Türk Efsanelerinin Gözü Pek Kadın Kahramanları
Kültürün temel taşlarını ve arkeolojisini oluşturan mitolojiler, destanlar bir kültüre, bir coğrafyaya ya da bazen bir medeniyete ait açık ve gizli kodları gözler önüne seren eşsiz kaynaklar. Her kültürün kendine has anlatıları yaşanılan siyasi problemlerden günlük yaşantılara, savaşlardan ev hayatına, dini inançlardan toplumsal cinsiyete kadar hemen her konuda sorulara ipuçları sunabiliyor. Günümüzün en popüler tartışma konularından biri de şüphesiz toplumda kadın-erkek rolleri ya da çatışmaları. Kadim anlatılardan bu konuda da fikir sahibi olmak mümkün... Destanlarda, mitlerde ya da halk hikâyelerinde karşımıza sayısız kadın figürü çıkıyor. Daha kadın adının pek anılmadığı devirlerde köklü Türk tarihinde kadınların nasıl bir hayat yaşadıklarını, toplumda nasıl rollere sahip olduklarını, Türk mitolojisinde dişi sembollerin ne derece önem arz ettiğini mitler ve destanlar yardımıyla öğrenmek mümkün...
Ak Ana
Yaşam döngüsünü başlatan sembol
Türk mitolojisinde önemli bir tanrıça figürü olan Ak Ana'dan Altay, Yakut ve Tatar yaratılış destanlarında sıkça bahsedilir. Bu köklü inanç sistemi içerisinde Ak Ana asıl yaratıcıdır ve isminin başındaki Ak, "Kutsal Ruh" anlamına gelir. Mitolojide deniz tanrıçası olarak da bazı anlatılarda karşımıza çıkan Ak Ana, yerküre tamamıyla sularla kaplı oldu dönemde denizlerden çıkmış, yine mitolojik bir inanç olan dünyayı yarattığı inanılan Tanrı Ülgen'i yaratıp tekrar yaşadığı yer olan denizlere geri dönmüştür. Tanrı Ülgen dünyayı yaratırken yine sonsuz denizlerden çıkarak ona güç ve ilham vermiştir. Böylece aslında mitolojiye göre Aka Ana yaşam döngüsünü başlatan bir tanrıçadır.
Bazı kaynaklarda Ak Ana'nın cisimsiz olduğu belirtilir; ışıktan bir bedeni olduğu ve başında gücü simgeleyen boynuzları bulunduğu tasvir edilir. Mitolojide kirlenmemişliği ve günahsızlığı temsil eder. Ayrıca yaratılışın simgesi olması haricinde bir anne gibi merhametli ve şefkatli olarak da kendini gösterir bu figür. Diğer Türk dillerinde Ağ Ana, Ürüng Ene, Şura Ene olarak da bilinen ve farklı Türk destanlarında da karşımıza çıkan bu figürün Akdeniz'de yaşadığına inanılır. Tüm gök ve yerin yaratılmasına ilham olduğu mitlerde geçen bu dişi ruh aslında Gök Tanrı'nın bir görünümü olarak yorumlanıyor.
Ağaç Ana
Yerle göğü birbirine bağlayan yaşam ağacı
Türk mitolojisi ve kültüründe bir tanrıça figürüdür Ağaç Ana. Ağaç Türk mitolojik ve kültüründe bir Gök Tanrı simgesidir. Eski bir Türk inancına ve Şamanizm'e göre Türklerin 9 boyunun türediği "yerle göğü birbirine bağlayan yaşam ağacı" olan Ulukayın, yeryüzü ve gökyüzünün tam ortasındadır ve kökleri okyanusa kadar uzanır. Bu kutsal yaşam ağacını ise Ağaç Ana korur. Ayrıca Ağaç Ana Türk mitolojisinde "halkların anası" olarak bilinir ve neredeyse tüm Türk toplulukları Ağaç Ana'yı "bütün ağaçların anası" olarak kabul eder. Soyun devamını simgeleyen bu tanrıça ile ilgili destan, efsane ve hikâyelerde birçok farkı bilgi yer alır. Kıpçak kelimesinin "ağaç kovuğu" anlamına gelmesi de bu inancın ne kadar yaygın ve köklü olduğunu gösteriyor. İnanışa göre annesi Kıpçak'ı bir adanın ortasında bulunan ağacın kovuğunda doğurmuş ve Kıpçaklar da onun soyundan türemişlerdir. Bir diğer inanış da Umay Ana'nın bu ağaçla beraber yeryüzüne indiğini söyler. Türk kültüründe ağaçlarla ilgili birçok farklı inanç ve mitolojik öğeler bulunur çünkü bu kültür için ağaç sembolü tüm yaşamı temsil eden Ulukayın dolayısıyla kutsaldır. Özellikle kovuğu olan ağaçlarda Ağaç Ana'nın yaşadığına inanılır.
Umay Ana
Rahimiyetin kadim
devirdeki dişil simgesi
Türk mitolojisinde tanrıça olarak tasvir edilen Umay Ana'nın adına ilk kez Orhun Yazıtları'nda "Umay gibi anam hatunun kutu sayesinde küçük kardeşim Kül Tigin er adını aldı" yazısıyla rastlarız. Umay Ana, Türk mitolojisinde doğumun bir simgesi olarak yüzyıllarca halk tarafından da yaygın bir şekilde anılır. Bu inanca göre dişiliğin koruyucu tanrıçası Umay Ana bir bebeği anne karnına düştüğü andan itibaren korur, sağlıkla doğmasını sağlar, doğduktan sonra da koruma görevine devam eder. Sadece insanlar değil, hayvanların yavruları da Umay Ana'nın koruyuculuğu altındadır. Zaman zaman yeni doğan çocuğu terk eder; bu da çocuğun hastalanmasına sebep olur. Eğer bir bebek uykusunda gülüyorsa bu Umay Ana'nın bebeğin yanında olduğuna işaret eder. Hatta bu inanç günümüze "melekler bebeği güldürüyor" şeklinde taşınmıştır.
Arkeologlar tarafından Altaylardan kalan kalıntılar incelendiğinde Umay Ana'nın üç boynuzlu olarak tasvir edildiği görülür. Türklerde boynuz gücü temsil eder. Yere kadar uzanan beyaz ya da gümüş saçları vardır. Doğum tanrıçası olarak görülen Umay Ana'nın Türk mitolojisinde adından sıkça bahsedilme nedeni aynı zamanda bolluk ve bereket getirdiğine de inanılmasıdır. Yalnızca bebekleri korumaz, tüm dişileri gözetir, hakanlara güç vererek Türk topluluklarını muhafaza eder. Aynı zamanda halka mahsul veren, "yaşam kaynağı" olarak da adlandırabileceğimiz güçlü bir figürdür Umay Ana.
Orhun Yazıtları'nda geçen buna benzer cümleler de Umay Ana simgesinin koruyucu özelliğini vurguluyor. Bir diğer Türk tarihi kaynağı olan Kaşgarlı Mahmut'un Divan-ü Lügat'i-t Türk adlı eserinde "Umay, kadın doğurduktan sonra çıkan sondur; kadınlar Umay ile tefeül ederler. Umay'a tapılırsa oğul olur derlermiş" notuyla Umay Ana figürünün inanç sistemi içerisindeki yeri daha iyi anlaşılıyor. Kendisine inanılan bu kutsal ruh, tarihi eserlerde, kadim Türk yazıtlarında ve sözlü edebiyatta karşımıza çıkıyor.
Kanıkey
Esir düşen Manas'ı tek başına kurtaran kadın
Kırgız Türklerine ait, 400 bin mısrasıyla dünyanın en uzun destanı olan Manas Destanı'nda karşımıza savaşan, dövüşen, avcılıkla uğraşan, ata binen korkusuz, cesur ve güçlü Türk kadını tiplemesi çıkar. Destanın birçok bölümünde farklı isimler hikâyeleriyle kendine yer bulur. Bunlardan biri Manas Han'ın eşi olarak metinlerde geçen Kanıkey'dir. "Kanıkey'in Manas'ı Ölümden Kurtarması" isimli bölümde Kalmukların elinde esir düşen Manas'ı tek başına kurtaran Kanıkey'den şöyle bahsedilir: "Saç örgüsünü toplayıp tepesine bağladı, Manas'ın silahlarını takınarak, zırhını giyip Akkula'ya bindi... Kanıkey arslan gibi savaşıyor... Kanıkey bir yerinden yara yedi. Buna rağmen Manas'ı güvenli bir yere getirmeyi başardı ve tedavisine başladı."
Kanıkey'in çoğu kez düşmanla elinde kılıcıyla savaştığı, sadece Manas'ı değil, savaş meydanlarında çocuğunu da koruduğundan destanda sık sık bahsediliyor. Kendisi savaşlara katılmasa bile zor durumda kalan Han ve diğer askerlere gıda, ilaç sağlamak gibi yapabileceği her şeyi yapan bir kurtarıcı olarak birçok bölümde adı geçiyor. Manas Han'ın ölümünden sonra oğlu Semetey'i bir kahraman olarak yetiştiren Kanıkey'i bu konuda Manas'ın annesi Çıyırdı Hatun da destekler. Çıyırdı Hatun ise destanda savaşçı ve öncü karakteriyle adından birkaç kez bahsedilen bir başka güçlü kadın figür olarak görünüyor.
Canıl Mırza Destanı
Farklı bİr kahraman:
Cengaver, lİder ve mert bİr dİşİ kaplan
Kırgız Türklerine ait önemli destanlardan biri olan Canıl Mırza, baş kahramanının bir kadın olması sebebiyle diğer epik hikâyelerden ayrılarak daha farklı bir yere sahip. Türk destanlarında kadınlar çoğu zaman devlet yöneten, savaşan, söz sahibi olan güçlü ve cesur figürler olarak karşımıza çıkar fakat sadece Türk destanlarında değil, tüm dünyadaki destanlarda kahraman, yetenekli, lider vasfa sahip olan çoğu zaman bir erkektir ve hikâye erkek karakter etrafında döner. Bu destanda Noygut boyunun lideri Canıl Mırza'nın hem kendi canı hem halkının özgürlüğü ve mutluluğu için verdiği kahramanlık mücadelesi konu alınır. Bir kaplanı yendiği için "Dişi Kaplan" olarak anılan bu kahramandan; cesareti, avcılıktaki ustalığı, keskin nişancılığı, iyiliği ve dürüstlüğü, mertliği ile her zorlukla baş edebilen mücadeleci bir kişilik olarak bahsedilir.
Canıl Mırza, 16 yaşından beri savaşan, lider olduktan sonra hayatını halkına adayan, halkı için ailesinden dahi vazgeçen, sayısız zorlukla karşı karşıya kalan güçlü bir kadın karakter olarak bu epik hikâyede kendine yer buluyor. Kahramanlık vasıflarının hemen hepsine sahip olan bu kadın tipi o dönemde kahramanlık özelliklerinin yalnızca erkeklere ait olmadığını aslında net bir şekilde gösteriyor.
Dede Korkut'un kahraman kadınları
Banu Çiçek, Burla Hatun, Selcen Hatun ve diğerleri…
Yazıldığı çağın sosyo kültürel yapısını, özellikle Oğuzlar döneminin tarihini, kültürünü ve gündelik hayatlarını kavramada başvurulan en önemli kaynaklardan biri olan Dede Korkut hikâyelerinde efsanevi erkek karakterler kadar kahramanlıklarıyla öne çıkan, silah kullanan, düşmanla savaşan, güreşen kadın figürlerine de rastlanır. Bunların savaşçı özelliğiyle hikâyelerde ön plana çıkan Banu Çiçek gelir. Banu Çiçek ok atan, ata binen cesur bir kadındır. Onunla evlenmek isteyen Bamsı Beyrek'e kendisini güreşte yenme şartı koşar; ok atma ve ata binmede ona meydan okur. Bir Han kızı olan Burla Hatun, hikâyelerde savaşçı kadını temsil eder; cesaretli, ata binen, kılıç kuşanan, düşmanla mücadele eden bir kadın olarak bahsedilir. Burla Hatun'un yanında 40 kız yardımcısı olduğu ifade ediliyor. Yine Dede Korkut hikâyelerinde karşımıza yiğitliğiyle çıkan kadın figürlerinden biri olan Trabzon tekfurunun kızı Selcen Hatun'un düşman ordusunu tek başına dağıttığı anlatısı dönemin toplumsal yapısını daha net anlamada yardımcı olur.