DİNDARLIĞIMIZ VE İNSANIN ANLAM ARAYIŞI
İnsan hayatın maddi boyutunu kolaylaştıracak alet edevatı geliştirip dururken diğer yandan da ruhunun arayışına cevaplar bulmak durumundadır. Bu nedenle "dinler tarihi insanın anlam arayışının tarihidir" denir. Günümüzde kişisel gelişimden yeniçağ hareketlerine, kült gruplardan spritüel arayışlara ve sanatın tüm formlarına kadar bu arayışın izini görebiliriz. Bir yanda doğaya kaçış veya pagan inançların dirilmesi şeklinde görülen bu arayış diğer yanda ruhunun sesini susturmak için daha büyük bir iştahla hayatın maddi yönüne ağırlık vermek suretiyle ortaya çıkıyor.
İnancın, günlük adabımuaşeretten en yüksek ahlaki fedakârlıklara, ibadetten ticarete, giyim kuşamdan mimariye varıncaya kadar hayatın tüm yönlerinde tezahür ettiği; bunları birbirine bağlaya bağlaya Yaratıcının huzuruna kadar getirdiği muvahhit bir yaşam kuramadığımızda uğradığımız parçalanmışlık ve hep bir şeylerin eksik kaldığı duygusu yakamıza yapışıyor. Bu parçalanmışlık duygusu dinin inanç, ibadet, ahlak ve sosyal hayata dair kurallarının arasını ayıran, bunlardan işine geleni yapıp gelmeyeni savsaklayan herkesin tanıdığı bir duygudur (Rum 30/30-32).
Sözü uzatmadan söyleyelim anlam Allah'tandır. O bütün mahlûkatı bir amaçla (bi'l-hakk) yaratmıştır (Casiye 45/22; Hicr 15/85). Bu bilgi bizim için hayatidir. Zira bütün uğraşlarımız ona göre anlam kazanır. Böyle olduğu için ilk insandan itibaren Allah kendisini bize tanıtmıştır. İstesek de istemesek de O'ndan gelip O'na döneceğimizi, bunun hiçbir kaçışı olmadığını bildirmiştir. (Kıyamet 75/1-13) O'nu tanımadan, bizi niçin buraya gönderdiğini çözmeden hayatın anlamını oturtmamız imkânsızdır. (Rad 13/28)
Her arayan bulur mu?
Allah'ı bulan herkesin O'nu, nasılsa öylece tanıdığını söyleyebilir miyiz peki? Kur'an bize Allah inancına ulaşanların çoğunun bu inancı şirkten koruyamadığını haber verir (Yusuf 12/106). Çünkü Allah'a inanan insanların büyük çoğunluğunun zihninde, bilinçli veya bilinçsiz kendi ürettiği bir Allah tasavvuru vardır. Bu tasavvur da ağırlıklı olarak bilgiye değil duygulara, onlar da bu duyguların tohumlarının atılıp kök saldığı çocukluk yıllarına dayanır.
Psikologların söylediğine göre çocukluk çağlarımızda otoriteyle kurduğumuz ilişkiyi yetişkinlik çağlarında Allah inancına yansıtırız. Bu da büyük ölçüde yanıltıcı olur. Gençliğin yaşadığı inanç krizinin sebeplerinden biri de budur.
Bu durum düzelmez mi? Çocukluk çağımızda bize yapılan yanlışların etkisi ilişkilerimizi olduğu gibi inançlarımızı da kuşatarak manevi dünyamızı alt üst etmeye devam ederken yetişkin bir insan olarak yapabileceğimiz hiçbir şey yok mu?
Düzelme nereden başlar?
Herhangi bir konuda ıslah çabasına giriştiğimizde sonuçlardan değil sebeplerden başlamamız gerektiğini biliriz. Her şeyin kendisine bağlı olduğu şeyi düzeltebilirsek diğerlerinin –büyük ölçüde- kendiliğinden düzeleceğini görürüz. Bizi kuşatan kaygılarımız, gereksiz korkularımız, yakamızı bırakmayan hüzünlerimiz, birbiriyle çatışan hayallerimiz ve tutunmak istediğimiz umutlarımız hepsi birbirinden bağımsız, imamesi kopmuş tespih gibi dağılmışsa yapmamız gereken, onları bir araya getirecek doğru ekseni bulmaktır. Bu eksen sahih (doğru ve geçerli) Allah inancıdır. Çünkü bu âlemde her şeyin varlığı -istese de istemese de- O'na bağlıdır (Al-i İmran 3/83; Enam 5/12; Rad 13/15) .
Sahih inanç demek, sıhhatli, doğru ve geçerli olan inanç demektir. Yani "inandım" demekle iş bitmez. Tanrıtanımazlar hariç tüm inanç sahipleri bir şekilde kendi ürettikleri bir tanrıya inanırlar zira. Peygamberlerin gönderiliş amacı, işte bu insan ürünü tanrıların saçmalığını (butlanını) göstermek ve âlemlerin Rabbi olan Allah'ı insanlara doğru dürüst (sahih bir şekilde) tanıtmaktır. Kısaca söylemek gerekirse sahih Allah inancı ancak kendisini bize anlattığı gibi tanıyıp inanmakla mümkün olur.
Bir parça din/darlık
Burada bilmekle inanmak arasındaki farka da temas etmek gerekir. Varsayalım ki O'nun kitabını okuduk, kendisini nasıl anlattığını anladık, bu bizi selamete götürür mü? Okumak ve bilmek, sadece bu konuda değil, sağlık, eğitim, insan ilişkileri, ekonomi vs. hiçbir konuda tek başına kurtuluşa götürmez. İnanmak ve o doğrultuda ne lüzum ediyorsa yapmak gerekir.
Söyleyince dile çok açık ve kolay gelen bu durum iş pratiğe aktarmaya gelince dallanıp budaklanır. Her birimiz bir tarafından tutar, diğer yönünü ihmal ederiz. Bunu da çeşit çeşit açıklamalarla kendimizi ikna ederek yaparız. Kimimize göre dinin en önemli kısmı ibadetlerdir. Onlar yoksa başka bir şeye bakılmaz. Kimimiz ise ahlakı yeterli görür; ona göre ahlak güzelse ibadet ve diğer hükümler olmasa da büyük bir kayıp sayılmaz.
Kimimiz entelektüel çaba içinde olanın ibadetlerdeki ihmalini hoş görürken kimi de idealindeki dindar toplumu kurmak için yol boyunca bazı haramları helal görür. Dini parçalama işinde ihtiras ve sınır tanımazlık üzerine düşeni yapar (Bakara 2/213). Üstelik de herkes kendi ürettiği bu dini pek beğenir (Rum 30/32).
Bu anlattıklarımız tarihte yaşanmış veya bizim dışımızda gerçekleşmiş örnekler değildir. Her gün etrafımızda tekrarlanıp durmaktadır. (İbadetlerden mi bahsettiniz birileri hemen önemli olan ahlak demeye başlar. Üstelik de bunu siz sanki ibadet hayatını ahlaklı bir dindarlığın alternatifi olarak sunmuşsunuz gibi yapar. Hele başörtüsü gibi sosyal hayatla ilgili uygulamalardan bahsetmeye görün hemen hak hukuk, adalet, ahlak vurguları öne çıkarılarak dindarlığı bir boyuta indirgemekle suçlanırsınız.)
Dinden uzaklaşma sebepleri
Dinin bir kısmından hoşlanıp bir kısmından hoşlanmamak yeni bir tepki değildir. Yunus Suresi 10. ayetten öğreniyoruz ki Kur'an'ın ilk muhataplarından bazıları da onun kendi istedikleri şekle sokulmasını istemişlerdi:
"Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir, dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir.
Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım."
Ayette bu hadsiz talebin sebebinin ölümden sonraki hayata inanmamak olarak gösterilmesine dikkatlerinizi çekeriz. Günümüz sosyologlarının araştırmalarında sekülerleşme veya dünyevileşme olarak nitelenen bu durum başka ayetlerde de dinden uzaklaşma sebebi olarak gösterilir (İbrahim 14/3; Nahl 16/106-107).
Kur'an'da dinden uzaklaşmanın diğer sebepleri arasında kalplerin katılaşması (Bakara 2/74-75), Allah'ın mesajlarını görmezden gelmek (Zuhruf 43/36-39), şeytana uymak ve Allah'ın indirdiği dinden hoşlanmamak (Muhammed 47/25-26), kâfirleri veli edinmek (Al-i İmran 3/28; Maide 5/51), dünya hayatında işlerinin ters gitmesi (Hac 22/11), nimetler yüzünden azmak (Zümer 39/8), arzularını tanrılaştırmak (Casiye 45/23), aklını kullanmamak (Yunus 10/99-100), kâfirlerin nezdinde saygınlık kazanmaya çalışmak (Nisa 4/138-140) sayılır.
Allah'ın sevdikleri ve O'nu sevenler
Kitabımızda bir ayet var ki orada Rabbimiz çeşitli nedenlerle gün gelip O'nun yolunu bırakacak olanlara mukabil kendisinin sevip hoşnut olacağı yeni bir nesil getireceğini anlatır ve arkasından onların niteliklerini sayar: "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihat ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah'ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir." (Maide 5/54)
Ayete göre dinden dönenlere mukabil Allah'ın getirmeyi vaat ettiği bu yeni neslin ilk özelliği Allah tarafından sevilen insanlar olmasıdır. Ayetin devamından insana Allah'ın sevgisini kazandıran nitelikleri de açık ve net bir şekilde öğreniyoruz ve anlıyoruz ki bu insanlar inançlarını sevgi üzerine kuran, psikolojik açıdan güçlü, sosyal açıdan cesur insanlardır.
İnsan Allah'ı nasıl sever?
1. Sevme kabiliyeti varsa: Öncelikle pek çok sûfî hikâyeden biliyoruz ki Allah'ı sevmeyi başarabilmek için öncelikle insanın sevme kapasitesini yok etmemiş olması lazım. Bu gerçek bizi yukarıda değindiğimiz üzere duygularımızın inşa edildiği çocukluk yıllarına götürüyor. Neyse ki artık önceki yüzyılın başlarında kabul gördüğü gibi insanın hayatı boyunca çocukluk zindanından çıkamayacağını söylemiyor uzmanlar.
İslam'ın bakışı zaten insani var oluşumuzu kontrolümüz dışında bir çağın (yani çocukluğun) sonsuza kadar belirleyeceği anlayışına kökünden karşıdır. Öyle olsa ne hidayet ne de kemal arayışı gerçekçi olurdu. Biz –zor da olsa- insanın kendini yeniden inşa edebileceğine ve hayatından sorumlu olduğu kısmın da burası olduğuna inanırız (Bakara 2/286). Gücümüzü aşan verili durumlarda ise hazır bulduğumuza razı olur, o imkânlarla ulaşabileceğimiz en üst seviyeye ulaşmaya bakarız (Nisa 4/32).
Varlık âlemine çıkışımız Rahman'ın tecellisiyle olduğundan her insan doğuştan bir sevme kapasitesiyle dünyaya gelir. Bizi hayata bağlayan da bu duygunun irade dışı olan kısmıdır, varlığımızı koruyan ve sürdüren güdülerimizi o kaynaktan alırız. Ne zamanki fiillerimiz tercihlerimizle oluşmaya başlar sevgimizi de neye ve kime yönelteceğimizi seçmeye başlarız. Bu seçme neyle olur?
2. Tanıdıkça: Başlangıçta var olan fıtrî sevgi ilgiyi doğurur, merak etmeye sorular sormaya başlarız. Doğru yönetilen merak insanı bilgi sahibi yapar. Hakikat bilgisi sevgiyi besler. Allah sevgisi söz konusu olduğunda hakikate ulaşmanın en kestirme yolu Rabbimizi -kendisini bize anlattığı şekliyle- esma-i hüsnasıyla tanımaktan geçer. Bu aşamada çocukluktan getirdiğimiz çatışmaların çoğunun çözümlendiğini görmek de bu satırların yazarı için şaşırtıcı bir gözlem olmuştur.
Merak etmek, ilgilenmek, araştırmak ve öğrenmek yani tanımak sevginin henüz ilk aşamasıdır. Onun kalpte kökleşmesi ve imanın kişiye kalbine inşirah ve safa veren, zevkine vardığı, tadını tattığı bir seviyeye ulaşması için onu beslemesi gerekir. Efendimiz (a.s)'ın şu sözü bu seviyeye nasıl ulaşılacağını bize açıklar:
"Üç haslet vardır; bunlar kimde bulunursa o kişi, imanın tadını tadar: Allah ve Resûlü'nü, bu ikisinden başka her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sevmek. (Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra) küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek." (Buhârî, İman 9, 14, İkrah 1, Edep 42)
Allah'ı ve Peygamberini onlar dışındaki her şeyden çok sevmedikçe onların yoluyla çatışan iç ve dış arzularla mücadelede kaybedenlerden olacağımız kesindir. Allah'ı ve elçisini her şeyden çok sevdiğimizde dinin bizden istediği ahlak, ibadet ve hayat kuralları sırtımızda bir yük olmaktan çıkacaktır. Burada akla gelen bir soru da insanın Allah'ı sevdikçe mi ibadet edesi gelir, ibadet ettikçe mi sevgisi artar, sorusudur. Bu mekanizma iki taraflı da çalışır.
3. O'na ibadet ve kulluğu artırdıkça: Sevginin emekten doğacağı gerçeğini dikkate aldığımızda, bazılarımızın gönlünde Allah sevgisinin kendiliğinden artıp ibadet şevkine dönüşmesini beklemek yerine ibadete ve kulluğa (yani sosyal anlamda Allah'ın bizden istediği ahlaka) özen gösterdikçe o sevginin besleneceğini biliriz.
Ruh davranışları etkilediği gibi, davranışlar da -isterse sadece kaba taklit yoluyla olsun- ruhu etkiler. Gazali'nin deyişiyle akıllı insanda bu sürecin nasıl işlediği çözülmemiş bir sırdır.
Dini muhafaza yolları
Ayet bize dikkatli bir okuma ile dini muhafaza edebilmenin yollarını da öğretir. Buna göre: • Allah'ı sevmek. (Bize sevdirerek anlatmadılar tarzındaki edilgen söylemi bırakın, inançlarınıza etkin bir şekilde yönelin, sevin)
• Mü'minlere karşı alçak gönüllü olmak (İnanan insanları, banal, basit, alt tabaka, zevksiz, fakir, kaba vs bulmaya devam eder, onlardaki imanın zenginliğini, teslimiyetin yüceliğini, ahlakın güzelliğini görmezseniz bir sonraki maddede söyleneni yapamazsınız.)
• Kâfirlere karşı güçlü ve onurlu olmak (Bu ifade, onlara hayran olmayı kesinlikle reddettiği gibi, zımnen, psikolojik güce ilave olarak ahlaki, ekonomik ve sosyal anlamda çalışkan, üretken, girişken ve mücadeleci olmayı da içerir. Başka türlü nasıl güçlü olunur?)
• Cihat etmek (İnsanın inandığı ve sevdiğin ilkeler uğruna göstereceği her tür gayret samimiyetini pekiştirecek, onu boş işlerin tuzağından kurtaracak, insanlığa faydalı şeylerle meşgul olmanın hazzı birçok psikolojik sıkıntılarına şifa olacaktır.)
• Hiçbir kınayanın kınamasından korkmamak (Dinden uzaklaşmayı özgürlük, bireysellik, gönlünce yaşamak vs. gibi cazip sözlerle paketleyenler aslında tek tarzda yaşayan bir dünya vatandaşı, ideal tüketici üretmek istiyor. Her koldan reklamı yapılan bu hayat tarzına karşı kendi yolunu -sünneti- onurla, gururla yaşayabilmek ancak güçlü karakterlerin başarabileceği bir iştir. Allah'ı herkesten çok seven Allah'tan başkasından korkmaz. İşte asıl özgürlük budur.)