Transhümanizmin narsistik etiği
Hümanizmin uzun öyküsü etik açıdan birbiriyle çatışan iki temel fikri bünyesinde taşır. Bu fikirlerden birincisine göre insan doğa itibariyle iyidir ve bozuk düzen tarafından saptırılmadığı sürece eylem olarak iyiyi gerçekleştirme eğilimindedir. İnsanı temelde kötü kabul eden Ortaçağ Hıristiyan felsefesine bir başkaldırış demekti bu. Hıristiyan teologlar özünde kötü, zayıf, habis olan insanı kurtarmanın endişesi içindelerdi. Bunun için Kilise şarttı. Kilise, yani yetkiyi doğrudan doğruya Tanrı'dan alan "baba"ların kutsal etkisi altındaki cemaat… İyi ve doğru ancak Kilise'den öğrenilebilirdi ve Kilise'nin dışında tümüyle barbarlık hakimdi. Barbarlık yani doğa.
Hıristiyanlığın doğa korkusu hümanizmin sözünü ettiğimiz ikinci temel yaklaşımına da miras oldu bir bakıma. Bu yaklaşıma göre insan kültür yoluyla - ki bu da Hıristiyanlık öncesi Grek-Roma kültürüydü - kendini geliştirmelidir. Bir başka deyişle insan ancak kültür edinerek doğadan uzaklaştığı ölçüde iyi ve gelişkin bir varlık kabul edilebilir.
Anlaşılıyor ki hümanizm kültür-doğa zıtlığını rakibi Hıristiyanlıktan tevarüs ederken Kilise'nin yerine bireyi, Hıristiyan öğretisinin yerine de seküler felsefe ve edebiyatı geçiriyordu. Malzeme ve yöntem değişse de insanın ahlaki gelişmesini kültürel bir programa bağlama eğilimi Hıristiyanlıktan hümanizme miras kalmıştır diyebiliriz.
Özetlediğimiz bu sürekli gelişme fikri modern dönemde kaydedilen teknolojik başarılar ve elde edilen imkanlarla birlikte transhümanizm fikrini ortaya çıkarmış görünüyor. Burada artık insanın mükemmeliyete ulaşması için önerilen gelişme yolu felsefe ve edebiyattan ya da yaşam tarzından geçmez. Transhümanizm insanın etik ve entelektüel gelişkinlik seviyesinden ziyade bedensel mükemmeliyetine yönelmiş durumda.
"Medeniyetin zirvesi"
Transhümanizm insanın "en güzel şekilde yaratıldığı" (Tin Suresi, 4.) kabulüne tamamen yabancı. Bunun için de insanın daha zeki, daha güçlü ve sağlıklı olması için teknolojiyi devreye sokma arzusu duyuyor. Transhümanizmin özü, insanı ölümlülükten kurtarıp psiko-somatik açıdan mükemmel ve ölümsüz hale getirme arayışı. Bir anlamda insan-makineyi üretmek.
Bunun teknik olarak mümkün olup olmadığından ziyade ahlaki açıdan mahiyetini tartışmak bizce daha önemli. Transhümanizm ya da yeni nesil insandan söz edebilmek için öncelikle açgözlülük, rekabet, ilerleme, ölümsüzlük arzusu, narsisizm ve hatta Nietzsche'nin söz ettiği Üst İnsan kavramından söz etmek gerekir. Ve sözü belki buradan tekamüle, olgunlaşmaya, teslimiyete getirmeliyiz.
Mehmet Akif, "Batı'nın ilmini alalım, ahlakını almayalım" demişti. Buradan hareketle belki biraz da ileri, geri, Batı, Doğu, medeni ve barbar kavramlarını yerli yerine oturtmamız gerekir. 19'uncu yüzyıldan beri nadir eleştiriler bir yana ilerleme, medeniyet ve Batı hep bir tarafta; gerilik, barbarlık ve Doğu hep bir tarafta algılandı. Batı Avrupa'nın askeri ve teknolojik başarıları hümanizme bağlanmak suretiyle Batı ahlaken de üstün görüldü.
İnsanlık bu formülün etkisinden bir türlü kurtulamıyor. Teknolojik gelişmişliğin yol açtığı yıkımların farkında olduğumuz halde hümanizmin sihirli etkisi sayesinde, milyonlarca insanı gözünü kırpmadan öldüren, Doğu Avrupa dahil olmak üzere dünyanın tüm kıtalarını ekonomik olarak istismar eden bir kıtayı "medeniyetin zirvesi" olarak görüyoruz.
Medeniyet dediğimiz zaman aklımıza tam olarak neyin geldiğini tartışmalıyız. Medeniyet dendiğinde zenginlik, refah ve tüketim akla geliyorsa burada zihinlerimizi belki biraz daha zorlayarak medeniyetin özüne inmeye çalışmalıyız. Medeniyet, esas olarak zıttı olan anarşi ve barbarlık üzerinden düşünecek olursak, nizam ve adaleti ifade eder. Bu bakımdan medeniyet denilen her yapının adalet, anlayış ve nizamı içermesini beklemek çok yanlış olmaz. Osmanlı asırları adı verilen uzun yüzyıllar boyunca güçlü bir medeniyetin varlığından söz etmek mümkün. Osmanlılar sahip oldukları siyasi, ekonomik ve askeri güç sayesinde ve vasıtasıyla bir nizam, ahlak ve adalet oluşturabilmişler ve sürdürebilmişlerdi.
Ahlaken derin bir yozlaşma
Batı Avrupa'nın Osmanlı Devleti'ne oranla çok daha yüksek oranda teknolojikleştiği kesin. Siyasi yapı bakımından da en azından II. Dünya Savaşı'ndan sonra güçlü bir nizam kurdukları görülüyor. Ne var ki adalet ve anlayışın tesisinde çok da ciddi bir gelişme kaydedemediklerini İslam dünyasının kalbine bir hançer gibi sapladıkları İsrail'in durumuna bakarak görmemek mümkün değil.
Bugün ortalama bir İsrailli transhümanizm bakımından da ortalama Filistinli'ye oranla kat be kat daha ileri durumda olduğu halde ahlaken derin bir yozlaşma içindedir. İsrail kurulduğundan beri geçen 70 küsur yılda özellikle teknolojik tarım, kimya sanayii, genetik ve savunma sanayii konularında adeta bir mucize gerçekleştirdi. Bunun neticesi olarak da Kişi Başına Düşen Milli Geliri Avrupa Birliği ortalamasının dahi üzerinde.
Öte yandan, bir anlamda Batı medeniyetinin Ortadoğu bayii durumundaki İsrail sözüm ona "güçlü demokrasisi," genç nüfusu, teknolojik üstünlüğü, ortalama eğitim seviyesinin yüksekliği vb. değerlere rağmen Filistin'e uyguladığı fiziksel, ekonomik, teknik, psikolojik ve ahlaki şiddetle tüm hümanist söylemi boşa çıkarmaktadır.
İsrail bunu 1948'de bir gecede keşfetmedi; Yahudiler, oluşmasında büyük sahibi oldukları Batı medeniyetinin günah keçisi olarak çile çektikleri yüzyıllar boyunca işi ustasından öğrendiler. İstismar edilen bazı çocukların yetişkin olunca istismarcıya dönüşmesi gibi, Roma'nın Filistin'i işgalinden II. Dünya Savaşı sonuna kadar Batı'nın işkencesini çeken Yahudiler de bugün Filistinlilere işkence etmeyi kendilerine hak görüyor.
Transhümanist kapitalistlerin kontrol hırsı
Teknolojinin insana etik açıdan bir üstünlük sağlamadığı açık olmalı. Zira teknolojinin sahipleri dünya nüfusunun çok küçük bir kesimini oluşturmakla ve hümanizm, hayırseverlik ve insanlığın ortak çıkarları gibi kavramları kalkan olarak kullanmakla birlikte kendi kapitalist kâr ihtiraslarını pek fazla gizleyemiyorlar. Bill Gates veya Elon Musk gibi transhümanizm şampiyonlarının gerçekte yaptıkları şey insan soyunun mutluluğunu yükseltmekten ziyade kendi milyar dolarlarının sayısını artırmak.
Ayrıca bu tür transhümanist kapitalistlerin pek de gizlemedikleri bir kontrol arzuları var. Gates'in istediği gibi dünya yüzündeki tüm insanlara sağlık çipi takılması veya Musk'ın önerdiği üzere insan beynine mikro kablolar entegre edilmesi insan yaşamı üstündeki merkezî kontrolü artıracaktır. Bir başka deyişle, transhümanistik uygulamalar gerçekleşirse 19'uncu yüzyılda başlayan merkezîleşme ve kontrol mekanizmaları mükemmel zirvesine varmış olacaktır.
Daha dün vatandaşlık numarasına itiraz ederken bugün cep telefonları sayesinde hem devletler hem kapitalistler tarafından hem bireysel hem sosyal düzeyde takip ediliyoruz. Cep telefonları günlük hayatımızda belli kolaylıklar sağlarken en büyük kolaylığı istihbarat servislerine ve büyük şirketlere sağlıyor. Bir de derimizin altına mikroçip yerleştirildiğinde, kafatasımıza mikro kablolar bağlandığında neler olabileceğini düşünün.
Teknoloji insanı yenecek mi?
Öte yandan, klasik hümanizm insanın ahlak karşısındaki pozisyonunu zerre kadar değiştirmediği gibi transhümanizmin narsistik yaklaşımının da insanın iyi ile kötü karşısındaki iradi durumunda bir değişiklik yapabileceğine şahsen inanmıyorum. Kur'an-ı Kerim'in vaz ettiği gibi insan en güzel şekilde yaratılmıştır; insan öz itibariyle iyiyi kötüden ayırt edebilecek yeteneğe sahiptir ve iyiye yönelmek istediğinde hümanist ya da barbar hiçbir güç onu eyleminden uzaklaştıramaz.
İsrail'in ileri teknoloji bombaları yağarken Filistinlilerin birbirlerine sıkı sıkıya sarılıp yaşamaya devam etmeleri, Suriyelilerin sayısız güç ülkeleriyle birlikte insanlığı da haritadan sildiği halde insan kalabilmeleri, nice benzeri örnek teknolojinin insanı yenemeyeceğinin ispatları olarak görülmeli.
Transhümanistik inovasyonlar büyük devletler ve kapitalistler tarafından istismar edilecektir; benim bundan hiç kuşkum yok. Fakat insanın içinde onu iyiye ve doğruya çağıran sesi bastırmaya yetmez bence bu. Transhümanist medeniyetin geliştirebileceği imkanlar tüm insanlığa yetmez. Nasıl ki Hindistan veya Afrika'da her evde buzdolabı, çamaşır makinesi ve televizyon yoksa; trans-organlar, beyinle teknolojik teçhizat arasında iletişimi sağlayabilecek çipler, kablolar vb. de dünya üzerinde belli bir azınlığın keyfini sürebileceği şeyler. Çoğunluk koyunların kulağına vurulan damgalar gibi deri altına yerleştirilecek takip çipleriyle yetinmek zorunda kalacaktır muhtemelen.
Yine de trans-insanlar diğerlerinden daha üstün olamayacaklar. Gerçek üstünlük ahlaki üstünlüktür; o da hiçbir imkan hatta hiçbir bilgi olmadan ortaya çıkabilir. Dünya üzerinde herhangi bir ânda herhangi bir insan yapmak zorunda olduğu iyiliği hiç düşünmeden, kimseden yardım görmeden, iyilik yaptığının bile çoğu defa farkında olmadan yaptığında o devasa makinenin de fişini o anlığına çekmiş oluyor. Devletler ve kapitalistler insanlığı ne kadar çok kontrol ederse etsin insan yenilmez.