Değişen toplumsal koşullarda farklılaşan aile yapısı
*Merve Akkuş Güvendi
Günümüzde aile hakkındaki konular kamusal tartışmalar arasında en fazla ilgi çeken konulardan birini teşkil ediyor. Bir taraftan evlilik biçimlerinden boşanmaya, konuttan çocuk yetiştirmeye, akrabalık ilişkilerinden günlük yaşama kadar aile ile ilgili hemen hemen tüm alanlar hızlı bir değişime uğrarken öte yandan da ailenin "korunması" gerektiğine dair bir kaygı öne çıkmış vaziyette.
Gün geçmiyor ki ailenin bozulduğundan bahsetmeyen bir yakınma ortaya çıkmasın ve yine gün geçmiyor ki aile ile ilgili bir facia haberi kamuoyunu sarsmasın. Muhafazakârlar ailenin dağıldığından, sekülerler ailenin birey için yarattığı kıskaçtan, feministler kadının ezildiğinden dem vurarak konuyu farklı veçheleri ile tartışmaya devam ediyor.
Meseleyi doğru bir biçimde kavramak için kaygılı ve nostaljik bir bakıştan kurtulup ailenin gidişatını olgusal bir biçimde kavramak ve konuya toplumsal değişim perspektifinden bakmak gerekir. Tüm bu tartışmalar arasında ailenin bir sosyal kurum olarak konumunu değerlendirmek toplumsal değişimin çok hızlı yaşandığı günümüzde bizler için anlamlı bir değerlendirme zemini oluşturacaktır.
Türk toplumunda aile genellikle değer temelli olarak ele alınsa da ekonomik, kültürel, siyasal ve en genel çerçeveyle demografik değişimin bir parçasıdır. Kentleşme, üretim biçimlerinin değişimi ve istihdam koşullarının farklılaşması, eğitime katılımın genişlemesi, demografik yapıda gözlemlenen değişimler ve toplumun bütünlüğünü sağlayan kurumların değişen yapı ve biçimleri arasında aile de payına düşen değişimi yaşamaktadır.
Kendisini çevreleyen bütün bu değişimler gerçekleşirken ailenin değişmemesini beklemek çok da mümkün değildir. Dahası sosyalleşme sürecinin başlangıcı olan bir kurum olarak tanımladığımızda süreçte aktif rol alan aktörler, farklı formalarda üretilen ilişkiler ve toplumsal yapının diğer unsurları ile sağlanan etkileşim ailede kapsamlı bir değişim meydana getirmektedir.
Değişimin temel bileşenleri
Türkiye'de ailedeki yapısal değişimin en temel bileşenlerinden biri sanayileşme sonrası yaşanan göç ve kentleşmedir.1950'li yıllarda kırdan kentlere doğru yaşanan yoğun göç kentlerde yeni yaşam ve ilişki biçimlerinin oluşmasına neden olmuştur. Kırsal toplumsal yapıda aile daha durağan bir yapıya sahipken kentte ailenin daha değişken ve dinamik bir yapıya büründüğünü görmekteyiz.
Kırda aile örf ve gelenekle şekillenirken kentte bu alanı çevreleyen hukuki ve iktisadi alan daha etkin bir hâl almaktadır. Öte yandan kırdan kente geçerken iktisadi ve sosyal ilişki ve çevre koşullarının farklılaşması ile kadın-erkek rollerinin ve akrabalık örüntülerinin de kapsamlı bir biçimde değiştiğini görmekteyiz.
Çevre koşulları değişirken aileden beklentilerin değişmemesi bir beklenti yoğunlaşması ve hayal kırıklığı meydana getirmiştir. Bugün aileden kentteki kadar verimli ve etkin, kırdaki kadar da sıcak ve kuşatıcı olması beklenmektedir. Bir kurum olarak ailenin sürekli farklı açılardan tartışma konusu olmaya devam etmesinin en temel sebebi budur.
Son asırda Türkiye'de ailenin değişimini etkileyen ana unsur üretim sisteminde ve toplumun temel geçim kaynağındaki farklılaşmadır. Evvela sanayileşme ve akabinde hizmet ekonomisinin baskınlığı ile birlikte aileyi çevreleyen iktisadi alan hızlı ve düzensiz bir değişim sürecine girmiştir.
Modern toplumda insanların karakterlerinden alışkanlıklarına, ilişkilerinden yaşayışlarına kadar pek çok alanın temelde çalışma ve iş yaşamı etrafında şekillendiği dikkate alındığında tarım toplumundan sanayi toplumuna oradan da hizmet ve bilgi toplumuna geçişin anlamı daha açık kavranabilir.
Türkiye'de tarımsal ve kırsal bir toplumdan kentsel sanayi toplumuna doğru dönüşümde ailenin yaşadığı ilk değişim iktisadi bir birim olma vasfını kaybetmesi olmuştur. Kırda birlikte çalışma, birlikte üretme ve çoğu kez birlikte tüketme ekseninde şekillenen geniş aile ve büyük hane yapısı kentte fonksiyonel iş bölümü çerçevesinde gittikçe ayrışmış çalışma, üretme ve tüketme formlarını meydana çıkarmıştır.
Genişten çekirdek aileye hızlı geçiş
İşin haneden ayrışması ve aile bireylerinin artık hane dışında bir çalışma yaşamına ve ilişkilerine sahip olmaları ailenin geçmişte üstlendiği işlevlerin önemli bir kısmının boşa çıkmasına neden olmuştur. Böylece aile bireylerinin rol farklılaşmaları keskinleşmiş ve gittikçe toplumsal iş bölümündeki çeşitlenme aileye de yansımıştır.
Bu perspektif dâhilinde kentleşme sürecine eşlik edecek bir biçimde geniş aileden çekirdek aileye doğru hızlı bir geçiş yaşanmış ve aynı zamanda hane büyüklükleri küçülmeye başlamıştır.
Araştırmalar, Türk toplumunun 60'lı yıllardan bu yana aile yapısı açısından değişiklik gösterdiğini, yüzde 70 oranındaki geniş ailelerin bugün yerini çekirdek aileye bıraktığını ortaya koyuyor.
Türkiye Aile Yapısı Araştırması istatistiklerine göre 1968'de çekirdek aile oranı yüzde 59,6, geniş aile oranı yüzde 32,1, tek ebeveynli aile oranı ise yüzde 8,3 iken 50 yıl sonra 2018 yılında geniş ailelerin oranı yüzde 15,8, çekirdek ailelerin oranı yüzde 65,3 ve tek kişilik hane halklarının oranı ise yüzde 16,1'e olmuştur.
Aşağıda yer alan grafikte görüldüğü gibi 1990'lara kadar çekirdek aile oranı artarken 1990'lardan itibarense tek kişilik hanelerin oranı artmıştır. Bu da bize sanayi toplumuna geçerken de çekirdek ailelerin hizmet toplumuna geçerken de tek kişilik hanelerin arttığını göstermektedir. 2023 yılında çekirdek ailenin yüzde 74, geniş ailenin yüzde 6, dağılmış ailenin ise yüzde 20 seviyesinde olacağı öngörülmektedir.
Bu süreçte sadece hane tipi değil hane büyüklüğü de değişmiştir. 1968'de çekirdek ailelerin sadece yüzde 8,3'ü çocuksuzken 2018'e geldiğimizde bu oran yüzde 18'e çıkmıştır. Toplumumuzda artık çocuksuz çekirdek aile "geçici" bir durum olmaktan çıkarak "kalıcı" bir olguya dönüşmektedir.
Çekirdek aile içinde önemli bir yer tutan çocuklu çekirdek aile de değişim sürecinden ciddi bir biçimde etkilenmektedir. Gittikçe üç ve daha fazla çocuklu ailelerin sayısı azalırken bir veya iki çocuklu çekirdek ailelerin yaygınlığı artmaktadır.
Cinsiyet temelli roller değişti
Türkiye'de iki çocuk sahibi olmak bir norma dönüşmüştür ve gittikçe bir çocuk sahibi olma eğilimi artmaktadır. 1978 yılında çocuklu çekirdek ailelerde üç ve daha fazla çocukluların oranı yüzde 55 iken 2018 yılında bu rakam yüzde 26'ya gerilemiştir. Buna bağlı olarak hane büyüklükleri de önemli bir küçülme yaşamıştır. 1968'de altı civarında olan ortalama hane büyüklüğü hızla değişerek 2018'de 3,4 kişiye gerilemiştir.
Bu bağlamda kent ortamında eğitim, istihdam, konut, sağlık gibi birleşenler düşünüldüğünde geniş ailenin yerini çekirdek aileye bırakması, hane halkı ortalamasının ve tek kişilik çekirdek hane halkı sayısının azalması gibi veriler yeniden değerlendirilmelidir.
Ekonomide yaşanan değişimler kadar nüfusun eğitim düzeyindeki değişimler de aileye doğrudan etki etmektedir. Kentte eğitim olanaklarının genişlemesi ve eğitime katılımın artması aile yapısını etkileyen bir diğer unsurdur. Kadın ve erkeğin ilk ve orta öğretimin yanı sıra yüksek öğretime devam etmesi, sonrasında çalışma hayatına aktif katılım evlilik ve çocuk sahibi olma süresini etkiliyor.
TÜİK tarafından son yayımlanan raporda ortalama ilk evlenme yaşının 2018 yılında erkekler için 27,8, kadınlar için 24,8 olduğu görülüyor. Evlenmenin ertelenmesi ilk çocuk sahibi olma yaşına ve dahası ebeveynlerin çocuk sayılarına da etki etmektedir. Özelde kadının eğitime katılımı ise önceki aile yapısından farklı olarak toplumsal hayata katılımını ve aile içi rollerdeki dengesini değiştirmiştir.
Kadının tercih zorunluluğu
Türkiye'de kadının istihdama katılım oranları hâlâ çok yüksek seviyelerde etki etmese de aile içi hiyerarşinin değişimi, kadının bir aktör olarak toplumun içerisinde yer alması aileyi etkilemektedir. Geleneksel Türk aile yapısındaki erkeğin hane reisi olduğu ve kadının ev içi hizmetler ve çocuğun bakımından sorumlu olduğu cinsiyet-temelli roller değişmiştir.
Eğitimin kadınlar için bir hareketlilik örüntüsü oluşturması nedeniyle kadın sadece ev içerisinde değil eğitim ve mesleki yeterliliğiyle istihdama aktif olarak katılım sağlayan aktörler olmuştur.
Ekonomik geçim şartlarının ağırlaştığı ve sosyal politikaların destekleyiciliğinin sınırlı olduğu toplumda kadının çalışma hayatına katılımı ekonomik ve sosyal olarak aileyi rahatlatsa da kadının iş-aile çatışması arasında kalmasına neden olmaktadır. Bu durum ise çocuk sahibi olma hususunda ebeveynleri özellikle hayatlarında temel değişiklikleri beraberinde getirdiği için kadınları tercih durumunda bırakmaktadır.
2010'lara gelindiğinde nüfus artış hızı 2,5 olan Türkiye'de siyasilerin aileyi güçlendirme ve üç çocuk söylemleri boşuna değildir. Genç nüfusu ile kendini ön plana çıkaran Türk toplumunda artık ailenin bir parçası olarak yaşlanma önümüzdeki yılların çözülmesi gereken bir sorunu olarak durmaktadır. Değişen toplum yapısında ailenin konumu, yaşlı bakımının kim tarafından ve nasıl yapılacağı gündeme gelecek konulardır.
Ailenin toplumsal yapıdan bağımsız bir kurum olmadığını bu kısa değerlendirme ve basit veriler üzerinden kolayca görebiliriz. Ailenin sadece değerler ve gelenekler üzerinden değerlendirilebilecek bir yapı olmadığı da aşikârdır. Aile de diğer sosyal müesseseler gibi toplumsal koşullara son derece duyarlı ve değişime açık bir yapı arz eder.
Şok etkisi
Farklılaşan sosyo-ekonomik koşullar içerisinde anormal olan ailenin değişmesi değildir. Ancak Türkiye'de başka alanlarda olduğu gibi ailede de ciddi bir değişimin hızı ve kapsamı sorunu bulunmaktadır. Toplumsal koşullardaki değişimin hızının ve boyutunun kestirilememesi değişimin öngörülüp yönetilememesine sebep olmaktadır. Dolayısıyla toplumsal yaşamda gerçekleşen değişimleri öngörüp yönlendirmek ve olumsuz sonuçlarını azaltıp olumlu sonuçlarını çoğaltmak çoğu kez imkân sınırlarından çıkabilmektedir.
Bu bağlamda sosyal değişimlerin aile yaşamındaki etkilerinin olumlu hâle getirilebilmesi için çevre koşullarının iyi düzenlenmesi gerekir. Örneğin eğer gençlerin evlenmesi özendirilmek isteniyorsa buna yönelik kamu destekleri artırılmalı, çok çocuklu aileler bekleniyorsa destekleyici sosyal politika uygulamaları ve kurumsal çözümler geliştirilmelidir. Aksi hâlde koşullar iyileştirilmeden gerçekleşecek bu değişimlerin olumlu neticelerden ziyade olumsuz sonuçlar içermesi kaçınılmaz olacaktır. İmkânları hazırlanmamış, koşulları oluşturulmamış her değişim toplumda şok etkisi oluşturacaktır.
Sonuç olarak toplumun ve dahası ailenin değişimi bir gerçektir. Değerler ve gelenekler üzerinden okunan ailenin değişimi aslında şehirleşmenin arttığı, eğitime erişimin genişlediği, kadınların istihdama daha fazla katıldığı, iktisadi geçim şartlarının ağırlaştığı bir süreçte aktörlerin yaşam koşullarını düşünerek yaptığı tercihlerden oluşmaktadır.
Ailenin değişimini felaket senaryoları üzerinden okumak yerine bu gerçekliği kabul ederek ekonomik ve sosyal destek mekanizmalarını işler hâle getirmek daha uygun bir çözüm olarak durmaktadır.