JAPONYA'DAN AZAR AZAR SANAT
Bu yazının Japon sanatı değil, Japon sanatçılar hakkında olacağını söyleyerek söze başlamayalım. Zira "Japonya" ve "sanat" bir arada zikredildiğinde, aklımıza çoğunlukla geleneksel pratikler gelir: İkebana, ukiyo-e, çay seremonisi, kaligrafi... Veyahut günceli düşünürsek, bu sefer de herkesin tanıdığı büyük sanatçıları anımsarız: Hayao Miyazaki, Akira Kurosawa, Yukio Mişima gibi. Buradaki amacım ise gerek bilindik gerek az bilindik; vefat etmiş ya da halen yaşayan biri olsun, farklı alanlarda boy gösteren ve bende etki uyandıran sanatçıları kısaca tanıtmak. Bu amaç doğrultusunda size ayrı branşlardan sekiz sanatçıdan bahsedeceğim.
Çizimlerinde tüm mevsimler var
1883-1957 yılları arasında yaşayan Kawase Hasui, 20. yüzyılın en üretken Shin-hanga* sanatçısı sayılır. Hasui ismi "kaynaktan fışkıran su" anlamına gelir. Ressamın, bu ismin hakkını vermek istercesine şelaleler, su kenarları, denizler dahil olmak üzere Japonya'nın tabiatını, önemli tarihi yapılarını ve doğal güzelliklerini en ince detayına kadar tasvir ettiği binlerce resmi, resme bakanlar için ansiklopedi gibidir. Üstelik bu resimlerin tahta baskı yöntemi ile yapıldığı düşünülürse; nasıl oluyor da o yapraklar, o dalgalar, gündüzün güneşi, gecenin ay ışığı bir tahta parçasına bu kadar güzel aktarılabiliyor diye hayranlık duymamak elde değildir.
Hasui'nin çizimlerinde bir ülkenin tüm mevsimleri görülür; sonbahar yaprakları altında sular akar, kışın ağaçlar karla örtülür. Ardından bahar gelir, göl lotus çiçekleriyle kaplanır ve tüm bu olan bitenin ortasında muhakkak bir veya iki insan resimde belirir fakat hiçbiri "biz buradayız" diye bağırmaz. Kimisi sessizce yağmurun altında bekler, yaşlı bir kadın yaz sıcağında ormana doğru ilerler, derken vakit geçer... Doğasever biri Hasui'yi tanımaktan da neşe duyar, eminim.
Shin-hanga: 20.yy başlarında Japonya'da gelişen sanat akımı. Kelime anlamı "yeni baskı" demektir. Ahşap blok üzerine yapılan geleneksel ukiyo-e resimlerinin Batı tekniğini de göz önünde bulundurarak yeniden canlandırılmasını hedefler (Google Art & Culture).
Doğaya bambaşka bakan bir mimar
Doğa demişken, buradan mimar Tadao Ando'ya geçelim çünkü o, kurucusu olduğu Chichu Sanat Müzesi ve diğer pek çok eseri ile fazlasıyla dikkate değer biri. Öncelikle Chichu'nun "yer altı/toprak altı" anlamına geldiğini not edelim. Naoshima Adası'nın içine kurulu müze, dünyanın önemli çağdaş sanat müzelerinden kabul edilir. Ando tabiata "doğal kaynak" ya da "doğal malzeme" gözüyle bakmaz; o, onun eserleri için varoluşu mümkün kılan "şeydir."
Müzenin gri beton duvarları doğal ışıkla aydınlanır. Güneşin cömertliği içeri ulaştığı anda kusursuz geometri ile karşılaşır. İçeride öylece duran kütleler ve şekiller, dışarıda ise parlayıp solan ışıklar ve uzayıp kısalan otlar vardır. Doğa kalabalıktır, çünkü o sürekli bir oluş ve bozuluş halindedir. Ando, bu "curcunayı" beton strüktürün soğukkanlılığı, sabitliği ve mekânın boşluğu ile bir araya getirerek ruhu enginleştirir. Tüm bunları mimarlık eğitimi almadan yapması ise ayrıca takdir edilesidir. Tadao Ando'yu yakından tanımak için muhakkak çalışmalarına göz atmalısınız.
Miyazaki animelerini kültleştiren besteci
O halde şimdi yeryüzüne geri dönelim ve insanı yeryüzünden yerötesine yükselten müzikten bahsedelim. Burada anmak istediğim ilk isim orkestra şefi ve besteci Joe Hisaishi. Müzik terminolojisine hâkim olmadığımdan, teknik bilgiler sunmaktan ziyade, sanatçıyı neden sevdiğimi anlatmaya çalışacağım. Elbette en bariz sebep, Hisaishi'nin yönetmen Hayao Miyazaki ile ilgisi! 1950 doğumlu maestro, uzun yıllar Japon anime sanatçısı Miyazaki ile çalışarak, o unutulmaz animelerin unutulmaz film müziklerini bestelemiştir.
Ghibli Stüdyosu için hazırladığı soundtrack çalışmaları olmasa Hisaishi, şimdiki Hisaishi olur muydu diye düşünüyorum bazen. Onun tek bir bestesi bin farklı renge bürünerek, dünya çapında pek çok müzisyen ve anime sever tarafından gerek profesyonel gerek acemice icra edilmiştir. Öte yanda Miyazaki animelerini kült hale getiren de Hisaishi'den başkası değildir. Son sahne gelir, film biter ama soundtrack kulağımızda çalmaya devam eder. Durmadan ve durmadan... Belki bir gün her şey gelip geçtiğinde, hafızamızın bir köşesinde son ana dek yer edecek olan şey bu müziklerdir.
Lisan-üstü bir ses
Unutulmayacak bir ses daha var ki, o sesin sahibi Japoncanın ne kadar efsunlu ve duygusal olabileceğini tüm dünyaya gösteren Hako Yamasaki'dir. Tüm dünyaya diyorum ve bu abartı değil. Bilhassa onun "Help me" (1976) isimli şarkısında yaptığı "yardım et!" çağrısı, üzerinden kırk altı yıl geçmiş olmasına rağmen hala evrenin bir köşesinde yankılanıyor. Olur ya bazen bir eseri sırf müzikalitesi için dinler ve şarkı sözlerine pek ilgi göstermeyiz. Fakat Yamasaki şarkısı dinlemenin, kitap okumaya benzediği anlar vardır. Zikrettiğim "Help me" şöyle başlar mesela:
Pek çok şey öğren ve pek çok insan hakkında bilgi edin / Şüphe ve dertlerin yok olur böylece,/ Dedi bir ses / Ama eğer günler şüpheden uzak / Dertsiz tasasız geçecekse / Hiçbir şey bilmek istemem.
Bu arada sanatçı çoğu zaman hüzünlü, bazen öfkeli ve nadiren neşeli olan sesiyle dinleyiciyi evrensele ulaştırır. Öyle ya, bir arkadaşım Yamasaki'yi "lisan-üstü bir ses" diye tanımlamıştı. Hakikaten de Japoncanın evrensele en yaklaştığı yerde durur Yamasaki. Dil, sahip olduğu tüm o incelikleri ve duyguları dinleyiciye açıp, son kez sorar: bana yardım edecek misin?
Onu izlemek bulmaca çözmeye benzer
Yönetmen Satoshi Kon kimseden talepte bulunmaz. Yalnızca biraz olsun anlaşılmayı umar fakat bunun için oldukça karmaşık bir yol seçerek, birbirinden enteresan filmler çeker. Kon, "sanat toplum içindir" gibi didaktik bir tavra bürünmeden ve de karamsarlığa ya da umutsuzluğa düşmeden, toplumsal sorunlara değinir. Kon'u nevi şahsına münhasır kılan, toplumun karşı karşıya kaldığı problemleri bireyin biricikliği üzerinden anlatabilmesidir. Yönetmen, insanın karmaşık ruh halini aracı kılarak; estetik algısı, cinsiyet rolleri, bilinçaltı, ün ve şöhret arzusu, teknolojinin hayatımıza etkisi gibi farklı başlıklarda yeteneğini konuşturur.
Satoshi Kon izlemek, psikolojik gerilimle dolu bir bulmaca çözmeye benzer bu yüzden. Bazı filmleri hariç, senaryoyu takip edebilmek oldukça zordur. Bu karmaşık ve tuhaf dünya, zengin sinematografi ile birleşince ortaya daha da hayranlık verici hikâyeler çıkar. Sanıyorum ki Satoshi Kon hakkındaki en yaygın ortak kanaat, onun ne kadar zeki olduğudur. Yönetmen 46 yaşında kanserden vefat etmeseydi daha neler izlerdik kim bilir.
Ziraatçı bir yazar
Erkenden vefat eden başka biri daha var: Yazar Kenji Miyazawa (1896 – 1933). Açıkçası, Miyazawa'nın henüz yalnızca bir kitabını okumuşken onun hakkında konuşmak ne kadar doğru bilmiyorum, fakat ismini anmak istememin en büyük sebebi aktif olarak çocuk edebiyatı ile ilgilenmesi ki bu, erkek Japon yazarlar arasında pek de sık rastlanan bir durum değil sanki...
İşin daha da ilginç yanı, yazarın Ziraat ve Ormancılık Koleji'nden mezun olması. Miyazawa, erken yaşlardan itibaren doğal tarih, jeoloji ve toprak bilimine ilgi duymuş. Tarım okulunda öğretmenlik yaparken de yazarlığa devam etmiş. Doğduğu İwate eyaletinde çiftçilerin refahı için çalışmalar yapmış. Velhasıl, yazarın tabiat ile kurduğu bu ilişki eserlerinde açıkça görülür.
Örneğin bir masalda, insanlar dünyasından gelen "tarım okulu öğretmeni," tilki ilkokulunu ziyaret eder. Burada tilki öğrenciler kendini koruma, besin kimyası ve avcılık dersleri alır. Sınıflarda tavuk iskeleti, av tüfekleri, tuzaklar hakkında bilgilendirme yapılır. Miyazawa okurken tebessüm etmemek elde değildir. Ne mutlu ki bu masallar, Japonya'dan Öyküler adı altında 2012'de Nesin Yayınları tarafından basıldı.
Bir nakış ve bir fotoğraf sanatçısı
Tam da bu noktada, doğaya ve hayvanlara duyduğu ilgiyi çok daha başka bir şekilde yansıtan Yuki Kusano'dan bahsetmeliyim. Kusano, Twitter sayfasına denk gelmem sonucu kendisinden haberdar olduğum, Tokyo'da çalışmalarını sürdüren bir nakış sanatçısı. Hayvanların Nakış Resimleri başlıklı kitabın da yazarı olan Kusano'nun ufacık karıncalardan tutun da uğur böceğinin beneklerine kadar her bir detayı incelikle işlediği çalışmaları ortaya tablo misali bir kompozisyon çıkarıyor. Rengarenk iplerin dışında, kullandığı pul ve boncuklarla kalbi ışıl ışıl yapan nakış işlerini daha yakından görmek için sanatçının sosyal medya hesaplarına ve web sitesine bakmanızı öneririm.
Son olarak, yine Twitter sayesinde haberdar olduğum mimari yapı fotoğrafçısı Akira Takaue ile sözü bitireyim. Fotoğrafçı dedim fakat o, aynı zamanda İstanbul'daki üçüncü köprü inşasında çalışan Japon mühendislerden biri. Yer aldığı projeler gereği farklı ülkelere seyahat eden Takaue, hâlihazırda o ülkelerin önemli yapılarında çalışırken, bu fırsatı fotoğrafçılık tutkusu ile birleştirerek dünya çapındaki pek çok mimari eseri fotoğraflama şansı bulmuş. Uzmanlık alanı köprü yapı mekaniği olan sanatçı, İstanbul'da geçirdiği süre boyunca Türkçe öğrenmiş. Öyle ki, bir gün tekrar Türkiye'ye gelmeyi çok istediğini de Türkçe ifade etmişti. Velhasıl, çoğu zaman siyah beyaz çektiği fotoğrafları arasında İstanbul'dan tanıdık simalar görebilirsiniz.