Küreselleşme: Hayal mi kâbus mu?
Küreselleşme, şüphesiz özellikle 21'inci yüzyıl düşünce/ akademi dünyasının en çok tartışılan, üzerine en çok yayın yapılan konularından biridir. Yalnızca yüzeysel bir taramayla bile bu konuda yayımlanmış olan on binlerce kitap, makale ya da köşe yazısı saptayabilmek, bir kısmına da çevrimiçi tam metin olarak ulaşabilmek mümkündür.
Üzerinde bu kadar çalışılmış ve hâlen çalışılmakta olan bir kavram hakkında genel/ortak bir tanımlama yapabilmek de dolayısıyla çok zor, hatta açıkçası pek mümkün değildir. Sosyal bilimlerin çok farklı alanlarının küreselleşme kavramı ile ilgileniyor olması ve konunun muhataplarının küreselleşme kavramına yönelik farklı bakış açıları da ortak bir tanım yapılmasını zorlaştırmaktadır. Ek olarak, küreselleşme kavramı, kültür, ekonomi, politika, teknoloji ya da güvenlik gibi çok sayıdaki alanı ilgilendiren karmaşık ve çok boyutlu bir yapıya sahiptir.
Küreselleşmenin tanımlanmasındaki bu zorluklara karşın, bu konuda yayımlanmış çalışmalarda üzerinde en çok uzlaşılmış olan birkaç tanıma atıfta bulunabilmek ve bunlardan yola çıkabilmek mümkündür.
Buna göre küreselleşme;
• Teknoloji, sermaye ve insan bakımından entegrasyonun sağlanması, ticaretin, yabancı sermaye yatırımlarının artması ve mobilitenin yükselmesi sonucu dünyanın giderek bütünleşmesidir.
• Dünya çapında bağlantıların, uluslararası işbölümü ve işbirliğinin gelişmesidir.
• Ülkeler arasındaki ekonomik, politik, sosyal ilişkilerin gelişmesi, ideolojik ayırım ve kutuplaşmaların çözülmesi, farklı toplumsal kültürlerin, inanç ve beklentilerin daha iyi tanınması, ülkeler arasındaki ilişkilerin yoğunlaşmasıdır.
• Ulusal ekonomilerin, kültürlerin ve fiziksel sınırların çözüldüğü, sosyal hayatın uluslar-üstü kurallar tarafından belirlendiği, ulusal ekonomilerin ve ulusal ekonomik stratejilerin gücünü ve geçerliliğini hızla kaybedip dünya çapında ortak bir ekonominin ortaya çıktığı, bölgeler ve kıtalar arası akış, geçiş ve ağlar üreten, toplumsal ilişkileri hızlı ve radikal şekilde dönüştüren bir süreçtir.
Küreselleşmenin tarihçesi
Küreselleşme kavramının tanımı gibi tarihçesi üzerinde de belirli bir uzlaşma olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu kavramın ortaya çıkışı ve tarihsel sürecini, tarihin başlangıcından, Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından, Sanayi Devrimi'nden, 1929 Büyük Ekonomik Buhranı'ndan, II. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle ortaya çıkan iki kutuplu "Yeni Dünya Düzeni"nden ya da 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılması sonucu Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve Batı'nın rakipsiz kalmasıyla başlatan pek çok tez bulunmaktadır.
Bununla birlikte, küreselleşme kavramını yaklaşık 500 yıllık bir geçmişe dayanan üç farklı döneme ayırarak inceleyen tarihlendirme yöntemi dikkat çekicidir.
Buna göre, coğrafi keşiflerin başladığı 1490'lı yıllar, aynı zamanda küreselleşmenin de ilk dönemidir. Bazı çalışmalarda "Birinci Küreselleşme" olarak da adlandırılan bu dönem, Sanayi Devrimi'nin başladığı 1800'lü yıllara kadar devam etmiştir. Bu konudaki çalışmaların bir kısmına göre, küreselleşmenin bu dönemi, aynı zamanda "ülkelerin küreselleştiği" dönemdir.
Küreselleşmenin bu aşamasında, denizcilik teknolojisindeki hızlı gelişim itici güç olmuştur. Yeni bölgelerin keşfedilmesi, askerî işgaller ve "Hıristiyanlaştırma" ile 1800'lü yıllara kadar devam eden bu sürecin en temel sonucu, sömürgecilik (kolonyalizm) olmuştur. Küreselleşmenin bu aşaması, aynı zamanda ekonomiye tümüyle tarımın hâkim olduğu, keşifler ve işgallerin de genellikle toprak sahipliği ve toprak egemenliği amacı taşıdığı "Tarım Toplumu" dönemidir.
Özellikle buhar gücünün icadıyla birlikte Sanayi Devrimi'nin yaşandığı 1800'lü yıllar ise küreselleşmenin ikinci dönemi ya da "İkinci Küreselleşme" olarak adlandırılmaktadır. Makinelerin icat edilip özellikle üretim ve ulaşım alanlarında kullanılmaya başlamasıyla birlikte, küreselleşmenin bu sürecinin etkileri, ilkine göre daha derin ve güçlüdür.
"Üçüncü Küreselleşme"
Bu dönem, aynı zamanda küçük üretim birimlerinin yerini fabrikaların aldığı, özel girişim ve yeni üretim teknolojilerinin ortaya çıktığı, üretimin artması ve çeşitlenmesiyle yaşamın her alanında yoğun bir değişim ve dönüşümün yaşandığı, kapitalist sistemin sağladığı sermaye birikimi sonucu burjuva sınıfının güç kazandığı "Sanayi Toplumu"na geçiş dönemidir. Hızlı sanayileşmenin sağladığı güçle de etkisini artıran bu dönemin en önemli sonucu emperyalizm olmuştur. Ülkelerden sonra "şirketlerin küreselleştiği" bu süreç, 1980'li yılların sonlarına kadar devam etmiştir.
İçinde bulunduğumuz "Üçüncü Küreselleşme" ise bilgisayar teknolojisi kullanımının hızlandığı 1990'lı yıllarda başlamıştır. Küreselleşmenin bu üçüncü ve şimdilik son dönemini, Soğuk Savaş'ta Batı ile Sovyetler Birliği arasında 1960'lı yıllarda başlayan yumuşama (détente) dönemiyle başlatanlar da olmakla birlikte, birçok çalışma, "Üçüncü Küreselleşme"nin başlangıcı olarak Sovyetler Birliği'nin 1991 yılında dağılmasıyla Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve bunun sonucunda Batı'nın rakipsiz kalmasını kabul etmektedir.
Bilim, teknoloji ve özellikle iletişimde yaşanan hızlı ve büyük dönüşümün yanında bilgiye daha kolay ve daha ucuz ulaşma imkânlarının ortaya çıkması, küreselleşmenin bu son aşamasını öncekilerden çok daha hızlı ve etkili kılmaktadır. Bu iletişim devriminin yanında çokuluslu şirketlerin artan etkisi ve olanaklarını da eklemek mümkündür.
Sanayi toplumundaki insan gücü ve üretim yöntemlerinin, yerini zihinsel emeğe ve "bilgi işçiliği"ne bırakmasıyla, artık "Bilgi Toplumu" ortaya çıkmaktadır. Küreselleşmenin bu döneminin etki aracı, öncekiler gibi askerî işgal ya da "Hıristiyanlaştırma"dan çok kültürel ve ideolojik iktidardır. Kültürel ve ideolojik etki üzerinden ülkelerin toplumsal, ekonomik ya da siyasal yol haritaları kontrol edilebilmekte, kitleleri yönlendirebilmektedir.
"Dünya: ortak ve tek bir pazar"
Yukarıda da ifade edildiği gibi, küreselleşme kavramı, sosyal bilimlerin birçok farklı alanını ilgilendiren, dolayısıyla etkileri de ekonomi, teknoloji, siyaset ya da kültür gibi birçok farklı boyut üzerinden değerlendirilen bir kavramdır.
Siyasî açıdan bakıldığında, küreselleşme kavramının, bugün dünya üzerindeki toplumlar ve devletlerin sahip olduğu genel siyasal örgütlenme tipi olan ulus-devlet yapısıyla büyük bir çatışma içerisinde olduğu görülmektedir. Buna göre, mevcut ulus-devlet yapısı, aynı çıkar ve kaygılarla birbirine bağlanmış ve kolektif bir kimlik duygusu geliştirmiş bireylerden oluşan bir toplum yapısına işaret etmektedir.
Buna karşılık olarak, ülkeler arasında her tür iletişim ağının genişlediği, "dünyanın küçüldüğü", sınırların sorgulandığı küreselleşme, devletler arasındaki mevcut hiyerarşi-egemenlik ilişkilerini törpülediği gibi, devletlerin yetkilerini de devletlerüstü kurumlara devretmektedir. Sonuç olarak, mevcut ulus-devlet yapısında, ulusal sınırları içerisinde mutlak egemenlik kurma hakkını elde etmiş olan devletler, küreselleşmenin güç kazanmasıyla birlikte bu güçlerini yitirme tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Buna ek olarak küreselleşme, devletlere yönelik uluslararası müdahaleleri de daha mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla, elde etmiş olduğu mevcut egemenlik haklarını korumaya çalışan ve dış müdahale tehdidiyle karşı karşıya kalmak istemeyen ulus-devlet modeli, küreselleşme kavramıyla büyük bir kavga içerisindedir.
Küreselleşmenin bir diğer önemli boyutu da şüphesiz ekonomik boyutudur. Ekonomik küreselleşme, üzerinde kısmen de olsa bir uzlaşma sağlanmış tek cümlelik özet bir tanımlama gerekirse, "dünyanın ortak ve tek bir pazar hâline gelmesidir". Küreselleşmenin ekonomik anlamını aynı şekilde bir cümleyle "kapitalizmin dünya çapında yaygınlaştırılması" şeklinde tarif eden çalışmalar da mevcuttur.
Emperyalizme saygınlık kazandırmak
Yukarıda, küreselleşmenin üçüncü aşamasını tartışırken itici güç olarak tanımlanan bilim, teknoloji ve özellikle iletişimde yaşanan hızlı ve büyük dönüşüm, ülkeler arasındaki sermaye, iş gücü ve mal dolaşımını da hızlandırarak uluslararası ekonomik ilişkilerin yoğunlaşmasına sebep olmaktadır. Bu süreçte, sınır-ötesi ekonomik ve finansal işlemlerin çeşit ve sayıları hızla artmakta, uluslararası güçlü şirketlerin etkisi büyümektedir.
Aynı şekilde küreselleşme, kota ya da gümrük gibi ulusal sınırlamaların kaldırılmasını, klasik devletçi ekonomi modellerinin terk edilmesini ve uluslararası ticaretin devletler tarafından kolaylaştırılmasını da talep etmektedir.
Ekonomik küreselleşme, aynı zamanda finans-kapitalin dünya çapında serbest dolaşımının sağlanması ve finans faaliyetlerinin ulusal ölçekten küresel ölçeğe doğru genişlemesi anlamına da gelmektedir. Küreselleşmenin ekonomik boyutuna yönelik üzerinde en fazla uzlaşılmış olduğunu söyleyebileceğimiz eleştiri ise zengini daha zenginleştirip fakiri de daha fakirleştiren emperyalizme, küreselleşme sözcüğü üzerinden saygınlık kazandırılmaya çalışıldığıdır.
Küreselleşmenin teknoloji ile arasındaki ilişki ise daha çok, teknolojinin küreselleşmeyi güçlendiren, hızlandıran bir araç ya da itici güç olduğu tezi üzerinden kurulmaktadır. Özellikle iletişim/ haberleşme ve ulaşım alanlarında hızla gelişen teknoloji ve buna paralel olarak artan imkânlar, küresel çapta bir benzeşme ve bütünleşmeyi mümkün kılmaktadır. Küreselleşme, teknolojinin bu ve buna benzer olanaklarından yararlanarak dünyadaki ekonomik, kültürel ya da siyasal alanlara hızla hâkim olmaktadır.
Küreselleşme ve Türkiye
Yerküre coğrafyası üzerinde oldukça merkezî bir konumda bulunan ve "Batı ile Doğu dünyaları" arasında bir geçiş alanı olan Türkiye'nin, bu çok özel jeo-stratejik durumu dikkate alındığında, küreselleşmenin tüm boyutlarından yoğun şekilde etkilenmemesinin mümkün olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Gerçekten de Türkiye, küreselleşmenin etkilerini dünyadaki diğer pek çok ülkeden çok daha yoğun olarak hissetmekte ve yaşamaktadır.
Küreselleşmenin ekonomik boyutunun yakın tarihimizde Türkiye üzerindeki etkilerini kısaca inceleyecek olursak, karşımıza 1980'lerle birlikte başlayan liberalleşme süreci çıkmaktadır. Dünyada gelişmekte olan pek çok ülke gibi 1960 ve 1970'li yıllarda kalkınma stratejisini ithal-ikameci politikalara dayandırmış olan Türkiye, Soğuk Savaş'ın sonuna yaklaşıldığı ve Batı'nın yavaş yavaş rakipsiz kalmaya başladığı 1980'li yıllarda liberalleşme sürecine girmiştir.
Yabancı finansman açığını kapatmayı ve dışa dönük bir ekonomik sisteme geçişi amaçlayan 24 Ocak 1980 kararları, bu liberalleşme sürecinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Aynı dönemde IMF stand-by ve Dünya Bankası uyum kredileri gibi küresel finans işlemleri de hızla takvime bağlanmıştır. 1996 yılında Avrupa Birliği ile imzalanan Gümrük Birliği anlaşmaları da bu kapsamda değerlendirilebilir.
Küreselleşmenin siyasî boyutunun Türkiye'ye etkileri de yine aynı yıllarda ortaya çıkmaya başlamıştır. 1983 yılında yapılan genel seçimleri kazanarak başbakan olan Turgut Özal'ın politik alanda ve yönetimde bireysel özgürlüklere, vatandaş haklarına ve kamusal güvenliğe öncelik veren siyaset anlayışı ve uygulamaları, bu etkinin en belirgin ve ilk örneklerindendir. 2002 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden 24 saat içerisinde geçirilen 14 maddelik geniş AB Uyum Yasa Paketi ve daha sonraki benzer yasa ve uygulamalar da bu açıdan değerlendirilebilecek gelişmelerdir.
Sonuç olarak özetlemek gerekirse, küreselleşme kavramı, üzerinde henüz kesin olarak uzlaşılmış bir tanımlama bulunmayan, çok boyutlu ve buna bağlı olarak etkileri de çok geniş bir kavram ve gerçekliktir. Bazı tezlere göre tarihin başlangıcından beri var olan bu kavram, etkisini 15'inci yüzyıl sonlarından itibaren göstermeye başlamış, 20'nci yüzyıl ile birlikteyse en güçlü ve etkili dönemine girmiştir.
Ekonomi, teknoloji, siyaset gibi pek çok boyutu olan küreselleşme, jeo-stratejik olarak dünyanın merkezinde sayılabilecek, dolayısıyla dışarıdan gelecek etkilere son derece açık konumu sebebiyle Türkiye'yi özellikle 1980'li yıllardan itibaren yoğun şekilde etkisi altına almıştır. O yıllardan beri artarak devam eden bu etki, bugün Türkiye'nin en önemli ekonomik ve siyasî gündemleri içerisinde bulunmakta, diplomatik tercihlerini etkilemekte ve yoğun şekilde tartışılıp değerlendirilmeye, yazılıp çizilmeye devam etmektedir.
Dünyada sürekli ve sert bir şekilde meydana gelen gelişmeleri de dikkate alarak bugünden bir değerlendirme yapmak gerekirse, bu durumun yakın gelecekte de devam edeceğini tahmin etmek zor değildir.
*Dr, Öğretim üyesi, İstanbul Teknik Üniversitesi