları Rusya olduğunda ifade özgürlüğü kalkanı aşağı iniyor.
Fransa tesettürlü mayo giymeyi rahatlıkla yasaklayabiliyor. Dolayısıyla Avrupa'da çoğu entelektüelin muhtemelen farkında olmadıkları bir tutarsızlık içinde olayları analiz ettikleri kanaatindeyim. Bu nottan sonra analizimize geçebiliriz.
İfade özgürlüğü bir bireyin veya bir topluluğun misilleme, sansür veya yasal yaptırım korkusu olmaksızın fikirlerini ifade etme özgürlüğünü destekleyen bir ilkedir. İfade özgürlüğü hakkı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde bir insan hakkı olarak kabul edilmiştir. Amacı özellikle bilim, felsefe, dini tartışmalar gibi entelektüel tartışmaların özgürce yapılmasını desteklemektir.
Bu açıdan çok önemli bir ilke olduğu söylenebilir. Ancak ifade özgürlüğü ilkesi de tüm ilkeler gibi başka ilkelerle sınırlanmıştır. Mesela ifade özgürlüğü kapsamında gidip birine tokat atamazsınız, çünkü bir insana zarar vermek ifade özgürlüğünü sınırlar. Sadece eylemler değil, söylemle ilgili ifade özgürlüğü de başka ilkeler tarafında sınırlandırılabilir. Mesela çoğu düşünüre göre kişiye zarar veren iftira, müstehcen ya da pornografik paylaşımlar, kışkırtıcı ya da provokasyona neden olacak söylemler, yalan yere yemin etmek, kamu güvenliğini tehlikeye atacak bilgilerin ifşası, nefret söylemi, özel hayat ve mahremiyeti ihlal edecek söylemler, ticari sırların ifşası ve telif hakkını ihlal edecek paylaşımlar ifade özgürlüğü olarak kabul edilemez. İnsanlara zarar verebilecek ifade türleri genellikle ifade özgürlüğünün en önemli savunucularından John Stuart Mill'in zarar (harm) ilkesi ile sınırlandırılır.
Zarar ilkesinin özgürlüğe getirdiği sınır
Zarar ilkesinin Mushaf yakma durumunda en az üç ayrı gerekçe ile ifade özgürlüğünü sınırladığını düşünüyorum. Birincisi, bir eylemin ya da söylemin sonuçları çok sayıda insanın zarar görmesine yol açabilecekse o eylem ya da söylem sınırlandırılabilir. Bunun en klasik örneği insanlarla dolu bir sinemaya girip "yangın var" diye bağırmaktır. Bu kaosa neden olacak ve çok sayıda insan zarar görebilecektir. Evet, evimizde ya da boş bir salonda "yangın var" diye bağırmak ifade özgürlüğüdür. Ama insanların zarar görmesini sağlayacağı için kalabalık bir sinema salonunda yangın var diye bağırmak ifade özgürlüğü ile savunulamaz ve yanlıştır. Bir söylemin ya da eylemin ahlaki statüsü onun sonuçları ile yakından ilişkilidir. Eylemin amacı ve sonucu insan yaşamına zarar verme potansiyeli varsa o ifade özgürlüğü ile savunulamaz.
Paludan'ın eylemini ele alalım. Bu kötü niyetle motive edilmiş, sonuçları tartılmış bilinçli bir eylemdir. Bu entelektüel, ufuk açıcı ya da özgür ruhlu söylem üreten bir eylem değildir. Bu dikkatli bir şekilde planlanmış, saldırgan, ırkçı ve provokasyon amacı taşıyan bir eylemdir. Paludan'ın genel söylemlerine, İslamofobik ve ırkçı sicil kaydına bakmak konuyu anlamak için yeterlidir.
Olayın Türk konsolosluğu önünde yapılması, sosyal medya kullanımı ve önceden duyurulması da amaçla ilgili yeterli ipuçları vermektedir.
Paludan'ın yaptığı bir şey ifade etmek değildir. Eylemleri bir diyalog başlatmaz ya da herhangi bir tartışma oluşumuna katkıda bulunmaz. Amacı aslında tersini yapmaktır. İnsanların oluşturmaya çalıştığı tartışma iklimini yıkmak, nefret tohumları ekmek, başkalarının inşa ettiği argüman ve diyalogları tıkamaktır. Paludan'ın eylemi özgür ifade iklimini yıkmayı amaçlamaktadır.
Tasarlanmış bir tahrik eylemi
Elbette bir kişi İslam'ı eleştirme hakkına sahiptir. Bu konuda video çekebilir, kitap yazabilir ya da herhangi bir medyum kullanarak görüşlerini ifade edebilir. Ben mesela Hristiyanlığı ya da Hinduizm'i eleştiren yayınlar yaptım. Ama asla haç ya da bir Veda yakmaya kalkmam. Ancak Paludan'ın
eylemlerinin bir başka yönü asıl zarar ilkesini gündeme getiriyor. O da eylemlerinin amaçladığı provokasyonun yol açabileceği maddi ve manevi zararlar. Müslümanları sinirlendirme ve İslamofobiklerin nefretini alevlendirme potansiyeli taşıyan bu eylem kolaylıkla insanların zarar görebileceği eylemlere evrilme potansiyeli taşımaktadır.
Üstelik meselenin çok başka boyutları var. Müslümanlar diğer insanların kutsallarını dinleri gereği eleştiremeseler de radikal gruplar kolayca bu provokasyonları çeşitli gayriİslami eylemleri için bir gerekçe olarak gösterebilirler. Nitekim Paludan'ın ana amacı da bu grupların tepkisini çekip, IŞİD gibi radikal grupların eylemlerini Müslümanların tahammülsüzlüğü olarak pazarlamak.
Uzun zamandır istediğini alamadığı için bu eylemleri yapmaya devam ediyor, hatta Kuran Mushaf'ına idrar sürecek kadar ileri bile gitti. Müslümanların onun seviyesine inmemesi eylemlerini ısrarla devam etmesine yol açıyor. Bu eylemlerin yol açabileceği provokasyonların maddi ve manevi zararlara yol açabileceği buradaki analizimizden kolayca görülebileceği gibi aşikâr.
Dolayısıyla söz konusu eylem tam da zarar ilkesinin uygulamasına güzel bir örnek teşkil ediyor. Zira bu eylemin maddi zararlara yol açabileceği, hatta amacının bu olduğu yapılış şeklinden rahatça görülebilir. Paludan Mushaf'ı özellikle Türkiye konsolosluğu önünde yakıyor, özellikle duyuru yapıyor, özellikle sosyal medya paylaşımları yapıyor. Bunu yapmadaki kastı açık. Yol açabilecekleri de. Yasalar apaçık bir şekilde insanları sivil kargaşa
ve olası fiziki zarara yol açacak eylemlerden korumalıdır.
Amaç Müslümanları aşağılama
İkincisi eylemin kendisi ve yapılış biçiminin amacının Müslümanları aşağılamak olduğu açıkça görülebilir. Bu ise nefret suçu kapsamına girer. Nefret
suçu bir failin belirli bir sosyal gruba veya ırksal demografiye üyeliği nedeniyle bir mağduru hedef aldığında ortaya çıkan suçtur. Buradaki grup elbette dini bir grup da olabilir. Kuran Müslümanların en temel kutsallarından biridir, Kuran'ı aşağılayıcı hareketler elbette Müslümanları ötekileştirme ve aşağılama amacı güder. Gene burada Paludan'ın motivasyon ve davranışlarına bakarsak bu tespitimizi doğruladığını görebiliriz.
Üçüncüsü bu eylem psikolojik bir saldırı olarak okunabilir ve ben psikolojik saldırıların da fiziksel saldırılarla aynı kategoriye ait olduğu kanaatindeyim.
Günümüz kültürü fiziksel şiddete karşı aşırı hassastır. Bir kişiye yapılan herhangi bir fiziksel saldırı ciddiye alınır ve engellenmeye çalışılır. Geçmişte
çok yaygın olan uzuv kesme, kırbaçlama ya da falaka tarzında cezalar fiziksel acı içerdiği için neredeyse ortadan kalktı. Ancak tek şiddet türü fiziksel şiddet değildir. Psikolojik şiddet de bir şiddet türüdür.
Psikolojik şiddettin en güçlü türleri duygusal istismar ve psikolojik işkencedir. Bunlar anksiyete, kronik depresyon veya travma sonrası stres bozukluğu dahil olmak üzere psikolojik travmalara neden olabilir ve bir kişiyi sakatlayan fiziksel şiddete benzetilebilir. Ancak kişide kalıcı travma bırakmasa da psikolojik acı yaşatan eylemler de mümkündür. Ne yazık ki çağdaş dünya fiziksel şiddete gösterdiği hassasiyetin aynısını psikolojik şiddete göstermez. Kanaatimce zarar ilkesi psikolojik acı içeren konularda da kullanılabilir. Yine bana göre Kuran yakma eylemleri Müslümanların
bazısında psikolojik acı üreten eylemlerdir.
Bu saydığım argümanlar özellikle de sonuncusu ile ilgili şöyle bir endişe oluşabilir: Eleştirilerin her türlüsü kişide kaçınılmaz bir şekilde rahatsızlık ve belki de psikolojik acı üretebilir. Böyle bir yaklaşımı benimsersek hiçbir eleştiri yapılamaz olur ve ifade özgürlüğü ciddi şekilde sınırlandırılır. Bu eleştiri güçlü ve makul bir eleştiridir. Ancak benim argümanımı geçersiz kıldığını düşünmüyorum.
Entelektüel eleştiri olmadığı açık
Bir kişi eleştirisini daha makul ve daha nazik bir şekilde ifade edebilecekken, karşı tarafı provoke etmeye çalışması kanaatimce yanlıştır. Kuran yakma eylemlerinin entelektüel bir eleştiri olmadığı açıktır. Dahası ortada makul ve nazik bir yaklaşım olmadığı da barizdir. Bir eleştiri mümkün olduğu ölçüde nazik ve makul ifade edilirse, psikolojik acıya neden olsa bile ifade özgürlüğü ile savunulabilir. Ama makul ve nazik bir eleştirinin çok ötesindeki eylemler kanaatimce bu itirazdaki strateji ile savunulamaz. Dolayısı ile Mushaf yakma eylemi yukarıdaki saydığım üç gerekçe çerçevesinde ifade özgürlüğü ile savunulamaz.
Yazımı bitirmeden önce Müslümanların yaklaşımı ile ilgili ufak bir not düşmek istiyorum. Bu tarz bir aşağılama karşısında karşıt bir aşağılama yapmak ya da fiziksel şiddetle cevap vermeye çalışmak kanaatimce doğru bir yaklaşım değildir. Nitekim bu iki yaklaşım da İslam'ın ruhuna terstir. Kuran başka dinlerin kutsallarına laf etmeyi yasaklamıştır:
"Onların Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah'a sövmesinler" (6-Enam 108). Yine dine yapılan terbiyesiz saldırılar karşısında doğru tavır fiziksel saldırı ile cevap vermek değildir, konuya sakince tavır koymaktır: "O size kitapta şunu indirmiştir: Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini yahut onların alaya alındığını işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze geçmedikçe kendileriyle beraber oturmayın; aksi takdirde şüphesiz siz de onlar gibi olursunuz." (4-Nisa 120)
Bu eylemlerin amacı provokasyondur. Bu tahriklere gelmemek onlara istediğini vermemektir. Bu bazı Müslümanlara çok yumuşak bir tepki gibi gelebilir. Ben bu kanaatte değilim. Çirkin bir olayı kınamak için en iyi yöntem o olayın seviyesine inmemektir. Zira bu olayın çirkinliğini gölgeleme riski taşır. Zaten olayın kendisi çirkinliği ile gerekeni söyleyecek, gereken notu tarihe düşecektir.