Anadolu'nun özünden bir caz sound'u Evrim Demirel Ensemble-Ada
2012 yılının sıcak mı sıcak bir Ankara gününde haftanın beş günü olduğu gibi dostum Orçun ile Karanfil Sokak'ta müzik yaptık. Normal zamanlarda Orçun ile müzik yaptıktan sonra ben tek başıma biraz daha Sakarya Caddesi'ni İzmir Caddesi'ne bağlayan üst geçitte tek başıma santur çalardım. Bunu da yeni çıkan bir albüm ya da kitap varsa onun parasını toplamak için yapardım.
O gün dostum Orçun "Gel biraz da albüm parana çalalım" demişti. Yarım saat müzik yaptıktan sonra bir albüm alacak kadar parayı topladık. Önünde müzik yaptığımız Dost kitapevinin müzik mağazasına girdik. O sıralar boynuma astığım heybemde Niyazi-i Mısrî'nin divanı vardı. Sürekli okuyordum, kapağı epey yıpranmıştı.
Orçun'la yeni çıkanlar bölümüne bakarken Kalan Müzik'ten Evrim Demirel Ensemble - Ada diye bir albüm gördüm. Albümün arka kapağını çevirdiğimde şaşırdım. Davulda Erdem Göymen, piyano ve continuumda Evrim Demirel, kontrabasta Volkan Topakoğlu, yaylı tanburda ve vokalde Özer Özel ismini gördüm. Orçun'a dönüp "Bu bir caz albümü ama yaylı tanburun ne işi var, anlamadım!" dedim. Sonra mağazadaki, barkod okutup her şarkının ilk 45 saniyesini dinleyebilmemize yarayan yere gidip dinledim.
Üçüncü parçanın ilk 45 saniyesinde tüylerim diken diken oldu; heybemde taşıdığım Niyazi-i Mısri şiirinin gazelini duyunca hemen aldım albümü. Kasadaki kadın "Bugün hasılat nasıldı?" diye sorunca ben de "İyiydi, hem kendimiz için, hem de bu albümü alacak kadar para topladık. Daha ne isterim Allah'tan" diye cevap verdim. Bunun üzerine o da "O zaman ben de indirim yapayım da tam olsun" demez mi. Orçun arkadan "O zaman Allah'tan bugün daha da hiçbir şey istemeyiz" dedi. Üçümüz de güldük.
Anadolu'nun ve cazın birleşen özü
Mağazadan çıkınca çantamdaki CD çalarımı çıkarıp albümü dinlemeye koyuldum. "Hoca, ben kaçar, haydi görüşürüz" dedim. "Yahu bir sakin ol, tamam, haydi görüşürüz yarın yine aynı saatte." Evime yürüyerek gittim o akşam. Yol boyunca albümü dinledim ama muhteşem bir albüm dinledim. Anadolu'nun özünden çıkartılmış makamsal-armonik ifadenin içinde yoğrulmuş bir caz sound'u duyuyordum.
Türkiye'de Türk müziğinin caz yorumcuları tarafından icra edilen tüm albümlerini dinlemiştim. Üzülerek söylemeliyim, hemen hemen hepsinde hayâl kırıklığına uğramıştım. Bu albümlerin çoğunda caz armonileriyle türkü söyleyip ya da enstrümantal olarak çalıp sonra da bunun adına caz dedikleri zaman daha da diyecek bir şey bulamıyorum. Başıma bir şey gelmeyecekse bunun çok saçma bir tanım olduğunu söylemeliyim. Bir kere yapılan caz değil çünkü. Sentez müzik adı altında yapılması da ayrıca yapacağım eleştirilerden başka biri. Bestecinin gelişimi açısından kolaya kaçmaktan başka bir şey değil.
Bu konuda derinlemesine bir çalışma yok bence; çok yüzeysel kalmış çalışmalar. Mesela Aydın Esen'in Anadolu albümünde Türk müziğini bariz bir şekilde duymuyoruz ama dinleyenleri etkileyen parçalar oluyor. Jazz Semai albümünde ve Okay Temiz'in Zikr albümlerinde de caz armonileri eşliğinde icralar var. Elbette bunlar iyi çalışmalar. Bu düşüncemi kıran ve Türk müziğinin caz ile muhteşem bir şekilde icra edildiğini ilk defa bana gösteren Evrim Demirel Ensemble'nin Ada albümü oldu. Sadece Türk müziğinin değil zaman zaman tasavvuf müziği tınılarının da cazın içinde muhteşem bir bütünleşme ile var olduğunu duyuyordum albümü dinlerken.
Bir müzik tasarımcısı
Ülkemizde caz henüz saygınlığını tümüyle kazanmış sayılmaz. Maalesef caz müzisyenlerine halen bir ön yargı ile bakılır. Gerçek müzisyenin amacı toplumun genelinin istediği müzik türünde eser vermek değildir. Gerçek müzisyen müziğini yapmak derdindedir. Müziğin derinliğine kimse bakmıyor. Bir beste yaparken akılda kolay kalacak melodi ve herkesin dinleyebileceği bir tarz var Türkiye'de. Cazda da durum böyle...
Evrim Demirel ile tanıştıktan sonra onunla Ada albümü üzerine epey sohbet ettik. Evrim Hoca Türk müziği ve cazı ayrı ayrı düşünemeyen birisi... Kendini şöyle tanımlıyor: "Ben bir müzik insanı ve tasarımcısıyım. Sanat tasarım okudum. Kendimi besteci ve caz piyanisti olarak tanımlıyorum. Sürekli bir arayış içindeyim. Var olanı başka bir açıdan değerlendirmek gibi bir derdim var. Sürekli çalışıyorum." Gerçekten de albümü her dinlediğimizde Evrim Demirel'in kuşkusuz müthiş bir tasarımcı olduğunu görüyoruz. Hem cazı, hem klasik müziği, hem de Türk müziğini yakından tanıyan ve icra eden bir müzisyen.
Albümde bu üç farklı türün (zaman zaman klasik müzik tınıları da duyuyoruz) yapı taşlarından bir tasarım oluşturmaya çalıştığı ortada. Albümün çıkış noktası da buymuş zaten. Sohbetimiz sırasında şöyle diyor Evrim Hoca: "Amacım caz ve Türk müziğini bir araya getirmek ve sentez oluşturmak değildi fakat duyduğum, hayalini kurduğum ve icra etmek istediğim bir müziği oluşturmaktı. Bu yüzden de caz müzisyenlerinin ve Türk müziğinin belli özelliklerini birleştirmeye çalıştım. Ortaya böyle bir sonuç çıktı."
Geleneksel müziği klasik müzik içine sokan Bela Bartok ve Igor Stravinski, Berio ve Ahmet Adnan Saygun gibi önemli besteciler de var. Evrim Demirel'in de klasik müzik süzgecinden geçtiğini varsayarak o da cazın içine geleneksel müziği büyük bir ustalıkla yerleştirmiş. Klasik müziğin içinde doğaçlamaya yer verilemeyecek olanı çok azdır. Ben Evrim Demirel'in kendi bestelerinden oluşan klasik müzik albümü yapmasını çok isterim. Yaratıcı bir besteciden tıpkı Ada albümünde yaptığı gibi yepyeni bir tasarım görürüz. Belki de bu isteğimize kulak verir.
Zamanın ötesine koşan bir albüm…
Caz müziğini diğer müziklerden ayıran başlıca özellik, doğaçlamanın ağırlıkta olması ve özgün anlatımların biçimci kurallarla engellenmesi ise o zaman Ada albümüne kulak verelim. Özgün anlatımların biçimci kurallarla engellenmediği bir albüm Ada. İşte böyle bir albüm ve çağın ilerisinde bir çalışma. Zamanın ötesine koşan bir albüm… Evrim Demirel kendi bireysel düşünceleri ve tasarladığı kavramlar doğrultusunda müziğini yapıyor. Bunu da müzikteki alışkanlıklarının dışında bir yerde yapıyor.
Batılı müzisyenler tanpere sistemin perdeli sınırlarını sonuna kadar zorlamış ve Doğu'daki sesleri fark etmişlerdir. Batı'da Keith Jarret'in farklı çizgilerde birbirinden önemli yapıtlar yazışına şaşkınlıkla bakanlar var ama söz konusu Türkiye'de olduğu zaman bırakın şaşkınlığı kimsenin umurunda bile olmuyor. Bu albüm hem içinde yaşadığımız zamanı hem de eski musikimizin tınılarını duymamıza vesile oluyor.
Biz daha kendi müziğimiz içinde tartışmalar yapıp duruyoruz. Bir taraf tek sesli müziği aşağılarken bir taraf da çok sesli müziğin yüceliğinden bahsedip durdu hep. Tartışma, yasak ve eleştiri dünyası içinde müzik kendini var etmeye çalıştı Türkiye'de. Halen de devam ediyor bu.
Müzikte bazı şeyler aşılmalı
Bütün bu yaşananların içinde Türk müziğinin caz ile bütünleştiği muhteşem bir albümü, besteciyi ve icracıyı tanıtmaya çalışıyorum. Çağımızda müzik sanatı gerek icracılar, gerek besteciler, gerek de aranjman olarak farklı ve yeni tarzlarda sunuldu dinleyicilere. Dinleyiciler de müzikteki değişimi büyük bir şaşkınlıkla izledi. Başta dinlemeye tahammül edemediğimiz müzik türlerini zaman geçtikçe hayatımızın başka bir döneminde hayranlıkla dinlediğimizi kim inkâr edebilir ki.
Müzikte bazı şeyler aşılmalı; burada en büyük görev dinleyicilere düşüyor. Müzisyenin üretip sunduğu müzik çok önemlidir. Alman besteciler ki buna müziğin büyük üstadı Bach da dâhil hepsi "İtalyan müziği" aşamasını geçtikten sonra tamamen olgunluk çağına geçmişlerdir. Ki öncesinde İtalyan müziğini kopyalama çalışmaları da olmuştur. Müzisyen kendinden önceki müzisyenleri taklit ederek başlar işe. Sonrasında da kendi kişisel üslubunu oluşturur. Böylelikle dinleyicinin kulağı da zamanla değişime uğrar.
Bugün olmasa bile bir gün Ada albümünün hak ettiği değeri göreceğini düşünüyorum. Çünkü müziğin de bir zamanı var. Mesela 20. yüzyıl başlarında Amerika'nın en önemli bestecisi Charles Edward Ives'in bugün bile yorumu çok zor olarak kabul edilen besteleri var. Bu zor besteler halen konser programlarında çalınmıyor. Yine Ives kuşağının en önemli temsilcilerinden birisi olan Henry Cowell 1956 yılında Hindistan'ı ve Asya'yı dolaşmış ve Hint ve Asya müziğini incelemiş ve bulduğu yeni çalgı kaynaklarını Avrupa müziğinin içine katarak yeni bir müzik sunmuştur.
Doğu'yu keşfetmek
Bizler Amerika'yı nasıl keşfediyorsak Amerikalılar da Doğu'yu yeniden keşfetmişlerdir. Doğu müziğinin hep tek sesli olmasından şikâyetçi olan Batılı müzisyenler bir süre sonra kendileri de bu müziğin etkisinde kalmışlardır. Ritmik ve makamsal çeşitlilik ile bir karışıklık değil de uyumluluk vardır Doğu müziğinde. Doğu'da müzik teknik bilgiden çok bir duygusal durum ürünüdür.
İlk dinlendiğinde saatlerce süren Hint müziğinin kendi içindeki uyumunu, duygusunu hayranlıkla izlemişlerdir. Hele bir de doğaçlamalarla bambaşka bir aşamaya geçer. Ravi Shankar'ı Batı'da ilgi odağı yapan şey de budur. Sadece klasik müzisyenler değil, John Mclaughlin gibi caz müzisyenleri de Doğu'yu keşfe çıkmıştır. John Mclaughlin, Zakir Hussein, Levi Shankar, Vikku Vanayakram gibi Hintli müzisyenlerle caz dünyasının en önemli gruplarından birisi olan Shakti grubunu kurmuştur.
Evrim Demirel ile bir İstanbul akşamında buluşup Ada albümü üzerine konuştuk. Bir yandan da notlar aldım. Yazımın sonunda Evrim Demirel'in albüm hakkında söylediklerini kısaca özetleyip siz kıymetli okuyuculara sunmak isterim:
"Beni Ada albümünü yapmaya iten motivasyon, duyduğum ezgileri ölümsüz kılmak yani kalıcı hale getirmek içindi. Türk müziğiyle daha önce olmamış bir bağlantı kurmak, yeni bir şey ortaya çıkartmak istedim. Albüm çok popüler olmadı belki ama Türkiye'de zaten hiçbir caz albümü popüler olmadı. Ada uzun vadeli bir çalışma. Bak, on sene sonra seninle oturup konuşuyoruz. Belli açılardan hiç yapılmayan şeyler ortaya koydu. Bu bakımdan karşılığını aldı. Çok olumlu dönüşler aldım. İstanbul Caz Festivali, Akbank Caz Festivali, Bakü Caz Festivali, Arnavutluk Caz Festivali gibi birçok festivalde çaldık. Umuyorum bir gün bu tür hak ettiği değeri görür."