İklim mültecilerini beklerken
İklim değişikliği toplumları derinden etkilemeye devam ediyor. Son yıllarda sıkça gündeme getirilen iklim değişikliğine bağlı insan hareketleri sadece güncel bir konu değil aynı zamanda insanlık tarihinin önemli bir parçası. Asya'da kuruyan su kaynakları Türklerin büyük göçünü etkileyen önemli etkenlerdendi. Geniş ovalar ve yaylalar buluncaya kadar devam eden bu insan hareketliliği beraberinde yeni bir tarihi de getirdi. Asya içlerinde azalan insan yoğunluğu ve Akdeniz çanağında sıklaşan yerleşimler, bereketli toprakların göçle nasıl iç içe olduğunu gösteriyor.
İklime dayana insan hareketliliği aynı zamanda insan düşüncesini de beraberinde şekillendiriyor. Osmanlı devletinin her gittiği coğrafyada önce suların aktığı hamamlar ve insanların karınlarını doyurduğu, çorbaların kaynadığı imaretler kurması suyun ve toprağın önemini öz biçimde ifade ediyor. Dolayısı ile iklim sorununu güncel bir paranteze almak, nevzuhur bir mesele olarak görmek çözümü veya sorunları ele alış biçimini de çıkmaza sokuyor.
Geçmeyen tehlike: İklim ve kıtlık
İklim şartlarının zemin hazırladığı insani felaketleri ve insan davranışlarının bunu nasıl derinleştirdiğini görmek için sayısız örnek var. Bunlardan birisi Büyük Kıtlık olarak bilinen İrlanda Patates Kıtlığı. 1845- 1852 yılları arasında yaşanan Gorta Mor (Büyük Açlık) patateslere bulaşan mantar nedeniyle gerçekleşmiş. Temel besin maddesi olan patatese tarlada ve ambarda zarar vermiş ve bir milyona yakın insanın ölümü ya da göçüyle sonuçlanmış. İrlanda kıtlığını Osmanlı'nın gönderdiği yardımlarla biliyoruz. Saray hekimlerinden birinin İrlandalı olması Sultan Abdülmecid'in bu konuya özel olarak eğilmesini sağlamış. Ancak bu, Osmanlı'nın deniz aşırı insani yardım çalışmalarına zemin teşkil eden önemli bir örnek olmasına engel değil.
İklim şartlarından kaynaklanan zararlı mantarların patateslere zarar vermesi ve Amerika başta olmak üzere İrlandalı göçmenlerin farklı coğrafyalara gitmeleri iklimin ne denli belirleyici bir faktör olduğunu gözler önüne seriyor. Bundan on yıl önce Afrika'da yaşanan ve Somali'yi etkileyen kıtlık ve daha bu sene Madagaskar'ın bir bölümünü etkileyen kıtlık, iklim kaynaklı felaketler arasında sayılabilir.
İrlanda kıtlığı, yanı başında yer alan İngiltere'nin kayıtsız veya yetersiz kaldığı bir felaketti. Osmanlı'nın Drogheda limanına gönderdiği yardım gemilerinin sadece gıda değil, aynı zamanda umut da taşıdığını söyleyebiliriz. Ancak sonuç olarak hem İrlanda hem Amerika hem de insanlık tarihi bu acı olaydan derin izlerle dolu. Yeterince ders çıkarılıp çıkarılmadığı ise baktığımız açıya göre değişiyor.
Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay hareketlerinin kuruluş hikâyesine baktığımızda insanlığın ortak aklının iklim krizine ve iklim mültecilerine nasıl bakacağına dair bir tahmin yürütmek mümkün olabilir.
Emir Abdülkadir'in bilgeliği
İsviçreli Henry Dunant, Cezayir'de Emir Abdülkadir'in Fransızlara karşı verdiği mücadele devam ederken savaş hukukunun temelleri olan prensipleri yerinde öğrenmişti. Bu prensipler temel olarak esirlerin hakları, savaş durumunda dini yapıların ve savaşa dâhil olmayan sivillerin, hayvanların ve bitkilerin temel haklarını kapsıyordu. Daha sonra Avusturya-Macaristan ve İtalya arasındaki kanlı Solferino Savaşı'nda muharebe meydanındaki çaresiz yaralıları gördü ve bugün tüm dünyada geçerli olan evrensel insani yardım prensiplerini hayata geçirdi.
İnsan onurunu, izzetini önceleyen bu bakış Osmanlı da dâhil olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde hızla karşılık buldu. Ortak sorunlara karşı ortak çözümler geliştirmek için insanlık bir araya geldi. Öncelikli olarak savaş meydanındaki yaralılara insan izzetine yaraşır muamele yapıldı ve temel sağlık hizmetlerinden yararlanması sağlandı.
Bu insancıl tabloda madalyonun diğer tarafını çevirdiğimizde endüstriyel savaşın kirli yüzünü görüyoruz. Makineleri tüfeklerle yüzlerce, binlerce insanı yok eden ve savaş süresini uzatarak silah sanayisine hatırı sayılır para kazandıran bir süreç. Savaşın uzaması ikmal yollarının güçlü olmasını gerektiriyordu. Bu da beraberinde beslenmesi gereken yüzbinlerce kişi anlamına geliyordu. Savaşın kirli yüzünü bir defa daha ortaya çıkaran bu süreç geride kalanları açlığa ve hatta açlıktan ölüme mahkûm ediyordu.
İklim sorunları nedeniyle kıtlık yaşayan Hindistan ve Yunanistan gibi ülkelerdeki sınırlı gıda kaynaklarına savaşan ülkeler, işgalciler tarafından el konuluyor ve açlık bir silah olarak kullanılıyordu. İkinci Dünya Savaşı'nda Alman işgali altındaki Yunanistan'a Türkiye'den giden gıda yardımları uzun süren olağanüstü durumların nasıl bir insani felakete yol açtığını gösteriyor.
Büyük tehlike: Kapitalist iştah
Benzer şekilde bugün küresel şirketlerin karlılıklarını artırmak üzere dünyanın farklı yerlerindeki ormanları, nehirleri ve doğal kaynakları dengeyi bozacak şekilde değiştirdiklerine tanık oluyoruz. Doğal döngüsü bozulan yerleşimler kırılgan bir yapıya bürünüyorlar. Sonrasında ise yaşanan doğal felaketleri yerel imkânlarla telafi etmek mümkün olmuyor.
Bu duruma, sadece dünyanın az geliştiği ifade edilen bölgeleri muhatap değil. Kutuplarda eriyen buzullar, giderek ısınan yer küre Londra'da metronun sular altında kalmasına, Almanya veya Belçika'da yağış rejimlerinin değişmesine neden olabiliyor. Ancak yine de Afrika'da yaşanan bir kıtlığın geliştireceği insani krizin yıkıcılığı daha belirgin şekilde görünüyor.
Çok uluslu şirketlerin dünyayı arka bahçeleri olarak kullanarak yok etmeleri sürdürülebilir bir durum değil. Birleşmiş Milletler öncülüğünde Küresel Amaçlar çerçevesindeki 17 temel hedef doğrultusunda çevre ve iklimle ilgili başlıkların bulunması ve şirketlerin sürdürülebilirlik kriterlerini, doğaya saygı ve iklim değişikliğiyle mücadele başlıklarını giderek daha fazla benimsemeleri yaklaşmakta olan felaket zincirinin ayak sesleri olarak kabul edilebilir.
Sadece kârlarına odaklanan şirketler yerine, tüketicinin de talebiyle, sorumlu davranan ticari yapılar görmeye başlıyoruz. Samimiyet elbette sorgulanabilir ama insanlığın geliştirdiği ortak akıl geri döndürülemez biçimde iklim krizine odaklanıyor. Sorumlu üretim ve sorumlu tüketim talepleri, üçüncü dünya ülkelerinin sırtına yüklenen vahşi üretim mekanizması giderek daha fazla sorgulanıyor.
Kızılay ve Kızılhaçların yeni sınavı: İklim
Solferino Savaşı'nın ardından insanlığa önermede bulunan insani yardım dünyası bugün neler yapıyor ve daha önemlisi neler yapmak istiyor? Klasik yaklaşım, iklim krizine muhatap olan kişilere insani yardımın ulaştırılması. Birkaç on yıl içinde adalarını suların yükselmesiyle kaybedecek okyanus sakinleri değil sadece kastettiğim. Aşırı sıcakları yüzünden Paris'te hayatını kaybeden yaşlılar, Viyana'da Kızılhaç'ın insani yardım amacıyla kurduğu serinleme odasına sığınmak zorunda kalan şehir sakinleri.
Günümüzün gerçekleri, herkesin bir şekilde potansiyel iklim mültecisi olduğunu gösteriyor.
İnsanlığın önündeki iklim kaynaklı üç temel problem kuraklık, sel ve orman yangınları. Bu üç iklim felaketi dünyanın farklı bölgelerindeki insanların kapılarını çalıyor. Bozulan ekosistemi tamir etmek zaman alıyor ve hayatlarına devam etmek zorunda olan geniş kitleler farklı yerlerde daha iyi bir gelecek için fırsat aramaya koyuluyorlar.
Atalarımızın yüzyıllar önce yaptığı gibi değişen iklim şartları bizi yeni gerçekliklerle yüz yüze getiriyor. Tüm dünya Kızılay ve Kızılhaçlarının mutabık oldukları konu bu küresel probleme karşı küresel bir cevap verilmesi gerektiği. Bir taban hareketi olan Kızılay ve Kızılhaçlar, gönüllü yapılarıyla dünyanın yardımına koşmayı amaçlıyor. Savaş meydanlarına gönüllü hemşirelerle koşup yaraları sardıkları gibi şimdi de ilkim krizine karşı geniş kitlelere dayanan bir seferberlik hazırlığındalar.
Bu gönüllü sürecinde eğitime büyük iş düşüyor. Bireysel ve toplumsal anlamdaki bilincin ve önleyici tedbirlerin artması çözülmez gibi görünen sorunların kolayca aşılmasını temin ediyor. Felakete maruz kalan insanların psikososyal desteklerini de içeren bu süreç, toplumsal mukavemeti, güçlülüğü artırmayı amaçlıyor.
Bütüncül bakış şart
İnsani yardım alanında iklim mültecilerinin nereye konulacağı ve sorunların mı yoksa sonuçlarının mı çözümlenmeye çalışılacağını zaman gösterecek. İklim krizinin yönünü ve büyüklüğünü alacağımız önlemler ve küresel işbirliği belirleyecek. Artan enerji talebi, ekonomik büyüme hedefl erine bağlı olarak genişleyen üretim piramidi ve elbette gıda güvenliği gibi konular iklim mülteciliğinin istikametini tayin edecek. Henry Dunant'ın savaş hukuku konusunda ilham aldığı Emir Abdülkadir gibi insanlara, varlık alemini bir bütün olarak görüp saygıyı temel alan yaklaşımlara bugün dünden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. İnsanlığı bir araya toplayacak yardımlaşma kuruluşları bu konudaki stratejilerini belirlerken ihtiyaç duyulan şeyler arasında gelecek projeksiyonları olduğu gibi bilgelik de var. Kim olduğumuzu ve kim olmamız gerektiğini hatırlatacak pusulalar. Hepimizin iklim mültecilerini beklerken aslında potansiyel iklim mültecilerine dönüşebileceğimiz gerçeğini unutmadan.