“FAST-TO-BE” YA DA RUHA REMİXLER
Son dönemlerde Kişisel Gelişim, NLP, Coaching, Beden Dili gibi insanların psikoloji ve davranışlarında büyük değişiklikler yapmayı ve onları başarılı ve mutlu kılmayı hedeflediğini iddia eden bazı uygulamaların ülkemizde hızlı bir yükselişine tanıklık ediyoruz. Bunlara Osho Tantra, Zen, Fheng Shui, Krishnamurti, Meditasyon ve Kaizen gibi disiplinler de eklenebilir. Geçmiş yıllarda New Age tarzı kitapların yayınlanmasından sonra şimdi de bunların bazı uygulamaları piyasada ses getirdi. Gördüğümüz kadarıyla bunlar insanlardan bir hayli ilgi de gördü. Bunun sebepleri üzerine düşündüğümde aklıma ilk gelen şunlar oluyor.
Ne kadar görmek istemesek de, tüketim kültürü bizi ciddi manada dönüştürüyor. Yani bu yapay kültür kipleri, hangi tip gözlük takacağımızdan, nasıl bir evde yaşamamız gerektiğine, hangi arabayı kullanıp, nasıl ilişkiler kurmamız gerektiğine kadar binlerce davranış kalıbını ve metaı bize empoze ediyor. Bir bakıma hazır, suni ve tabldot hayatlar yaşıyoruz. Başka deyişle "Tüketim Kültürü" bize yaşantımızla ilgili örtülü pek çok mesaj veriyor. Bu açıdan baktığımızda NLP, Kişisel Gelişim gibi reçeteleri tüketim kültürünün iç dünyamızda tutunmak için, orayı işgal etmek adına yolladığı "sanal müsteşrikler" olarak da görebiliriz.
Bütün bunlar, bizlere yabancı argüman ve donelerle birlikte; dahası, bize ait olmayan bir kültüre özenerek onların görece çağdaş(!) ruh dünyasına ait olabilmek adına, hem dönüşebilmek için, hem aydınlamak için, hem de "görece−modern−birey" olabilmek için yaptığımız kabaca paganik ritüellere benziyor.Ama, insanların bu kiplere gösterdiği hafife alınamayacak bir ilgi ve talep de söz konusu… Maalesef sosyo-psikolojik açıdan bakarsak insanlar zaten çaresizler. Tutunamayanların rapsodisinde kayıp birer gölge ve sufle gibiler. Kaotik ve künt bir şekilde varoluşsal bir boşluğa düşmüşler. Yani anlamsızlıktan bizar bir şekilde derin bir psikojenik acı duyuyorlar. Bu nedenle herkes öyle ya da böyle kendine psikolojik bir milat arıyor.
Yapay "kurtuluş" öğretileri
Bu açıdan bakıldığında, bu tür seminerler ya da reçeteler, yine tüketim kültürünün mamûlleştirdiği bir "kurtuluş öğretisi" ve yapay başlangıçlar sunabiliyor insanlara. Ayrıca, bu tür öğretiler ucuz-ivedi-akredite bir şekilde -mış gibi bir kimlik verdiği ve yüzeysel bir ego bütünlüğü sağladığı için de çabuk bir şekilde karşılık bulabiliyor insanlarda ve de çarşıda-pazarda. Keza, bu tip öğreti ve uygulamalar; güya modernliğin, aydınlanmanın, gelişmişliğin ve farkındalığın birer göstergesi olarak, –başta Amerikan patentiyle sunulduğu ve önerildiği haliyle, tinsel, dini ve insani açıdan da bağlayıcı olmadığı için– adeta bir pizza gibi kolayca alınıp tüketilecek bir şeyler olarak görülüyor ve dolaysıyla revaç da buluyor.
Çünkü modern insan kalıcı aidiyetlerden sıkılıyor, hatta çekiniyor diye düşünüyorum. Kentsoylu insanlar manevi ve semavi kipliklere gerek siyasal gerek toplumsal incinmişliklerinden ötürü uzak kalmayı tercih ediyor. Cemaat ve cemiyetlerin üst-anlatılarına karşı bir alerji geliştirmiş durumda. Buna karşılık bu tip öğretilerin, etkinlik atölyelerinin sunduğu aidiyet ise, geçici, kırılgan ve de istendiğinde terk edilmesi kolay bir aidiyet. Aforoz edilmeden, bu tip aparat kimlik türevlerini dilediğiniz zaman tıpkı bir elbise giyebiliyor, bir zaman sonra da sıkılınca çıkarıp atabiliyorsunuz.
Demek ki, modern−insan−teki; kısa bir süreliğine bu benlik teknolojilerinin reçetelerine atfettiği aidiyeti tadımlıyor, onunla beraber görece bir farklılığı ve lezzeti duyumsuyor, bu süreçte kendini özerk, seçkin, yetkin ve etkin hissediyor. Akabinde ise, bu yollarla psiko-ontolojik açlığını geçici de olsa doyuruyor, psikojenik ağrısını kısmen de olsa dindirdiğini sanıyor. Bir zaman sonra, tüm bunlardan yeniden sıkıldığında ise bu kez tüketim kültürünün başka bir tapınağına (seminerine) ya da metaına yönelerek bu kısır döngüyü ta en baştan yeniden yaşamaya ve böylece güya mutlu olmaya –aslında tutunmaya ve arınmaya– çalışıyor.
Bir tür sahte peygamberler
Son tahlilde bu "Aydınlanma Önermeleri" bireye gerçek bir sorumluluk mekanizması ve çerçevesi teklif etmediği için, "modern−insan−teki" bu kişisel gelişim seminerlerinden aldığı kipleri veya davranış örüntülerini bir kenara attığı zaman da, kimse ona bir tepki verip, hesap da sormuyor! Hasılı, modern−insan böylece tam da ihtiyaç duyduğu sosyal bukalemunluğu pervasızca yaşayabiliyor ve bu kabil kimlik muğlaklığını da kişisel bir üstünlük payesi haline getirebiliyor.
Demek ki, gerçek/doğal ve köklü toplumsal aidiyetleri yaşarken veya terk ederken aldığımız sorumluluklar belirleyici ve besleyici olurken, pop−psikolojinin yapay ve köksüz simülasyonlarında ise böylesine normatif, regülatör, derleyici, toparlayıcı, yapılandırıcı ve kültürel anlamda bütünleşik bir bağlayıcılılık söz konusu olmuyor. Dolayısıyla modern−insan, sosyo−tarihsel olana ya da geleneksel alana değil de, fast−food gibi "alınması−tüketilmesi−bırakılması" kolay olana ve aktüel alana ya da popüler kültürün son trendlerine yöneliyor. Başka deyişle bu ucuz televole kimliklerini alıp tüketmek, sonuç olarak tahakkümde bulunmayan ve buyurgan olmayan bu kabîl öğretilere meftun olan modern insanın tam ihtiyaç duyduğu bir belirsizlik olarak yaşantının doğasına bir virüs gibi bulaştırıveriliyor.
Akla gelen bir başka soru da şu: İsmini saydığımız ve saymadığımız tüm bu öğreti ve uygulamaların hepsi aynı sepette değerlendirilebilir mi? Yani, pozitif açıdan da bakılamaz mı? Benim kişisel ve meslekî değerlendirmem biraz eleştirel yönde. Bunun dışında kuramsal, eğitsel, sektörel ya da manevi açılardan baktığınız zaman da maalesef farklı cevaplar ortaya çıkmıyor. Örneğin, bu kabil seminerler eğitim açısından da son derece riskli bir durum bence. Gelişmiş ülkelerde eğitim politikaları belirlenirken uzun süreli pilot uygulamaların neticelerinden sonra genel uygulamalara geçiliyor.
Güzel ama içi boş cümlelerle psiko−meddahlık
Oysa bireyi eğitme konusunda, olağanüstü iddialarla ortaya çıkan bu NLP Master, Trainer, Kişisel Coach gibi zevatın sahte peygamberler olarak öncelikle pedagoji, psikoloji ya da psikiyatri geleneğinden gelmediğini biliyor musunuz mesela. Yani bu fazilet satıcılarının kahir ekseriyetle psikolojik, pedagojik veya psikiyatrik bir formasyonları yok maalesef. İktisatçı, fizikçi, mütercim veya yayıncı gibi değişik mesleklerden geliyor bu insanlar. Dolayısıyla bu zevatın seminerleri de son derece buyurgan ve sloganik oluyor. "Kendini hisset!", "Kendinin farkına var!", "An'ı yaşa!", "Kendini eleştirmesini bil!", "Kendini ödüllendir!", "Hayata olumlu bak!" veya "Kendin ol!" gibi güzel ama içi boş cümleler savurarak psiko−meddahlık yapıyorlar. 1−2 saatlik seminerlerle katılımcılarını –güya– eğittiklerini iddia ediyorlar.
Bu kiplikte, ruha remixler bombardımanında nasıl bir anda kendimiz olabiliriz ki? Yani, daha doğrusu "Kendi" ifadesinden ne anlamalıyız?
Yanlış anlaşılmasın. "Kendilik" kavramına karşı değilim. Ancak kişisel gelişimcilerin "kendilik" kavramı da hastalıklı maalesef... "Ruh'a Remixler" diyebileceğim bu seminerlerde, daha çok başkaları tarafından onanan; farklılığını, özerkliğini ve biricikliğini narsistik bir şekilde hissettiren, böylece sadece bireyin egosunun üstünlüğüne koşutlanmış; dolayısıyla acıdan, erdemden, mücadeleden, çileden ve fedakarlıktan kaçınıp hazza yaklaşan –aslında tapınan– patolojik bir "kendilik" kavramı telkin ediliyor bu seminerlerde!
Öte yandan bu tarz öğretilerin çoğu başarı, mutluluk, istikrar, kararlılık, terfi ve güç gibi bir şeylerin yolunu açmayı vaat ediyor. Yani içeriklerle birlikte "kendilik"in içeriği başka şekilde, ruhu obezleştiren bir kolerik mütekebbirlikle dolduruluyor. Dahası, burada maalesef narsistik tutumlara yönlendirme de söz konusu. Çünkü yaşamakta olduğumuz modernizm sonrası bu çürük zamanlarda mütemadiyen benliğin yükselişine tanıklık ediyoruz.
Kişisel gelişim ve türevleri: Kozmetik farmakoloji
"Modern−insan−teki", kendini ne kadar yetkin, başarılı, seçkin, prezantabl, girişken, yüce, ulaşılmaz ve kaliteli sunarsa ve bu yönde hüsnükabul görürse, bir o kadar daha kendini 'var' ve 'bütünleşik' hissediyor. Varoluşsal boşluktan kaynaklanan "olmak ya da olmamak"ın içsel savaşını veren ve "var−olmak" için her fırsatı fütursuzca değerlendiren insanlara sunulan post–modern seçenekler bunlar.
Bu anlamda kişisel gelişim ve türevlerini kozmetik farmakoloji ya da ruh makyajı seminerleri olarak da görmek mümkün. Bireyi yapılandırıp, dönüştürüp sonuçta ona dışsal bir imaj veren, ancak varoluşsal ve içsel çürümeye derman olamayıp onu tekrar topluma salıveren patolojik bir durum söz konusu yani. Yeniden yapılandığını düşünen birey de, belirli bir ücret ödemenin getirdiği bir ruh haliyle –biraz da, kötü bir yatırım yapıp, aptal durumuna düşmediği izlenimini uyandırmak için olsa gerek− bu remixlerin işe yaradığına inanmaya çalışıyor veya çevresini de bir seminerle birlikte değiştiğine inandırmaya çalışıyor.
Burada biraz soluklanalım istersiniz! Diyeceksiniz ki, bu eğitimler, bir insanın kendi özellikleri ve durumundan memnun olmayıp, buna pozitif katkıda bulanabilecek ilaveler yapmaya çalışması olarak düşünülemez mi? Biraz ağır yargılamıyor musunuz? Evet bu da anlamlı bir argüman ve acaba diye sorduran bir bakış açısı doğrusu. Ancak Varoluşçu Psikoterapistlerin bu konuda ciddî tespitleri var: Öz'de olan değişiklik daha sonra kişilik bütünlüğüne ve egoya sirayet eder, egoda olan değişiklikler de davranışsal repertuarlara dönüşür. Kişisel gelişimcilerin imal ettiği benlik teknolojileri, bu açıdan da tehlikeli bir duruma işaret ederler.
Öze yönelik bir katkıları yok yani. Sebeplerle değil sonuçlarla, girdilerle değil çıktılarla, öz ile değil kabukla uğraşıyorlar. Çünkü daha önce söylediğim gibi, NLP gibi öğretilerin ilk kuramcıları psikoloji ya da psikiyatri formasyonundan uzak kimseler olmasalar da, takipçileri birçok terapiden, faklı ekollerden gelişi güzel alıntılar yaparak insanın kendi senkronizasyonunu ve kompozisyonunu oluşturmasına dair birtakım sığ ve kopya (copy−paste) öğretiler ileri sürüyorlar.
Yabancı kiplerle enformasyon bombardımanı
Burada çoktan seçmeli, daha doğrusu şımarık bir seçim de söz konusu yani… Aslında bir NLP uzmanının sağlam bir nöroloji bilgisine sahip olması gerekir. NLP'yi NLP yapan, aslında nörolojik ayağıdır. NLP'ye ilham kaynağı olan Eric Ericson'un terapilerine bakarsak söze verilen önem ya da yüklenen kip, o sözün duygu, biliş ve davranışa dönüşmesini öngörür. NLP'cilere belki şu yönden hak verilebilir: "Yapılan son nörolojik araştırmalar göstermektedir ki, insan beyni bir şeye inandıktan sonra; hemencecik o inancı, duyguyu ve bilişi desteklemeye yönelik protein sentezlemeye başlamaktadır." Sonrasında ise bu protein sentezi, kendisine ilişkin diğer duygu, biliş ve inançlarla çağrışımsal bağlar kurmaya ve kavramsal haritalar oluşturmaya başlar ve böylece ortaya "düşünce" dediğimiz çerçeve çıkarılır.
Buraya kadar NLP'cilerle ve Kişisel Gelişimcilerle hemfikiriz ve bence bir sorun yok. Ancak bir pedagog olarak bana göre, düşünceye ve davranışa dönüşmesini istediğimiz o sözlerin; her şeyden önce bireyin, kendisine özgü kişisel dağarcığında, kendi kültür dokusu içerisinde, özgün psikolojisi ve anlamsal çatısı altında, doğasında ve doğal yaşantısının uzamında, dilbilgisi çözümleri veya vokabüleri dahilinde, özgül kişisel katmanında, kendisini kuşatan sosyal ekolojisi bünyesinde ve en önemlisi de kendi medeniyet dokusu içerisinde bir karşılığı olması gerekir. Ancak Kişisel Gelişimcilerin veya NLP uygulayıcılarının teknik ve jargonlarında Anglo-Sakson konseptler ağırlıkta olduğu için; maalesef hiçbir kalıcı etkisi olmuyor ya da var olan etkileri de geçici oluyor. Sonuçta, kavramlar da mesajlar da havada kalıyor ve maksat hasıl olmuyor yani!
Dahası, Kişisel Gelişimciler bu durumu bile bile, yabancı kiplerle ve argümanlarla katılımcılarını enformasyon bombardımanı altında tahrip etmeye, üstelik verdikleri eğitimlerin etkisinin geçici olacağını bildikleri halde, bu eğitim programlarını halen pazarlamaya ve hasbelkader insanlarımızı da nahoş bir şekilde yanıltmaya devam ediyorlar.
İğdiş edilen bilinçaltları
Mesleğim gereği bu eğitim programlarına giden pek çok öğrenciyle temasım var. Maalesef, bu tip telkin programlarına giden öğrencilerin bilinçaltları çapalanıyor, deşifre ediliyor, iğdiş ediliyor. Sonra da evine dönen öğrenci ya kusuyor, ya rahatsızlanıyor ya da uyku problemleri yaşamaya başlıyor. Aileler de şikayet etmeye bize geliyorlar haliyle.
Bu uygulamaların medyatik hale gelmesi de insanları daha bir çekiyor! Aslında, bence bir kimsenin NLP veya Hipnoterapi gibi programlara katılabilmesi için entelektüel olması, belli bir eğitim seviyesine sahip olması ve geniş çaplı okumaya dayalı kültürel aidiyetlerinin bulunması lazım. Yani bireyin, "benim zaten entelektüel bir birikimim ve aidiyetlerim var, bunun üzerine bir şeyler kurmak istiyorum" bilincinde olması gerekiyor.
Belki bazı durumlarda NLP eğitimleri, ruh sağlığı yerinde olan insanların, zaten var olan potansiyelinin hile ve hurdasını ayıklamak veya kabasını yontmak adına alınan ek bir eğitim ya da bir katkı olarak görülebilir. Ama bastırılmış, donanımsız kalmış, istismar edilmiş, izole edilmiş, şiddete maruz kalmış, çeşitli travmalar geçirerek örselenmiş ve dolaysıyla kişiliği gelişmemiş veya oturmamış insanlarda, bu kabil eğitimler maalesef son derece zararlı olabilmektedir. Bugün bu uygulamaların sosyetik trend haline gelmiş olması ya da monden kadın günlerine benzer ayinlere dönüşmüş olması ise, ayrıca ülkemizin sosyolojik tablosu açısından irdelenmesi gereken travmatik, patolojik ve de hastalıklı bir tablodur.