İşgalleriyle kimlikleri de yok edilen şehirler
Şehirlerin de kimliği vardır, isimlerinin dışında inançları vardır, Müslüman olanı vardır, Hıristiyan olanı vardır. Kudüs mesela üç dini barındırır sınırlarında; üçü de yaşamıştır bünyesinde ama Müslüman kimliği daha ağır basmaktadır, nasıl olmasın, Kuran-ı Kerim'de etrafının bereketli olduğu müjdelenen Mescid-i Aksa'nın ev sahibidir.
Müslümanlara Kudüs'ten geriye ne kaldı? Bu sorunun yanıtıyla başlayalım.
Bundan 10 yıl kadar önce Kudüs'te Müslüman nüfus 750 bin civarıydı. Bugün 300 bine düştü. Kudüs'teki Filistinli ve Müslüman sayısı her gün üçer beşer azalıyor. Gönderilen Müslümanın yerine yeni bir Yahudi Kudüs'e yerleştiriliyor.
Önümüzdeki 5-10 yıla kadar Kudüs'te özellikle de şehrin merkezinde ikamet eden Müslüman sayısı iyimser düşünürsek on binlerle ifade edilecek, belki o kadar bile bırakılmayacak.
Bizzat kendisi işgal altında olan Kudüs aslında büyük bir işgal planının önemli bir parçası… O büyük işgal planı Kudüs'le başladı ve hâlâ devam ediyor.
1917'de İngiliz işgali, 1967'de İsrail işgaline girdi, Kudüs. 80'lerden bu yana Yahudi devletinin tek taraflı "başkent" ilan ettiği bir yerdi. 2017'de yani Osmanlı'nın elinden alındıktan tam bir asır sonra ABD Başkanı Trump tarafından İsrail'in başkenti olarak tanındı.
Kudüs'ü en kısa cümlelerle tanımlayacak olursak… Müslümanların ilk kıblesi, miraç mucizesinin yaşandığı, Hazret-i Peygamberin mirası, Kuran-ı Kerim'de İsra suresinde çevresinin bereketli kılındığı ayetle sabit olan Mescid-i Aksa'nın tam kalbinde bulunduğu şehrin adı Kudüs'tür.
Kudüs'ün anahtarı İsrail'in elinde…
İşte bu şehir, kâğıt üzerinde Müslümanlardan çıkmış, adım adım Müslümanların ancak turist olarak gelip, görebileceği bir şehre dönüştürülmektedir.
Müslümanlar için Kudüs'ten daha değerlisi Mekke, Medine'dir. Belki de Kudüs'ün Müslümanlar için manasını en kısa yoldan ve en etraflıca anlatan bu cümledir.
Kudüs'ün işgali tam olarak ne anlama geliyor, bir de ona bakalım. Mesela Kudüs, şehrin otoritesi itibariyle Müslümanlara aitken, Yahudilerin de Hıristiyanların da yüzyıllar boyunca gönül rahatlığıyla dinî yaşantılarını yerine getirebildikleri bir şehir olmuştu.
Ama şehrin anahtarı Müslümanların elinden alınınca artık Müslümanın yaşayamaz hâle getirildiği bir yer oldu, Kudüs.
Şimdi Mescid-i Aksa hâlâ Kudüs'te ama Kudüs'ün anahtarı İsrail'in elinde… Ve Müslümanlar İsrail'in izni ve onayıyla Mescid-i Aksa'ya girip, namaz kılabiliyor. Yani bir Müslümanın camiye girip girememesine bir Yahudi karar veriyor.
Bu zulüm 1967'den bu yana devam ediyor. Bu hızla giderse kısa süre sonra Müslümanların Yahudi onayıyla girip namaz kılabilecekleri bir cami bile bırakılmayacak Kudüs'te.
Kudüs, Kudüs olmaktan çıkarıldı. Orası Jerusalem ya da Yaruşhalayim artık. Mescid-i Aksa da Mescid-i Aksa değil, Temple Mount yani Tapınak Dağı. Mescid-i Aksa'ya öyle ya da böyle girip ibadet edebiliyoruz. Bundan 10 yıl önce bir Yahudi giremiyordu. Girdiği zaman intifada çıkıyordu. Şimdi Mescid-i Aksa her gün periyodik olarak Yahudi ibadetine açılmış durumda.
Yarın öbür gün Mescid-i Aksa yıkılacak!
Yarın öbür gün Mescid-i Aksa yıkılacak. Çünkü Siyonistlerin en büyük amacı bu, tek meseleleri ibadet olsa batı duvarı onlarındı, yetinmediler Mescid-i Aksa'yı kullanıyorlar ama belli bir süre sonra bununla da kalmayıp, Mescid-i Aksa'yı komple ortadan kaldıracaklar, yıkacaklar yerine büyük Yahudi mabedini inşa edecekler.
Kudüs üzerindeki Yahudi planı bu… Ve son yıllardaki tüm gelişmeler bu planın tıkır tıkır işlediğini gösteriyor. Mescid-i Aksa'nın yıkılması demek Kudüs'ün Müslüman hafızasının silinmesi demek. Müslümanlara ait hiçbir şeyin, bu Müslüman şehirde bırakılmaması demek…
Planda sadece Mescid-i Aksa değil onun içerisinde bulunduğu surlarla çevrili eski şehrin tamamının Müslümanlardan arındırılması da var. Ve surların dışındaki mahalleler, onların da akıbeti aynı.
Mescid-i Aksa yıkılıp, yerine Süleyman Mabedi inşa edildiğinde, onların inancına göre kıyamet hızlandırılmış olacak. Örnek, Mescid-i Aksa'nın kapılarından biri olan Rahmet Kapısı aynı zamanda surlarla çevrili Kudüs şehrinin de kapısıdır.
Rahmet kapısının Mescid-i Aksa'nın avlusundaki tarafında küçük bir cami ve medrese vardır. Burası 2003'ten bu yana kapalı tutuluyordu. Geçtiğimiz yıl Filistinliler, mescidin kapılarını açtı, ibadete başladı ama avludaki İsrail polisi her seferinde Filistinlilerin Rahmet Kapısı'ndaki o küçük mescidi kullanmasına müdahale ediyor.
Zira Siyonist ve Evanjelist inanca göre o kapı, aslında kıyametin önemli saflarından biri. Kapının tam karşı tarafındaki tepe, Zeytin Dağı. Onların inancına göre mesih yeryüzüne Zeytin Dağı'ndan inecek. Sonra bu kapıyı kullanıp, Kudüs şehrine girecek.
İşgalle kalmıyor, imha ediliyor
"Mesih" gelmeden o mezarlık ve tepedeki diğer mezarların maddi değeri çok yüksek. Kıyamet oradan kopacak ve orada yatanlar, en yakındakiler olacak. İnanç böyle olunca mezarlık ya da mescit fark etmiyor, hepsi işgal ediliyor ve işgalle kalmıyor, imha ediliyor.
Mesele Kudüs'ün işgaliyle, Kudüs'ün İslami kimliğinin yok edilmesiyle de sınırlı değil, maalesef. Çünkü İslamiyeti işgal ve imha planında Kudüs'ün dışında başka şehirler de var.
Örnek, El Halil… Kudüs'e birkaç saat mesafede… Ama aralarında utanç duvarı var, yani bir Siyonist sınırı. El Halil'deki Filistinlinin, Kudüs'e gidip Mescid-i Aksa'ya ulaşıp, namaz kılması tamamen İsrail'in inisiyatifine bağlı. Eğer işgal askerleri izin verirse o Filistinli o zaman El Halil'den utanç duvarını aşıp, Kudüs'e girebiliyor, oradan da yine İsrail askerlerinin izniyle Mescid-i Aksa'ya ulaşabiliyor.
Kudüs, Mekke ve Medine'den sonra Müslümanların en kıymetli beldesi… El Halil ise Filistin'de Kudüs'ten sonra Müslümanların en kıymetlisi… Halilül Rahman'ın, Hazreti İbrahim'in evi, şehri, camisi, makamı, türbesi. Eşinin, çocuklarının mübarek beldesi.
El Halil şehri de tıpkı Kudüs gibi işgal altında. El Halil şehrinde de tıpkı Kudüs'teki Mescid-i Aksa gibi Müslümanlar için önemi çok büyük olan bir cami, Hazreti İbrahim Camii bulunmakta.
Halil İbrahim Camii'nin önündeki caddeden Filistinli geçemez. Sadece Yahudilerin girişine izin vardır. Bir Müslüman Halil İbrahim Camii'nde namaz kılmaya niyetlendiyse arka caddelerden dolaşıp, kapıya gelir, güvenlik turnikesinden geçtikten sonra içeriye ulaşabilir.
Yarısı sinagoga çevrilen cami
Tüm bu engeller aşılıp camiye girildikten sonra caminin yarısının Müslümanlara kapalı olduğu görülür çünkü o yarı, artık cami değildir.
1994 Şubat'ında bir Ramazan sabahı camiye silahlı baskın yapılmış, onlarca Müslüman katledilmiştir. İsrail, o katliamın ardından camiyi kapatmış, yeniden açtığında da yarısını sinagoga çevirmiştir.
Kısacası Halil İbrahim Camii'nin yarısı sinagogdur. Cami olarak kullanılan kısmı ise dinî bayramlarında Yahudilere tahsis edilir.
Bu caminin müezzini vakit ezanı okumak için bile İsrail askerinin iznine tabi olmak zorundadır. Mescid-i Aksa'sız Kudüs olmayacağı gibi Hazret-i İbrahim'siz El Halil de olamaz.
İsrail işgali bu iki kadim şehirde bu olmazları zorlamaktadır. Kudüs'te Mescid-i Aksa'yı yıkıp Yahudi tapınağı yapmayı, El Halil'de ise Hazreti İbrahim Camii'ni tamamen sinagoga çevirmeyi amaçlamaktadırlar.
El Halil şehrinin Müslüman olduğuna şehadet getiririz, tıpkı Kudüs'ün olduğu gibi. Ama işte o bahsettiğimiz işgal Kudüs'te yaptığını El Halil'de daha önce yapıp, bu şehirlerin Müslüman kimliklerini yok etmeye başlamış, bu şehirleri Müslümanlardan arındırmış, Yahudileştirmeye kalkışmıştır.
Filistin böyledir maalesef. İşgal böyle bir şeydir, senin olanı senden almakla kalmaz, sana ait olan ne varsa hepsini de siler, süpürür ve unutturur.
Kudüs'te yaşanan, El Halil'de de Yafa'da da, Akka'da da, Nablus'ta da yaşanmaktadır.
İsrail, Filistin'de Filistin'e ait, Müslümana ait, İslami değerlere ait ne varsa hepsini ele geçirip, imha etmektedir.
Ne yazık ki, Müslüman kimliği işgal ve imha projesi Kudüs'le sınırlı olmadığı gibi Filistin'le de sınırlı değil. Irak'ta Bağdat'ın başına gelenler de Musul'da yaşananlar da aslında benzer durumlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kimliği, ruhu, içi, özü boşaltılan bir Bağdat
Bağdat'ta bugün Müslümanlar yaşıyor ama maalesef aslında 2003'teki ABD işgalinden bu yana Bağdat'ın kaderini de Kudüs'le aynı çizmişler, bunu görüyoruz.
Bağdat'ın dinî ve tarihî vasıfları bir Amerikan işgaliyle tecavüze uğradı. Bu tecavüz, o şehrin ayakta olması ve Müslüman çoğunluğunun hâlâ var olmasıyla göz ardı edilemez boyutta ve büyüklüktedir.
Kimliği, ruhu, içi, özü boşaltılan bir Bağdat'tan söz ediyoruz. Bir Amerikan işgaliyle ortaya çıkarılan terör örgütlerinin aydınlarını, akademisyenlerini, tarihi yapılarını ortadan kaldırdığı bir Bağdat'tan bahsediyoruz.
Biraz daha kuzeye gidecek olursak Musul'da da benzer manzara var.
İnsanlık tarihinin ilk yazılı belgelerinin bulunduğu Musul, Bin yıllık Müslüman kimliğine sahip bir şehirken, bir Amerikan işgali sonrası bir işgal ürünü olan terör örgütünün tarumar ettiği, sonra o terör örgütünü çıkarmak için başlatılan sözde bir mücadele operasyonunda neredeyse haritadan silinecek hâle getirilen bir şehirdir.
639 yılından itibaren Müslüman bir şehir olan Rakka, döneminin en önemli kültür ve ilim merkezlerinin başında geliyordu. Tıpkı Irak'taki Musul gibi önce DAEŞ terör örgütünün işgali ardından haritadan silinircesine dümdüz edilen ve bir başka terör örgütü PKK-PYD'nin işgaline giren bir şehir olarak kayıtlara geçti.
Musul ve Rakka son yıllara kadar Sünni Arap nüfusunun bölgelerindeki en önemli merkezleriydi. İkisi de 2014 itibariyle bir terör örgütünün eş zamanlı saldırılarına hedef oldu.
Sonra bu iki şehir, ABD'nin sözde kurtarma operasyonlarıyla terörden temizlendi.
Aslında terör operasyonlarıyla ikisi de dümdüz edildi. Yıkım onarılabilir ama Musul ve Rakka'da tamiri daha zor olan demografik yıkımlar da gerçekleştirildi.
Filistin, Irak ve Suriye….
ABD'nin Musul operasyonuna başta İran kontrolündeki Haşdi Şabi başta olmak üzere birçok Şii silahlı grup, Kürt peşmergeleri ve PKK teröristleri katıldı. Tamamı Sünni Arap olan şehir bir anda bambaşka etnik grupların kontrolüne bırakıldı.
Rakka'da da aynı yöntem izlendi. Yerle bir edilen bu iki şehrin tarihi yapısı da içerisindeki demografik unsurlar da ters düz edilmiş oldu.
Savaşın ve işgalin kimliğini kaybettirdiği tarihî şehirlerden biri de hiç kuşkusuz Halep.
Öyle ki Halep bugün Rus askerlerinin ayakta kalan binaların duvarlarına Rusça "Halep bizimdir" yazdığı bir şehir hâline getirildi. Halep'in 2011'e kadar olan tarihî değerleri ve Sünni Arap nüfusundan geriye Rus askerleriyle İran'a bağlı Şii milislerin cirit attığı yıkık dökük bir enkaz şehri kaldı.
Filistin'de İsrail işgaliyle tarihî kimlikler yok edildi ve ediliyor. Irak'ta ABD işgaliyle tarihî ve dinî değerler yok edildi ve ediliyor.
Suriye'de bir ucunda ABD diğer ucunda Rusya ve İran eliyle tüm tarihî, dinî, etnik ve insanî kimlikler yok edildi ve ediliyor. İşgal dediğimiz şey sadece Müslüman şehirlerin sokaklarında yabancı asker postallarının gezinmesiyle sınırlı kalmıyor, maalesef.
Hazret-i Ömer döneminden itibaren Osmanlı'ya kadar uzanan tarihî süreçlerde Müslüman kimlikleriyle ön plana çıkan bu şehirlerde, Hıristiyan ya da Yahudi dinî değerlerine hiçbir zarar verilmemişti.
Bugünse Filistin'deki İsrail işgaliyle sadece şehirlerin Müslüman nüfusları değil İslami tüm hafızası yok edilmektedir.
Suriye'de Şam'ın, Halep'in, Hama'nın Sünni nüfusunun tahrif edilmesi, Rakka'nın, Deyrizor'un Müslüman nüfusunun yerine ne oldukları belirsiz PYD teröristlerinin ikame edildiğiyerler hâline getirilmesi de İslam coğrafyasındaki işgal projelerinin neyi amaçladığını daha net anlamamızı sağlamaktadır.