Osmanlı döneminde 500 yılı aşkın bir varlığımızın bulunduğu Balkan coğrafyasının Türkiye ile etkileşimi ve önemi bugün de sürüyor. Türkiye'nin bölgedeki etkinliği ve ilişkilerinde ise son yıllarda gözle görülür ve olumlu bir canlanma söz konusu. Soğuk Savaş sonrası hayli trajik hadiselere sahne olan bölgede gerilim düşmüş görünüyor ancak bu manzarayı her an bozabilecek bir potansiyel de söz konusu. Dünyadaki yüksek tansiyonlu bölgelerin gölgesinde kalmış gibi görünse de büyük güçlerin sessiz sedasız bir hegemonya mücadelesi verdiği bölgenin Türkiye için önemini, mevcut durumunu, eğilimlerini, Osmanlı yadigârı Türk ve Müslümanların Türkiye'den beklentilerini Balkanlardaki siyasi durumu yakından izleyen bir uzman ile konuştuk. SETA dış politika araştırmacısı Mehmet Uğur Ekinci, bir numaralı inceleme alanı olan Balkanlar'ın Türkiye için tarih boyunca arz ettiği önem ve bağın hâlen çok boyutlu şekilde sürdüğü görüşünde.
Araştırma alanınızın önemli bölümlerinden biri Balkanlar. Balkanlar deyince aklınıza ne geliyor? En belirgin özellikleri neler?
Balkanlar deyince akla gelen ilk şey; etnik, kültürel, dini çeşitlilik. Bunun da sebebi tarih boyunca Balkanlar'ın bir geçiş bölgesi oluşu. Önemli medeniyetlerin sınır bölgesi konumunda ya da medeniyet merkezleri arasındaki güzergâhta bulunan bir bölge… Dolayısıyla yüzyıllar boyunca farklı kavimler buraya gelmiş, yerleşmiş, birbirleriyle anlaşmış, zaman zaman mücadele etmiş ama birlikte yaşama kültürünün ve çeşitliliğin oluştuğu bir bölge. Bugün de bunu görüyoruz. İngilizcede "love and hate relationship" (sevgi ve nefret ilişkisi) denen bir kavram vardır. Burada çok farklı topluluklar bir arada yaşamış, zaman zaman aralarında sorunlar olmuş ama gelecekte de birlikte yaşamaya devam edecekler. Burayı tamamen "kriz, nefret, şiddet bölgesi" olarak nitelendirmek çok yanlış olur. Tarihsel ve coğrafi konumdan dolayı bu özel niteliği var. Çeşitlilik burada hâkim.
"Balkanlar olmadan Türkiye, Türkiye olmadan Balkanlar olmaz" gibi sözleri sık sık duyarız. Bu bölge Türkiye için neden çok önemli?
Osmanlı Devleti'nin ilk genişlediği bölge Balkanlar'dır. Osmanlı tarihi boyunca Balkanlar, devletin en merkezi coğrafyasıydı. Hem başkentle bölge arasındaki yakın toplumsal, kültürel, ekonomik bağlardan hem de bölge nüfusunun Osmanlı tarihinde oynadığı önemli rolden dolayı çok sayıda komutan, devlet adamı Balkanlardan yetişmiştir. Son dönemde de Türk milliyetçiliğinin merkezi Balkanlardı. Osmanlı eliti çoğunlukla Balkanlarda yetişti. Osmanlı Balkanlardan ayrıldıktan sonra yoğun göçler oldu. Balkan kökenli Türk toplumları, Müslüman toplumlar Anadolu'ya yerleştiler. Bugün hem Balkanlar'da akrabaları ya da uzak akrabaları Türkiye'de yaşayan çok sayıda insan var hem de Türkiye'de geçmişi Balkanlar'a dayanan çok sayıda vatandaşımız var.
Dolayısıyla artık Türkiye Balkanlar'da bilfiil hâkim olmasa da toplumsal bağlar devam ediyor. Bu yüzden Türkiye için Balkanlar akraba coğrafyadır. Oradaki Türklerin, Müslümanların zaten Türkiye için önemi var. Ayrıca ekonomik açıdan da önemi var Balkanların. Yakın coğrafya olmasından dolayı kolay ticaret yapılabilecek, yatırım yapılabilecek coğrafyalardan biri. Bir de Türkiye'nin Avrupa ile olan bağlantısından dolayı Balkanların stratejik bir önemi var çünkü Türkiye'nin en büyük ticaret ortağı Avrupa. Aynı zamanda Avrupa'da milyonlarca Türk yaşıyor. Bu yüzden Avrupa ile Türkiye arasında daima bir kara bağlantısı olması lazım. Bu da işin stratejik boyutu... Balkanların Türkiye için çok boyutlu önemi var.
Özellikle Rusya, AB, Çin ve ABD de bu coğrafyayı anahtar konumda görüyor. Küresel rekabette stratejik önemini nasıl açıklamalı?
Balkanlar dünyanın merkezi coğrafyalarının biri ama tam olarak herhangi bir hegemonik gücün yönetimi altında değil şu anda. Her dönemde uluslararası rekabetten dolayı Balkanlar büyük güçlerin gözünde önem arz etti. 1990'lardan itibaren, Soğuk Savaş sonrasında Rusya çekilince Balkanlar jeopolitik öneminden biraz uzak kalmaya başladı. O zamanlar bölgenin Batı dünyasına bağlanacağı düşünülüyordu. Bunu önce ABD hedefliyordu, 2000'den sonra bunu AB'ye bıraktı ama AB kendi içerisinde yaşadığı sorunlardan dolayı dönüştürücü gücünü kaybetti. Balkanları dönüştürmek ve Batı'ya bağlamak, Orta Avrupa'yı ya da Baltıkları dönüştürüp bağlamaktan çok daha zor çünkü oraların Batı ile kültürel ve ekonomik bağları daha kuvvetliydi. Oysa Balkanlar tam bir geçiş bölgesi, ara bölge. AB burayı tam olarak Batı dünyasına entegre edemediği için diğer büyük güçler de ekonomik ve siyasi güçleri nispetinde Balkanlarda var olmaya çalışıyorlar.
Burada hangi güç, ne gibi faaliyetlere odaklanıyor?
Rusya'nın yapmaya çalıştığı burayla daha çok enerji sektörü ya da bankacılık gibi belirli sektörlerde ticari bağ kurmak, buralarda var olmaya çalışmak, AB'ye ve NATO'ya entegre olmasını mümkün olduğu kadar geciktirmek. Çin ise Kuşak Yol Projesi ile bütün dünyaya açılıyor. O projenin bir ayağı doğrudan Balkanlar üzerinden AB'ye uzanıyor. Çin'in amacı Batı Avrupa ile Çin'i hem kara hem deniz yolu ile bağlamak. Balkanlar, Çin'in Avrupa'ya açılan kapılarından biri. 2009 yılında Yunanistan'ın Pire Limanı'nı aldılar ve büyük yatırımlar yapıyorlar. O limanı çeşitli deniz ve kara yolları ile Avrupa'ya bağlayacaklar. Bu yollar da Balkanlardan geçecek. Bir yanda da Çin, Balkanlarda da çeşitli fabrikalar ve enerji santralleri açıyor.
Türkiye zaten bölgesel bir ülke olduğu için dış güç olarak nitelendirilemez. Türkiye'nin Soğuk Savaş sonrasındaki politikası giderek ekonomik olarak da büyümesiyle doğru orantılı olarak mümkün olduğu kadar dünyanın çeşitli coğrafyalarıyla ticaret yapmak, ekonomik ilişkileri geliştirmek. Potansiyel olarak da bunun en iyi şekilde yapılabileceği bölgelerden biri Balkanlar ve Türkiye bu yolları kullanıyor.
Türkiye Balkan ülkeleri için ne ifade ediyor? Türkiye'nin oradaki Türk ve Müslümanlar için bir şey ifade ettiği açık ama ya diğerleri için ne ifade ediyor?
Ben Balkanlarda 200'e yakın siyasi parti temsilcisiyle, gazetecilerle, farklı farklı görüşlerdeki kişilerle görüştüm. Şunu söyleyebilirim: Balkanlarda zaten Türk ve Müslümanların Türkiye'den beklentileri çok fazla. Kültürel varlıklarını korumak ve sosyopolitik statülerinin yükselmesi için Türkiye'den destek bekliyorlar. İstihdam konusunda Türk yatırımlarıyla daha rahat iş bulabilmeyi bekliyorlar. Birçok Balkan ülkesinde Türkler ve Müslüman topluluklar eğitim açısından, dolayısıyla sosyoekonomik açıdan, geri durumdalar. Türkiye'nin onlara yardımcı olacağını düşünüyorlar.
Balkan toplumlarının çoğu gayrimüslimdir. Onların Türkiye'ye bakışı ise şöyle: Türkiye'ye saygı var çünkü bölgesel bir güç. Hem ekonomik hem nüfus hem de askeri güç olarak saygı duyulan bir ülke Türkiye. Son yıllarda kültürel olarak da Türkiye'ye ilgi var. 20-30 sene öncesinde toplumların bakışı daha mesafeliydi, aradaki toplumsal ve ekonomik ilişkiler daha zayıftı. Bunlar güçlendikçe Türkiye'ye saygı ve ilgi duyulan bölgesel güç olarak bakıyorlar.
Yugoslavya'nın dağılmasından sonra milliyetçi, ırkçı hareketler ortalığı kana buladı. Şu anda bölgede böyle bir potansiyel tehdit görüyor musunuz?
Günümüzde milliyetçilikler hâlâ var ama aşırı milliyetçilik boyutunda değil. Biz bardağın hep boş tarafına odaklanıyoruz. Bu durum da çoğunlukla geçmişten gelen imajlardan kaynaklanıyor. Modern dönemde Balkanlar çok büyük trajedilere sahne oldu; bu bir gerçek. Öte yandan Bosna Savaşı Yugoslavya'nın bıraktığı boşluğun ve global dönüşümdeki boşluğun neticesiydi. O zamanlar hiçbir uluslararası aktör bu savaşın engellenmesi konusunda adım atmadı. 20'nci yüzyıl sonundaki istisnai bir savaş olduğunu düşünüyorum Bosna Savaşı'nın. Kosova Savaşı'nda bahsettiğim durumu daha net gördük. (Yugoslavya eski cumhurbaşkanı) Slobadan Miloşeviç, Kosova'yı işgale yeltendiğinde uluslararası toplum, Türkiye'nin de içinde bulunduğu NATO müdahale etti. NATO anlaşmasına göre NATO dışındaki bir ülkeyi korumaya yönelik yetkisi olmamasına rağmen savaşı istemediğini uluslararası toplum hemen gösterdi ve bölgeye müdahale edildi. Yine iki sene sonra Makedonya'da da bir iç savaş tehdidi vardı. Hemen uluslararası toplum müdahale etti ve tarafları masaya oturttu, anlaşma sağlandı. Bu dönemde ve yakın gelecekte bölgede savaşı isteyen herhangi uluslararası bir güç yok. Şu anda Balkanlarda barışın devamı benim kanaatimce herhangi bir çatışmadan çok daha kuvvetli bir ihtimal.
Balkanlarda geçmiş hadiselerin olağan mağduru Türk ve Müslümanların mevcut durumları nedir?
Birçok Balkan ülkesinde Türkler ve Müslümanlar azınlıkta… Sadece Bosna, Arnavutluk ve Kosova'da Müslümanlar çoğunlukta… Azınlıklar her zaman kendilerine daha fazla eğitim, istihdam ve bazen de sosyal, siyasal haklar talep ediyorlar. Bunu en net Bulgaristan'da görebiliyoruz. Orada bir Türk partisi var ama Türklerin lehine hiçbir zaman dil, eğitim ve siyasi haklar olsun somut hiçbir şeyi dile getirmiyorlar. Dolayısıyla Bulgaristan siyasetinde meşru görülüyorlar. Türk kelimesini kullanan başka bir parti çıktığında ise onu hemen dışlıyorlar. Şu anda Türklerin ve Müslümanların birincil olarak beklentisi iş, daha iyi eğitim ve daha fazla yatırım. Türkiye'nin son zamanlarda Balkanlara gösterdiği ilgi ve yakın ilişkileri sayesinde bazı ülkelerde bu konuda olumlu adımlar atılıyor. Mesela Sırbistan'ın en az gelişmiş bölgeleri, Müslümanların yaşadığı bölgeler. Şimdilerde ise bölge yatırım ve duble yollarla kalkındırılmaya çalışılıyor. Buradaki halk ne kadar eğitim alırsa, ekonomik statüleri ne kadar yükselirse kendi toplumlarında o kadar saygın hâle gelecekler. Böylece kendi ülkelerinin siyasetlerinde daha fazla rol alacaklardır. Dolasıyla benim görüşüm, ekonomik ve eğitim açısından yatırım yapılması. Türkiye bu konuda enerji harcıyor ve bunun devam etmesi gerekiyor.
Osmanlı'nın bölgedeki geçmişinden dolayı radikal milliyetçiler Türkiye'ye daha olumsuz bakıyor gibi görünüyor. Bu durum gerçekten de böyle mi yoksa olumlu düşünenler de var mı?
Bütün Balkan devletleri, ulus devlet olduklarında Osmanlı'dan ayrılarak bağımsızlıklarını kazandılar. Dolayısıyla kendilerine bir tarih yazmaları gerekiyordu. Bu tarih anlayışının en önemli ortak noktası; geçmişin bir döneminde kendilerine bir altın çağ belirliyorlar. Bahsettikleri altın çağ sonrasında Osmanlı'nın bölgeye geldiği ve kendi bağımsızlıklarını ortadan kaldırdığı anlayışı var. Aynı zamanda millî tarih yazımında, Osmanlı yönetiminin tamamen bir sömürge kurduğu anlayışı var. Özellikle 19'uncu yüzyıl sonlarında ve 20'nci yüzyıl boyunca bu ulusal tarih sürekli okullarda okutuldu. Bu dönemde ise tarih yazımı bütün ülkelerde sorgulanıyor. Dolayısıyla Balkanlarda da geçmişe daha dengeli yaklaşılıyor artık. Okul kitapları biraz daha yumuşatılarak daha objektif anlatımlarla yazılmaya başlandı. Tabi ki yüzde yüz objektif değil ama giderek daha olumlu hâle geliyor. Türkiye'nin de kamusal ve kültürel çalışmalarıyla bu düşünce değişiyor.
Onlar "sömürgecilik" diyor, biz ise "Eğer orada sömürgecilik ve baskı yapsaydık bu etnik-dini-kültürel çeşitlilik bugüne gelemezdi" diyoruz. Hangisi doğru?
Osmanlı'nın bölgeyi yönetme anlayışında bizim modern anlamda sömürgecilik diyebileceğimiz bir yöntem yok. Modern sömürgecilik ekonomik mantıkla, kâr zarar hesabıyla yürütülür. Ortak fayda, ortak kazanç gözetilmez. Hâlbuki Osmanlı burayı doğrudan başkentle bağlantılı bir şekilde yönetti. Mesela buralar eyalet statüsünde ya da özerk statüde değildi. Doğrudan Osmanlı'nın merkezi vilayetleriydi. Osmanlı'nın en çok imar faaliyetlerinde bulunduğu yer, en zengin coğrafyası yine Balkanlar'dı. Osmanlı'nın Balkanlar'daki varlığını Avrupalı sömürgecilik anlamında değerlendirmenin akademik bir anlamı ve ciddiyeti yok. Osmanlı'nın Balkanlardaki varlığından önce Sırp Krallığı, Bulgar Krallığı gibi krallıkların olduğu daha eski dönemlerde de o bölgede çok büyük çatışmalar vardı ve bölge halkı bundan büyük zarar görüyordu. Bu nedenle Osmanlı'nın bölgeye gelişi orada büyük bir düzen sağladı. Balkan halkları da bundan hoşnut oldular. Bundan dolayı da mesela 1402 Ankara Savaşı'nda Anadolu Beyleri Timur'la birlikte savaşırken Balkanlardan Sırp asker ve komutanları geldiler ve Osmanlı için savaştılar. Biliyorlardı ki Osmanlı Balkanlardan çekilirse orası yeniden kaotik bir döneme girecekti. Yani Osmanlı Ortaçağ'ın sonunda Yeniçağ'ın başında oraya bir dirlik ve düzenlik getirdi. Sömürgecilik Osmanlı'nın politikası değildi.
Geçmişte Türkiye'nin tıpkı Orta Doğu coğrafyası gibi Balkanlar'a da uzak durduğu eleştirileri vardı. Son dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
1930'larda Balkanlarda Türkiye'nin ciddi bir inisiyatifi vardı: Balkan Paktı arayışı. Ortak para birimine geçilmesi düşünülüyordu o dönemde. Yugoslavya, Yunanistan, Romanya buna üye oldu. Ama İkinci Dünya Savaşı'nın çıkması yüzünden bu akim kaldı. Türkiye'nin Balkanlarla ilgilenmeme dönemi ya da sınırlı ilgilenme dönemi Soğuk Savaş dönemidir ki bu o dönemin Türkiye dış politikasının genel bir özelliği. Soğuk Savaş döneminde Türkiye öncelikle kendisine odaklanıyordu. Kendi vatandaşının ekonomik durumunu düzeltmesi gerekiyordu Türkiye'nin, o yüzden dışarıyla çok fazla ilgilenmedi. Zaten Doğu Bloku ile Türkiye'nin bağları kısıtlı ilerleyebiliyordu. Soğuk Savaş sonrası 2000'li yıllarda yeni diplomasi kurumlarıyla ve Türk ekonomisinin büyümesine paralel olarak bu durum çok hızlı değişti. Türkiye giderek daha yoğun bir şekilde odaklanıyor. Bugünün diplomasi anlayışı bu…
Türkiye'nin oraya yönelik en kayda değer hamleleri, yatırımları ya da ilişki ve faaliyetleri konusunda hangilerini zikredebilirsiniz?
Öncelikle Türkiye'nin Balkan ülkeleriyle karşılıklı ticareti söz konusu… 2000'li yılların başından bugüne büyük bir artış var karşılıklı ticarette. Bu önemli bir değişim. İkincisi Türk yatırımları… Yatırım faaliyetleri içerisinde büyük şirketler, büyük bankalar var mesela. Sonra büyük altyapı projeleri var; havaalanları, Karadağ'da bir limanın işletmesi ve otoyol projeleri, Arnavutluk ve Kosova'yı bağlayan otoyol projesi ve Belgrad-Saraybosna otoyolu gibi. Yine Türk şirketlerin orada işlettiği fabrikalar var. Yani ekonomik ilişkiler ilerledi. Turizm önemli bir diğer husus…
2000'li yıllarda ekonomik ilişkilerin ilerlemesinde en büyük adımlardan biri bütün Balkan ülkeleriyle Türkiye'nin –yani AB dışındakilerle- serbest ticaret anlaşması imzalamasıydı. Turizm için de vize serbestliği geldi, AB ülkeleri dışında bütün ülkelerle kaldırıldı vize zorunluluğu. Dolayısıyla karşılıklı turizm ilişkileri ve sosyal bağlar çok arttı. TİKA'nın faaliyetlerinin de altını çizmek lazım. TİKA eski Osmanlı eserlerini restore ediyor. Kalkınma ve eğitim yardımları yapıyor Türkiye.
Başkan Erdoğan'ın geçen ay bölgeye yaptığı seyahati genel çerçevede nasıl okumak gerek?
Türkiye Balkanlar'da bütün ülkelerle iyi ilişkiler kurmayı sürdürüyor ve liderler düzeyinde Cumhurbaşkanımızla diğer Balkan ülkelerinin liderleri arasında da çok yakın ilişkiler var son yıllarda. Sırbistan'la ilişkileri de bu genel çerçeveden okumak lazım. Türkiye'nin çok yönlü ilişki kurma potansiyeli bakımından bir önemi var Balkanlarda. Diğer hiçbir aktörde olmayan bir özellik bu… O açıdan Türkiye burada önemli bir aktör.
İşin bir de Türkiye'de yaşayan ve 10 milyonu aştığı söylenen Balkan kökenli vatandaşlarımız boyutu var. Çok iyi entegre olmuş bir topluluk olarak görünüyorlar.
Onların hâlâ bir göçmen kimliği var. Bu kültürel olarak ayrı bir değer. Kendi dernekleri var, aktif şekilde devam ettiriyorlar. Bir toplumsal çevre oluşturmuş durumdalar. Bölgeyle hâlâ akrabalık bağları olanlar, gidip gelenler var, seyahat ediyorlar. Bazılarının çifte vatandaşlıkları var, özellikle Bulgaristan göçmenlerinin. Seçimlerde gidip oy da kullanıyorlar. Ama benim gözlemlediğim kadarıyla artık Türkiye'ye entegre olmuş durumdalar. Türkiye'yle daha ziyade ilgileniyorlar. Bölgeyle daha sınırlı bir bağları var. Bölge siyasetini çok yakından takip etmiyorlar mesela ya da bölgesel problemlerle sürekli meşgul olduklarını söyleyemem. Onlar artık Türkiye'ye tamamen entegre olmuş. Zaten çoğu Türk ama Boşnaklar ve Arnavutlar'da da benzer durum söz konusu.
MEHMET UĞUR EKINCI KİMDİR?
Dış politika araştırmacısı M. Uğur Ekinci, lisansını Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde, yüksek lisansını ise aynı üniversitenin Tarih Bölümü'nde tamamladı. Londra Üniversitesi SOAS Siyaset ve Uluslararası Çalışmalar Bölümü'nde doktorasını yaptı. Hâlen Siyaset Ekonomi Toplum Araştırmaları Vakfı'nda (SETA) dış politika araştırmaları yapmaktadır. Ekinci'nin başlıca araştırma alanlarını Balkan politikaları, Avrupa siyaseti, iç siyaset-uluslararası siyaset bağlantıları oluşturmaktadır. Bosna Hersek Siyasetini Anlama Kılavuzu, Bulgaristan Siyasetini Anlama Kılavuzu, Sırbistan Siyasetini Anlama Kılavuzu, Karadağ Siyasetini Anlama Kılavuzu, Kevserî Mecmuası ve 18. Yüzyıl Saz Müziği gibi kitaplara imza atmıştır.