Nimetle şov olur mu?
Son günlerde, sosyal medya imkânlarının artmasıyla birlikte yemek artık bir şov nesnesine dönüştü. Hani öyle, "şahane yemek yaparım, tarif veririm"den öte, yemeğe hoyrat davranmak trend oldu. Et depolarında koca bir kuzuyu kucaklayıp poz veren, neredeyse insan boyunda dev hamburger yapan, havaya doğru fırlattığı eti bir samuray edasıyla havada ikiye bölen, metrelerce uzunlukta künefe hazırlayan şefler… Hatta sırf şov için özel yaptırdığı dev fırına, bütün deve atanlar… Darth Vader kostümüyle cağ kebabı dilimleyenler… Dron'la ciğeri havada gezdiren kebapçılar hatta… Ve dahi eti altınla kaplayanlar. Liste öyle uzun ki…
Peki, ne oldu da böyle oldu! Yemeğin, tabak hazırlamanın, sunumun estetiğine önem verilmesi elbette ki doğal… Yani en azından bu alıştığımız bir durum. Ama yemeğin hoyratça bir şov malzemesi hâline gelmesinin ardında nasıl bir süreç var?
"Reklamın dozu kaçtı"
Gastronom ve yemek yazarı Behiye Betül Kartal bu süreci şu sözlerle özetliyor: "Gastronomi gelenekselden modernizme geçerken yemekten ve yemek yapmaktan öteye geçti, onu sunmak ve servis biçimi de önemli hâle geldi. Modern dönem, yemeğin önce göze hitap etmesini istedi. Hatta sadece sofralarda kendine yer bulmaktan çıkıp edebiyata, resim ve sinemalara konu oldu. Günümüzde ise postmodern bir toplumun oluşması ile gastronomi sanat çalışmalarına konu olan bir unsur olmaktan çıkıp sanatın kendisi oldu. Artık sadece güzelce sunmak da yeterli gelmiyor. Daha farklı, daha estetik, tematik sunumlar önem kazandı. Artık işletmeler reklamlarını sosyal medya üzerine yoğunlaştırdı. Gıda sektöründe çok fazla rakibinin içerisinden öne çıkmayı isteyen işletmeler ise reklamlarını şov haline getirmeye karar verdi. Etin üzerinin kaplandığı altınların lezzet açısından hiçbir katkısı yokken sosyal medya üzerinde altınla kaplanan bir et yerken paylaşım yapan insanlar prestijli bir imaj çizdiklerini düşündüler. İşletme ise abartılı bir şovla sunduğu altın kaplı et sayesinde hem para kazanıyor hem kolaylıkla reklamını yaptırabiliyor."
"Ekmeğin incecik kırıntısı bile kıymetlidir"
Sosyolog Erol Erdoğan ise, öncelikle bizim kültürümüzde ve inancımızda yemeğe verilen değeri, kutsiyeti ve bunun nereden geldiğini anlatarak başlıyor söze: "Bizde yemeğin veya ekmeğin kutsallığının üç sebebi var. Allah'ın ikramıdır, nimettir yani. Onda insanın alın teri, emeği, mesaisi vardır. Her nimette aynı çağda yaşadıklarımızın ve sonraki nesillerin hakkı vardır. Bu üç hususiyet ekmeği, yemeği, nimeti ve tabii hüdaînâbit rızıklar ile tabiatı özel hâle getiriyor, mübarekleştiriyor. Onun için bizde ekmeğin incecik kırıntısı bile kıymetlidir, saygındır, koruma altındadır; ezilmez, israf edilmez, öpülür. Nimete yüklediğimiz anlamın adalet anlayışımızla doğrudan ilgisi var, nimetin hakkını ve hukukunu korumazsak bir anlamda hakka gireriz, zalim oluruz. Her kültürde emeğin değeri yüksektir ama bu emeğin sonunda ortaya çıkan ekmeğin değeri bizdeki kadar güçlü, derin ve kadim değil. Bizdeki fark, sadece emek açısından değil emekle birlikte nimet, adalet ve kul hakkı gibi başka hassasiyetlere de sahip olmamızdır." yanlış dolgu nesnelerine yönelir. Bu bir hoyratlaşmadır aynı zamanda. Hoyratlaşmanın popülerlik kazanmasını ise tüketim kültürü, hızlı göç, dijital dönüşüm ve küreselleşme sağladı. Evet, bu çağ rahatsız, biz de çağın rahatsızlarıyız."
"Yemek programları sonradan görmüşlük platformuna dönüştü"
İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Sosyolog Doç. Dr. Vehbi Bayhan da konu üzerine kafa yoran isimlerden. Bayhan "Bence bu konunun başlığı gösterişçi tüketim ve yemeğin metalaşmasıdır" diye başlıyor söze. Bayhan yemeğin metalaşması üzerinden, bugün içinde bulunduğumuz Koronavirüs salgınının aslında bu duruma karşı da bir cevap olduğu görüşünde:
"Türkiye özelinde televizyonlarda yayınlanan yemek programları, gösterişçi tüketim ve sonradan görmüşlüğün bir platformuna dönüşmüştür. Yemek adabını ve geleneğini unutan ve rating alma uğruna konuk oldukları evde yapılan yemekleri anlamsızca salt kötülemek adına eleştiren, kendini beğenmiş, narsist ve hedonist ruhun dışavurumunu izlemekteyiz. Geleneksel kültürde ekmeğe ve yiyeceğe verilen değer, yere düştüğünde ekmeği öperek almak gibi davranıştan yemekleri beğenmeyen ve israf eden bir tüketim kültürüne geçiş yaşanmıştır. Şov yapan ünlü ve popüler aşçıların abartılı sunumları postmodern zamanların küresel şımarıklığına bir örnektir. Yaşadığımız küresel Kovid-19 pandemisi varsıl ve yoksul ayırt etmeden herkese bulaşmaktadır. Yemek beğenmeyen kendini beğenmişlerin sokağa çıkma yasağı olasılığına karşı marketleri yağmalayıp yoksulların gıdası olarak damgalanan makarnayı talan etmeleri manidar ve ironiktir. Şükretmenin ve paylaşmanın ötelendiği, "gemisini kurtaran kaptan" bireyselciliği ve narsistliği küresel kültür ile inşa eden bireyler için, gözle görünmeyen bir Koronavirüsün her şeyi anlamsızlaştırdığı ve ontolojik olarak var olmanın öneminin olmadığı zamanlarda kendimizi sorgulamanın zamanı çoktan geldi geçiyor. Bitmek bilmeyen tüketim şımarıklığına dur demeliyiz!"
"Yeme tarzımızı ve yediklerimizi unvan ve güç gösterisi için kullanmayı tercih ettik"
Psikiyatr Uğur Zeren ise meseleye bambaşka bir açıdan bakıyor. "Yemeğin, yemek sunumunun modern insan için bir güç ve statü göstergesi olduğunu söylüyor ve bu algıdaki arızaların altını şöyle çiziyor: "Bu durum bence en az 70 yılın sonucu oluştu. II. Dünya Savaşı sonrası dünya fazla üretip fazla tüketmeye yöneldi. İsteklerimize esir olduk. Oysa hayatta mutlu olmak için ihtiyaçlara odaklanmak yeterliydi. Bugünkü yemek yeme gösterileri, eğlenceler etkinlikler ile ilgili yorumlarım aslında yaşamın her alanı için geçerli. Sorun sadece bizim ülkemizde değil dünyanın çoğunda var. Bazı nesiller yoklukla bazı nesiller bollukla sınanır. Biz bollukla sınanan kuşak olarak mirasyedi gibi davrandık. Asıl başrol oyuncumuz olan yeme kültürünü ele alacak olursak sorun bakış açımızla ilgili. Yemek yemenin özü olan ihtiyaç karşılamaktır. Oysa biz yemek yeme şeklimizi, tarzımızı ve yediklerimizi unvan ve güç gösterisi için kullanmayı tercih ettik. Yediklerimizin amacı değişti. Amaç beslenmek ihtiyaç karşılamak sağlıklı olmak değildi. Amaç 'siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?' veya 'ben var ya böyle yaşıyorum, bana saygı duyun, takdir edin' şeklinde evrildi. Her amaçtan sapmak insanları insanlıktan, sağlıktan, değerlerden uzaklaştırır."
Son söz yine, psikiyatr Zeren'den: "Şamanın birisine sormuşlar; Zehir nedir? İhtiyacından fazla olan her şey zehirdir. Güç, tembellik, yiyecek, hırs, ihtiras, kendini beğenme, öfke hatta iyi niye… Her şeyin fazlası zehirdir ve zehir hastalık ile ölüm getirir."