İdeolojiden Kıyafet Biçmek: Başörtüsü Saldırılarının Tarihine Kısa Bir Bakış
Kadın dayanışma ve haklılığına herhangi bir katkı sağlamayacak, tüm kadınları ideolojik ve ucuz bir politik dille ayrıştıracak söyleme maruz kalıyoruz. Kadın hareketleri bu noktada ortak bir ses çıkaramıyor. Konu bağlamından uzaklaştırılıp, çarpıtılmaya açık çünkü. Her şeyin inanılmaz niteliksiz olduğu bir dönemde kadınlık ya da özgürlük nereden ele alınıp tartışılacak? Neden her şeyin dönüştüğü bu çağda bir grup azınlık ideoloji ve özgürlüğü kadınlara indirgeyerek mana kazandırıyor, en başta kadınlar neden buna razı oluyorlar? İzansız, fikirsiz, felsefesiz yüzeysel bir gösterinin ortasında her sene kalmaya devam ediyoruz.
BAŞÖRTÜSÜ SALDIRILARININ İDEOLOJİK CEPHESİ
Öğretim görevlisi Neşe Nur Akkaya Nişantaşı'nda bir parkta otururken Eray Çakın, Akkaya'nın başörtüsüne saldırarak; "Burada ne işiniz var, siz ve sizin gibileri istemiyoruz" demişti. Bu tarz saldırılara maruz kalan başörtülü kadınlar spesifik olaylar dışında eylemlerle de aşağılanıyordu. Mesela İzmir'de bir gurup kadın ciddi içerikten yoksun, kendini diğerinden nefret ve faşizan bir dil ve üst akılla ayrıştıran bir eyleme kalkışmıştı geçenlerde. Sokak ortasında bir gurup kadın çarşaflarını atarak "özgürleşmişlerdi". Kendilerine göre bir ideolojinin, bir fikrin ve kabulün "en mantıklı" öngörülebilir sonuçlarını "cesurca" kamuoyuyla paylaşıyorlardı. Ardından, 29 Ekim kutlamalarında, ilkokul sıralarında oturan öğrenciler karşısında bir eğitimci çarşaf giyip, "özgürleşerek" çarşafı atmış modernliğin ancak üzerindeki gibi bir kıyafetle mümkün olabileceğini dikta etmişti öğrencilerine. Öğrencilerin karşısında çarşaf çıkarma eylemini her sene görüyoruz.
Kadın üzerİnden moda ve "modern olmak"
Meşrutiyetle birlikte bir ideal olarak başlayan Ulusal Türk kadını modeli "eşit ve sosyal kadın" Cumhuriyet'le beraber ete kemiğe bürünüyordu. Daha o dönemden "modern olmak" giyimkuşam ile de "modernlik" anlamına geliyordu. Kadın ve moda arasındaki ilişki ve bunun kültürel yansımaları, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e romanlar, dergiler ve gazeteler yoluyla kültürel hayata egemen olan modanın, iktidar ilişkileri aracılığıyla kadının sosyal ve siyasal konumlandırılmasında oynadığı rol herkesin malumu. Benzer şekilde cumhuriyet ve onun kadın tipolojisiyle geleneksel kadın söylem ve algısının kıyafet üzerinden nasıl inşa edildiği ve II. Mahmut ile başlayan Batılılaşma sürecinde moda/dekoltenin toplumsal ve siyasal çatışmanın bir nesnesi olarak iktidar ve muhalefet ilişkilerinde etkin rolü tarihsel bir tortuyla önümüzde yığılmaya devam ediyor. Başka pek çok kıstastan olduğu kadar beraberinde kisve, kıyafet ile kendi vatandaşlarına "modern" bir kimlik biçmek ve dayatmalarda bulunmak hemen hemen her dönemde belirli vesilelerle, toplum mühendislikleriyle sürdürülen ideolojik bir hastalığımız olarak bugünlere kadar geldi ne yazık ki.
Laiklik uygulamalarıyla yasaklar başlıyor
Mustafa Kemal'in ölümünden sonra yeni cumhurbaşkanı İsmet İnönü oldu ve laikleştirme çabası hızla devam etti. İktidar tarafından laikliği koruma endişesiyle sıkı yaptırımlar uygulanırken bu yaptırımlara karşı tepkiler dindar kesim tarafından kurulan çeşitli muhalefet partileri ile ortaya koyuluyordu. Dine yönelik yasaklar, sınırlamalar ve yaptırımlar bu dönemde ciddi bir muhalefet oluşturmuştu. Türk Kadınlar Birliği 1935 yılında kadınlara seçme seçilme hakkı tanınmasıyla kendisini işimiz bitmiştir diyerek feshetmişken, kadınların gelişimini sağlamak amacıyla 1946 yılında yeniden kurularak, örtülü kadınlara "kadınlar için kadınlara rağmen" felsefesi ile savaş açtı. Başlıca argümanları ise şuydu: 1950'li yıllarda daha çok çarşaf şeklinde görülen tesettürün Türkiye'yi küçük düşürdüğünü savunuyorlardı.
Eğitimli kadınlar hak aramaya başlıyor
70'lerde kayda değer sayıda başörtülü kadın üniversiteden mezun oldu. Bunlardan biri de Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra avukatlık yapmak isteyen Emine Aykenar'dı. Mahkemeye her girişinde kendisine "modern" olma zorunluluğu hatırlatılıyordu. Aykenar başörtüsüyle mesleğini yapamayacağı gerekçesi ile avukatlıktan ihraç edildi; fakat başörtüsünün mesleğiyle hiçbir ilişkisi olmadığını savunup, durumu en yüksek makamlara kadar taşıyacağını ve sonuna kadar mücadele edeceğini açıkladı. Bu tavır herkesi şaşırtmıştı.
12 Eylül 1980 yılında askeri rejimle birlikte sağ ve sol kesim asker törpüsüyle "düzeltilirken" başörtülü öğrenciler de eğitim hayatlarındaki kısıtlanmaların hızla arttığı bir döneme girdi. Henüz 82 Anayasası düzenlenmeden, Kenan Evren'in ilk yaptırımlarından biri okullardaki "irtica" tehlikesini başörtülülerin kampüslere girişini yasaklayarak bertaraf etmek olmuştu. Düşünce yasağı sadece üniversitelerdeki başörtülü öğrencileri değil, İstanbul Üniversitesi'nin dekanlığa gönderdiği 11 Mart 1998 tarihinde uygulanan genelgeye göre "kıllı" öğrencileri de kapsıyordu. Böylece sakallı öğrenciler de okullara alınmamaya başlandı. İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Ağırakça da inancı yüzünden görevden alındı. Aynı şekilde ekonomi bölümünde o zaman doçent olan Sevgi Kurtulmuş da başörtüsü yüzünden okuldan atıldı. Böylelikle giyim-kuşam ve dış görünüşe göre insanların en doğal haklarına müdahale ve ayrımcılık yeni bir boyuta taşınmış oldu.
Darbe ve İKNA ODALARI
28 Şubat post-modern darbesi sonucu kapatılan Refah Partisi'nin kadın hareketi 1999 yılında Fazilet Partisi'nin Merve Kavakçı'yı milletvekili adayı olarak ikinci sıraya koymasıyla birlikte yeniden canlandı. Kavakçı seçimlerden milletvekili olarak çıktı. Fakat Merve Kavakçı'yı, Bülent Ecevit'in "haddinin bildirilmesi" ikazı ve sonrasında ölüm tehditleri alarak ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanan bir süreç bekliyordu.
Bu günlerde icat edilen ikna odalarıyla birlikte başörtülü kadınları çağdaş kadın "seviyesine" getirmeye çalışan kendine Kemalist diyen kadınların gözle görülür çirkin tavırları daha belirgin olarak gün yüzüne çıkıyordu. İkna operasyonunun başörtüsünü tercih eden kadını özgürleştireceği yerde daha da sınırlandırdığı gerçeği Kemalist elitlerce kabul edilmediği gibi bazen de görmezden gelindi.
İlk mağdurlar
Vatandaşların, özellikle kadınların dine ve örfe dayanan kıyafetleri üzerinden etkilerini gösteren yasakçı zihniyet zaman zaman tatsız hadiseleri ve müdahaleleri de tetikledi. 1968 yıllında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan'ın başörtüsüyle amfiye girmek istemesi sonucu hocası tarafından durdurulduğunda muhatap olduğu "Hey sen başörtülü bu şekilde buraya giremezsin!" cümlesi o yıldan sonra dillere pelesenk olacaktı. Hatice Babacan, başörtüsünün inancının bir gereği olduğunu ve asla çıkarmayacağını söyleyince önce amfiden çıkarılacak daha sonra da fakülteden ihraç edilecekti. İmam-hatip liseleri ile kendilerine eğitim alabilecekleri alanlar bulan başörtülü kadınlar 70'li yıllarda başlarındaki örtülere sahip çıkarak üniversite kapılarını zorlamaya başlayacaktı. 70'ler aynı zamanda birçok hâkim, öğretmen ve yazar başörtülü kadının ortaya çıktığı bir dönemdi ancak bu durum bu kadınların talip oldukları tüm alanlardan "yasaklanmaya" başlandıkları yılları da beraberinde getirecekti.
Jakoben tavırlara son verme zamanı
Bir dönem başörtüsü yasakları özgürlük ve inanç zemini ötesinde ileri ve gerici söylemler, modern ve anti modern yargılarla tartışılmıştı maalesef. Herhangi bir inancın mümini olan bir insanın inancının gereği tercih ettiği kılık-kıyafet ve görüntüyü modernliğin gerisinde olarak nitelendirmek alışılageldiğinin aksine tartışma zeminini çarpıtmaktan öteye uzanmıyor. Bu ideolojik kaygılara da gerek yok aslında tüm bunlar tepeden yönetmeye hazır, jakoben tavırların, kendi insanına güvenden uzak zihniyetlerin, halkı ve kendi insanını küçümseyen bakışın halen aşılamadığının da bir göstergesi. Herkesin kendi yaşantısına sahip çıkmaya hakkı var. Fakat tarihte maalesef bu insani hak için hep mücadele edilmek zorunda kalındı.
Yeni bin yılda yasaklar biterken
28 Şubat sürecinin etkileriyle 2002 seçimlerinde yeni kurulmuş Ak Parti iktidarından seçmenlerinin beklediği en önemli girişimlerden biri başörtüsüne serbestlik getirilmesiydi. 2007 yılında MHP ile yasağı kaldırmaya yönelik yaptığı değişiklik anayasa mahkemesi tarafından reddedilmiş, Ak Parti'ye kapatma davası açılmıştı.
Başörtüsünün politikayla kemikleştiği en ciddi dönem Ak Parti hükümeti ve eşleri başörtülü milletvekilleri döneminde oldu. Hayrünnisa Gül'ün Çankaya Köşkü'ne "first lady" olarak çıkması büyük bir tahammülsüzlüğe sebep olmuştu. Bu sebeple 14 Nisan'da Ankara- Tandoğan'da, 29 Nisan'da İstanbul-Çağlayan'da, 5 Mayıs'ta Çanakkale'de ve Manisa-Sultan Meydanı'nda, 13 Mayıs'ta İzmir-Gündoğan'da toplam beş tane olmak üzere, adına "Cumhuriyet Mitingleri" denen mitingler silsilesi gerçekleşti. Ayrıca 27 Nisan gecesi TSK'nın internet sitesinde benzer eleştiriler yapılarak muhtıra niteliğinde bir bildirge yayınlanarak hükümete uyarı gönderildi. Tüm bunlar insanları ayrıştırmaya, nefret söylemi doğurmaya ve şiddet eylemlerine fırsat vermişti.