Çirkinlik Çağı
Tam da bu yazıyı yazmaya başladığım sırada bir "sanat eseri" sosyal medya gündemine oturdu. Miami'de bir sanat galerisinde sergilenen ve 120 bin dolara alıcı bulan bir muz. Evet, sadece duvara bantlanmış bir muz. Sanatçımız bu "eserinden" üç adet yapmış ve tamamı satılmış. Bu parça sosyal medyada konuşulurken galeride bulunan bir performans sanatçısı David Datuna muzu bulunduğu yerden alıp yemiş ve yerken çevresine "Bu bir sanat eseri, aç sanatçı" demiş.
Ben dâhil pek çok kişi bu durumu bir "protesto" olarak yorumladı ama fazla iyi niyetliymişiz. Datuna, basına verdiği açıklamada şunları söyledi: "Basel Sanat Galerisi'nde bu muzu ilk gördüğümde sanatçısına saygı duydum; bana göre o dünyanın en iyi artistlerinden. Bu muzu yiyerek anlık bir performans gösterisi yapmak istedim. İnsanlar muzu yediğimi düşündüler ancak muz orada bir nesneydi, benim yediğim bir sanatçının konseptiydi. Dünya tarihinde ilk kez bir sanatçı başka bir sanatçının konseptini yedi."
Duvara muz bantlayan bu modern sanatçı dünyanın en iyi sanatçılarından biriymiş. Dünyanın en iyilerinden bir sanatçının sanatının duvara muz bantlamak olduğu bir çağı nasıl adlandırmamız gerekir? Bu soruyu konuyla ilgili hazırladığım YouTube videomda da sormuştum. Çünkü orada da aynı şekilde tuvalin ortasına atılmış bir çiziği sanat olarak sunan bir sanatçı, Guardian gazetesi tarafından "dünyanın en zeki insanı" olarak övülüyordu. Videomda modada ve sanatta giderek hâkim olan "güzellik anlayışı"nı detaylı şekilde işlemiştim. (Dileyenler Youtube'a "çirkinlik çağı" yazarak videoma ulaşabilirler. Bu yazıda konunun başka boyutlarına değineceğim.)
GERÇEK SANATA VE GÜZELLİĞE AÇILMIŞ BİR SAVAŞ
Bugün güzellikle ilgili duyduğumuz ve ilk bakışta pozitif karşıladığımız bir yargı var: "Güzellik görecelidir." Peki, gerçekten böyle midir? Yani gerçekten, örneğin tuvalin üzerine rastgele serpiştirilmiş boyaları, geleneksel sanatın ürünü pastoral bir tablodan daha güzel bulan birileri var mı? Ya da örneğini verdiğim duvara bantlanmış muzu Davut heykelinden daha güzel bulan birileri? Tabii ki yok! Ama olay şu: Artık bunun bir önemi yok...
Konsept ya da Türkçe karşılığı ile kavram. Muzu yiyen sanatçının kullandığı sihirli kelime… "Bir eser kendi hâliyle sadece bir nesnedir, önemli olan onun arkasındaki düşüncedir" söylemi ile içine her şeyi doldurabildiğiniz bir kelime. Bu bakış ile duvara bantlı bir muz aslında sadece bir muz değil. Onu sanat yapan arkasındaki düşüncedir. Dolayısıyla her şey sanat olabilir. Hatta "hiçbir şey" dahi bir sanat olabilir ki Bedri Baykam'ın "Boş Çerçeve" adlı eseri Türkiye'den buna bir örnek oluşturmuştu. "Güzellik görecelidir" söylemi ile pozitif gibi gösterilen bu yaklaşım aslında gerçek sanata ve güzelliğe açılmış bir savaş. Çünkü "her şey sanat olabilir" demek, aslında hiçbir şeyin sanat olmadığı bir kültüre kapı aralamaktır.
Eski zamanlardan beri sanat; yetenek, estetik ve emeğin ürünü olarak ortaya çıkmaktaydı. Ancak çağımızda bu değişti. "Kavramsal sanat" denen kavramla birlikte hayatımıza giren yeni sanat türünde bir eserin sanat olup olmadığına artık "arkasındaki düşünce" adı verilen ve net tanımı olmayan bir değerlendirmeyle karar veriliyor. Başka bir deyişle artık sanat değil, "sanatçının" dünya görüşü, yaptığı işin önüne konuyor.
Ana akım medyadan sanat galerilerine kadar uzanan bir çevre, ortaya konan şeyin ne olduğuna bakmaksızın sanatçının anlattığı düşünce üzerinden eserlere değer biçiyor. Biz sıradan insanların tamamen "saçmalık" olarak niteleyeceği işler, arkasına işlenen ve liberal dünyanın siyasi görüşleri ile örtüşen bir anlatı ile "sanat eseri" adını alabiliyor. Sanat, hem ticari olarak hem politik olarak istismar ediliyor.
Güzellik kavramına yapılan saldırı ile estetiğin değerinin düşürülmesi, yeteneksiz ancak ticari ya da politik gaye güden eserlerin önünü açtı ve açıyor. Bu da tüm sanat dünyasında gözle görülür bir yetenek ve estetik düşüşü doğruyor. Müzik, dizi, film ve mimari... Hepsi bu çirkinlik çağından payını almış disiplinler.
TEK TİPLEŞEN MÜZİK
Son zamanlarda müzik endüstrisinde giderek artan bir moda var: Hologram turne. Frank Zappa, Tupac, Roy Orbison ve Buddy Holly gibi hayatını kaybetmiş eski müzik ikonlarının holografik modellemeleri sahneye çıkıyor, formüle edilmiş hareketlerle eski şarkıları seslendiriyor ve turnelerin her konseri dolup taşıyor.
Görüntü olarak gerçeğinden zor ayırt edilen bu konsere yüksek ilgi sadece bir nostalji sevgisinden mi, yoksa nostaljinin bu derece fetiş hâline gelmiş olması aslında yeni üretilen müziklerdeki kalite düşüşüne karşı bir manifesto mu? Bugün pek çok yeni parçayı artık neredeyse birbirinden ayırabilmek mümkün değil. Melodileri giderek tek tipleşen, güfteleri giderek azalan şarkılar modern müzik endüstrisini ele geçirmiş durumda.
Pek çoğunuz "evet, ben de fark etmiştim, artık çıkan şarkılar birbirinin aynısı gibi" diyebilirsiniz ancak bahsettiğim şey kişisel bir yorum değil.
2012 yılında İspanya'da yapılan bir bilimsel araştırmada 50 yılı kapsayan bir süreçte piyasaya çıkmış 464 bin parça analiz edildi. Analiz sonucu, nota kombinasyonlarının her yıl düştüğünü ve melodilerin giderek birbirinin kopyası hâline geldiğini ortaya koydu.
Araştırma ekibinden Joan Serra, Reuters'e yaptığı açıklamada "Nota kombinasyonları arasındaki geçiş çeşitliliğinin son 50 yılda sürekli azaldığı konusunda sayısal göstergeler elde ettik" dedi. Araştırmaya göre sadece nota kombinasyonları azalmadı, ayrıca "tınısal palet" diye de anılan enstrüman seslerde de daralma oldu.
Bir trompet sesi, "tınısı", bir elektrogitarın veya elektrikli piyanonun sesinden çok farklıdır. Ama şimdi, araştırmaya göre, şarkılar geçmişte olduğundan çok daha küçük tınılara dayanıyor. Bunun sebebini ise muhtemelen dijital işleme sürecinin artık tını farkını önemsizleştirmesi, örneğin trompetin trompet olma anlamını yitirmesi olarak yorumluyorlar. Araştırmada ortaya konan ölçüler, yani melodiler arası geçiş ve tını paletinin genişliği, şarkıları birbirinden ayıran güçlü ölçülerdir. Tüm bu ölçülerde gözlenen düşüş, bizim sağduyuyla vardığımız sonucun bilimsel olarak doğrulandığını gösteriyor. İçinde bulunduğumuz çağda artık her şarkı aynı sesleri çıkarmaya başladı. Müzik sektörü, bir seri üretim sektörüne dönüşerek "çok fazla şarkı üretimini" önceliğe alıp bireysel ve enstrümantal ses farklarını ortadan kaldırdı.
"HER ŞEY ÇOK FORMÜLİZE VE HERKESİN SESİ AYNI"
Müzik, öznel olmaktan o kadar uzaklaştı ki artık laboratuvar ortamında yapay zekâ işletim programları bir şarkının henüz piyasaya çıkmadan ne kadar popüler olabileceğini ölçebiliyor. Hatta bu yapay zekâ artık bizzat albüm dahi oluşturabiliyor. Ünlü pop müzik yıldızı Madonna dahi günümüz müziğini şu sözlerle özetledi: "Her şey çok formülize ve herkesin sesi aynı."
Madonna'nın bu sözü, yakın zamanda dünyada en çok dinlenen ilk 10 şarkı arasına giren iki Taylor Swift şarkısının neden tamamıyla aynı ses ve melodik kombinasyona sahip olduğunu açıklıyor. Bu şarkılardan biri Youtube'da 2,8 milyar, diğeri ise 2,5 milyar görüntülenme aldı. Modern müziğin "yüksek dinlenme" hedefleyen endüstriyel yapısı, popülerlik formülü içeren benzer stilleri arttırdı, çeşitliliği ise düşürdü. Dinleyiciler de aynı şekilde, bağımlı olacakları bu basit ve benzer stilleri aramaya başladı, ya da buna yönlendirildi...
Şarkı sözleri de tıpkı melodiler gibi son 20 yılda gözle görülebilir düzeyde bir kalitesizleşmeye maruz kaldı. Bugün artık şarkıcıların ağzından çıkanlar, bir anlam veya anlatı içermeyen, sadece kolay söylenen saçma sözler olmaya başladı.
Bir veri analizi ve görselleştirme uzmanı olan Andrew Powell-Morse son zamanlarda şarkı sözlerini anlamak için gereken okuma seviyesi hakkında 20 yılı kapsayan detaylı bir araştırma yaptı. Dünya müzik trendlerinde en az üç hafta 1 numarada bulunmuş 225 şarkıyı inceledi. Metot olaraksa "okunabilirlik düzeyi" olarak adlandırdığı bir puanlama ölçüsü kullandı. Powell-Morse'un 225 şarkının tümünü göz önüne alarak ortaya çıkardığı ortalama, popüler müziğin okunabilirlik düzeyinin üçüncü sınıf seviyesinde, yani 8-9 yaş ortalamasında olduğunu belirledi.
Bu ortalamanın aynı zamanda popülerleşmek isteyen şarkıcılar için de bir "hedef" hâline gelmesiyle Powell-Morse, 2006 yılından itibaren şarkı sözlerinde tutarlı bir kalite düşüşü olduğunu da tespit etti. Araştırma pek çok detayı daha barındırıyor ancak yazımı uzatmamak adına bu kadarını yeterli görüyorum çünkü bu kadarı bile, "şarkı sözleri giderek saçmalaşıyor" söyleminin yalnızca bizim "memnuniyetsizliğimiz" olmadığını, bir gerçek olduğunu ortaya koyuyor.
NOSTALJİ MERAKI MI, YENİLERİN KALİTESİZLİĞİ Mİ?
Şimdi müzikte nostalji fetişinin yükselmesini ve insanların eski şarkıcıların hologram konserlerine gösterdiği yoğun ilgiyi tekrar düşünün. Mesele sadece eskiye özlem mi? Bu nostalji eğilimini ve eskinin yeniden yayına sürülmesini sadece müzik sektöründe görmüyoruz.
Televizyon, bunu gözlemlediğimiz başka bir alan. Netflix gibi yayın kanalları, yeni pek çok dizi yatırımı yapmasına rağmen eskiye olan ilgiyi geçecek bir ürün ortaya koyamadı. Örneğin 1994 yılında yayınlanmaya başlanan Friends dizi Netflix'den ayrılma kararı aldığında Netflix dizinin 2019'da yayında kalması karşılığında 100 milyon dolar önerdi.
100 milyon dolar, yeni bir dizi, hatta iki dizi oluşturacak kadar büyük bir bütçe. 2019 yılındayız ancak Netflix 1994 yapımı bir diziyi sadece bir yıl daha yayınlamak için bu rakamı vermeyi teklif ediyor. Bu, modern dizi sektörü için yaratıcılığın öldüğünün itirafıdır. İtirafıdır çünkü artık hiçbir şey yeni değil, hiçbir şey farklı değil, dolayısıyla hiçbir şey güzel değil.
Bu vasatlaşmayı ve çirkinleşmeyi film sektöründe de görmek mümkün. Walt Disney, Star Wars'un yayın hakkını aldığından beri çıkan büyük filmlerin hepsi bir "öncü" ya da "devam" filmi. Bunun dışına çıkmayı denemiyorlar bile. Senarist Philip Bates, yazdığı "Disney, Star Wars'u Herkes İçin Nasıl Mahvetti" adlı makalesinde serinin 2017 yılında vizyona giren The Last Jedi adlı filminin milyonlarca insan için bir itiraf zamanı olduğunu yazdı: "Star Wars artık güzel değil."
Bir zamanlar Star Wars'un çok özel olduğunu anlatan Bates, artık değeri sömürülen bir sinema serisine dönüştüğünü aktardı. Artık Star Wars filmlerini iyi yapan tek şeyin, "serinin son filmi olması" olduğunu belirten Bates'e göre bu durum, sinema sektöründeki özgünlüğün ve yaratıcılığın düşüşünü gösteren bir durum. Tek yapılan şey, değerli olan bir şeyin kalitesiz bir şekilde yeniden paketlenip sunulması.
BASİT, KOLAY, GARANTİLİ "ÜRÜNLER"
Sinema yapımcıları, yeni fikir üretip risk almak yerine, zaten tüm dünyada yüz milyonlarca hayrana sahip hikâyelere yüksek bütçe yatırarak satışı garanti ürünler çıkarmaya öncelik veriyor.
Bu durum sadece Star Wars için geçerli değil, her yıl çıkan bir düzüne "süper kahraman filmi"nin hepsi, aynı ticari amaç ile aynı yaratıcılıktan uzak üretim süreciyle gişelere giriyor. Çünkü Holywood yapımlarının yurt dışı gişe gelirleri, yurt içi gişe gelirlerinden daha yüksek. Bunun üzerine sinema çekiminin giderek pahalı hâle gelmesini de eklediğimizde ticari kaygılar, bilinmeyen ve yeni hikâyelere yatırım yapmayı riskli hâle getiriyor.
Bu kaygıların yarattığı bir diğer durum da, sinemada sahne kalitelerinin giderek düşmesi… Nasıl ki müzik sektöründe şarkı sözlerinin okunabilirliği 8-9 yaş seviyesine düşmüşse, aynısını sinemada gözlemlemek de mümkün. Her sahnede ne olduğunu dünyanın her yerindeki her dilden izleyicinin anlayabilmesi için "saçma" denecek düzeyde bir basitlik filmlere hâkim olmuş durumda. Bu öylesine bir hâl almış durumda ki; iddia ediyorum, son beş yıl içinde yüksek gişe yapmış bir filmi alın, sesini kapatın ve izleyin. Her sahnede ne olduğunu anlayacaksınız...
Özetle, artık herkesin her şey olması mümkün. Ne şarkıcı olmak ne sinema filmi çekmek ne de sanatçı olmak özel ve büyük bir yetenek istemiyor. Her şeyin içinin boşaltıldığı ve ticari ürün hâline çevrildiği bu çağda küresel sermaye ile yakınlığın senin başarını belirleyen etken olmuş durumda.
Söylenen şey şu: Sanatçı, modacı, sinemacı, ses sanatçısı... Her ne olmak istiyorsan, yetenekli olmana, güzel işler ortaya çıkarmana hiç gerek yok; bizden ol, bizim ağımızın bir parçası ol biz seni istediğin yere taşırız. Biz kimi seçersek, güzel de odur, büyük sanatçı da odur, çağın en zeki insanı da odur...
"Her şey güzel olabilir" sloganı ile gittikçe hâkimiyetini arttıran çirkinlik çağı, işte bu.