Birol Biçer: Ailenin serüveni

Ailenin serüveni
Giriş Tarihi: 18.10.2019 15:14 Son Güncelleme: 18.10.2019 15:15
Yeryüzüne yayılmış tüm canlı türlerinin büyük çoğunluğunun farklı da olsalar doğal olarak geniş-çekirdek-tek ebeveynli-dağılmış ya da sürü şeklinde aile formları oluşturdukları yüz binlerce yıldır aşikâr bir gerçek.

Toplumun temel taşı olarak nitelendirilen "aile" kutsal metinlere ve efsanelere göre ilk iki insanla başlıyor. İlkesel çerçevesi günümüzde kabul edilmiş hâliyle evlilik temeline dayanan bir kurum olarak ailenin bilinen tarihi ise antropologlara göre 4 bin yıl öncesine dayanıyor. Çeşitli kültürlere ve değişen toplum yapılarına göre küçük yapısal değişiklikler göstermiş olsa da bu insan topluluğu formu binlerce yıldır varlığını koruyor. Zira bu son derece fıtrî bir durum. Üstelik sadece insana mahsus değil. Yeryüzüne yayılmış tüm canlı türlerinin büyük çoğunluğunun farklı da olsalar doğal olarak geniş-çekirdek-tek ebeveynli-dağılmış ya da sürü şeklinde aile formları oluşturdukları yüz binlerce yıldır aşikâr bir gerçek. Aile denilen insan topluluğunun yapısı canlı türlerinde neredeyse hiç değişmiyor. İnsana mahsus aile ise geçmişiyle karşılaştırıldığında son 150 yıldır ve özellikle 1970'lerden sonra çok hızlı bir dönüşüm/dönüştürülme süreciyle karşı karşıya.

AİLEYE PARADOKSAL YAKLAŞIM: "EN ORİJİNALİ ASLINDA ÇEKİRDEK AİLE"

Fransız tarihçi, antropolog ve demograf Emmanuel Todd, 2011'de yayınladığı L'Origine des Systemes Familliaux (Aile Sistemlerinin Kökeni) adlı çalışmasında aile biçimleri üzerine yapılmış tüm antropolojik çalışmaları ve geçmişten bugüne tüm kıtalardan tanımlanmış 600 aile türünü analiz ediyor ve bu kurumun ortaya çıkışı ve gelişmesinde oldukça paradoksal ve zıt görünen bir perspektif sunuyor. Todd'un vardığı sonuçlardan biri şöyle: Şu anda dünyanın en gelişmiş toplulukları aynı zamanda en ilkel olanları teşkil ediyor…

Todd'u bu çelişkili ve paradoksal sonuca ulaştıransa aslında ilk insan topluluklarının çok esnek bir şekilde birbirine bağlanan, anne-babaçocuklardan kurulu "çekirdek" hanelerden oluştuğu hipotezi. Buna göre Ortadoğu ve Çin'de göçebelikten yerleşikliğe geçen, daha sonra yazının ortaya çıktığı ve devlete benzer ilk yapıların oluştuğu topluluklarda bu aile modeli nüfus artışı, sosyal etkenler, hiyerarşik yapılar gibi çeşitli nedenlerle yavaş yavaş karmaşıklaşmaya başlamış.

20'nci yüzyılın getirisi olarak düşündüğümüz oysa Todd'a göre ilk toplulukların yapısı olan çekirdek aile, bu değişim sürecinin sonunda bir atanın ya da askeri liderin otoritesi altında toplanma, kabile içinden evlilikler gibi sebeplerle daha katı ve daha etkin aile formlarına dönüşmüş. Todd'a göre kökeni oluşturan çekirdek aile modeline bağlı kalanlar sonradan ortaya çıkan tüm bu modelleri yakalamayı hatta aşmayı başarmışlar. Alışıldığın tersine bir görüş…

''TÜRK MİLLETİNİN AİLE NİZAMINI ELİNDEN ALINIZ, GERİDE ÇOK BİR ŞEYLER KALMAZ''

Geleneksel Türk aile düzeninin nasıl bir şey olduğu konusunda fikir sahibi olmak için yabancı ama ehil bir gözlemcinin görüşü faydalı olabilir. 1953'te ölen Fransız akademisyen aile hukukçusu Gaston Jèze'in Türk aile yapısı üzerine kayda değer bir tespiti var. Ona göre Türklerin eski millî gelenekleri ve İslam dininin birleşiminden ve bağdaşmasından "Dünyanın en sağlam aile ocağı doğdu ve bu varlık hiçbir milletin tarihinde görülmemiş şekilde hayatı inşa etti."

Gaston Jèze, cumhuriyetin kuruluşundan sonra sarfettiği sözlerle geleneksel aile yapımızın neden bu kadar sağlam olduğunu şöyle açıklıyor: "Osmanlı aile hayatındaki güzellik, nezahat ve samimiyet zannetmiyorum ki başka bir yerde olsun. Osmanlı'daki İslami hayat, huzurlu bir hayatın zirve noktasıdır. Birbirine sevgi-saygı ile bağlıdırlar… Osmanlı aile hayatı güzelliklerle doludur… Hayat şiir gibi yaşanmaktadır. Bütün bunları ailede öğreniyorlar." Ve şu tespitle noktalıyor: "Ben Garplı bir aile hukuku profesörü olarak diyeceğim ki, Türk milletinin aile nizamını elinden alınız, geride çok bir şeyler kalmaz."

Zamane Türk aile yaşantısının portresi

Günümüzde Türkiye'de genel aile yapısı ve yaşam biçiminin nasıl olduğunu anlamak içinse TÜİK'in 2 yıl önce gerçekleştirdiği bir araştırmanın somut verileri faydalı olabilir:

Örf-âdet çok değişti laflarını sıkça duysak da evlilikler büyük ölçüde hâlâ görücü usulü gerçekleşiyor ülkemizde. İlk evliliğini görücü usulü yapanlar içinde yüzde 48 kendi rızası ile yüzde 12 ise rızası olmadan evlenenler. Birçok yörede bir geleneğe dönüşmüş olan "kız kaçırma" usulüyle evlenenlerin oranı ise hiç de az değil: yüzde 7. Burada dikkate değer bir nokta da şu: Evli fertlerin eğitim durumu yükseldikçe görücü usulü evlenenlerin oranı düşüyor. Örneğin üniversite mezunları arasında kendi seçimiyle anlaşarak evlenenlerin oranı yüzde 67'yi buluyor.

Eğitim ve hayata atılma yaşının uzamasıyla birlikte evlilik yaşı giderek yükselse de Türk ailelerinde ilk evliliğin büyük ölçü de 20 ila 24 yaş aralığında yapıldığı görülüyor. Türkiye'deki evli çiftlerin yüzde 37'si ilk evliliğini 20-24 yaş arasında yapanlar. 25-29 arasında ilk defa evlenenlerin oranı ise yüzde 21. 16 yaş öncesi evlenenler ise yüzde 18'lik dilimde yer alıyor.

Ülkemizde onlarca senedir tartışılan dinî nikâh konusunda ise halkın seçimi tartışma götürmeyecek türden: Evli çiftlerin yüzde 97'si hem resmi hem dini nikâh kıyanlar. Yüzde 1,8 sadece resmi, yüzde 1,1 ise sadece dinî nikâhla yaşıyor.

İş ayrılmaya gelince aileleri dağıtarak boşanmaya götüren bir numaralı neden yüzde 51 ile eşlerden en az birinin "sorumsuzca ve ilgisiz davranması". Boşanmaların yüzde 30'u ekonomik sıkıntılara, yüzde 24'ü ise eşlerin birbirlerinin ailelerine saygısız davranma gerekçesine dayanıyor. Sadece kadınlar açısından bakılınca ikinci boşanma nedenini evin geçimini sağlayamama ve kötü muamele oluşturuyor.

Hemen her ailenin hedefi olan çocuk yapma konusunda ise Türk aileleri içinde en büyük oranı yüzde 32 ile 2 çocuk isteyenler oluşturuyor. 3 çocuğu ideal bulanlar da buna yakın: yüzde 31,4. Tek çocuk isteyenlerin oranı yüzde 3,4. Evli çiftler içinde hiç çocuk istemeyenlerin oranı ise sadece binde 3'te kalıyor.

Çocuk bakımına gelince; 5 yaşına kadar olan çocukların gündüz bakımı yüzde 86 oranında annelerin işi. Anneden sonra bakım yükü en fazla anneanne ya da babaannelerde: Yüzde 7,4. Bu açıdan geleneksel tarzda büyük bir değişiklik olmadığı görülüyor. Gündelik ev işleri de büyük ölçüde ailenin tek bir ferdi tarafından üstleniyor. Yanılmadınız, bu fert anneden başkası değil.

Modernite, kapitalizm, 20'nci yüzyılın sosyal fırtınaları…

Aile şeklinde yaşam ve aile kavramı dünyanın hemen her yerinde üç aşağı beş yukarı ilk insandan beri, benzer şekilde sürüp geldi. Ancak özellikle modernite ile birlikte daha önce hiç görmediği bir değişim, dönüşüm, tabiri caizse evrim sürecine girdi. Geçmişin geniş ailelerini "çekirdek" kalmaya zorlayan modernite ve kapitalizmin de katkısıyla aile ufalıp daralarak değişti. Bir anne, bir baba, iki de çocuk formülünden oluşan bu model günümüzde klasik aile tipi sayılmaya başlandı. Aile, 20'nci yüzyılda büyük sosyal ve politik etkilere maruz kaldı. Örneğin I. Dünya Savaşı, kadınların kitlesel olarak işgücünde erkeklerin yerine geçişine zemin hazırladı ve kemikleşmiş ev hanımı rolü ile birlikte aile yapısında da değişimlerin yolunu açtı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra ev işlerini gören aletlerin yaygınlaşmasıyla kadınların dışarıda çalışma imkânı daha da arttı.

Ekonomik gelişmelerle birlikte ailenin kurucu unsuru olan evlilik kurumu önemini yitirmeye başlarken ailenin merkezindeki konumu da sarsılmaya başladı. O dönemlerde başlayan aşk evliliği furyası evlenme saikleriyle birlikte aile kurumunu da değiştirmeye başladı. Artık insanların evlilikten beklentileri de farklılaşıyordu: Tamamlanma, uyum, cinsellik beklentileri… Bu beklentiler karşılanmadıkça özellikle Batı'da boşanmalar da artmaya başladı. 1970'lerin hem evlilik hem evlilik dışı cinsel özgürlük akımıyla birlikte işler bir hayli değişmeye başladı. Bir zamanların "çocuk arzusu" yavaş yavaş yerini "arzu çocukları"na bırakır oldu. Tüm bu gelişmeler yeni ilişki tarzlarıyla birlikte yeni "aile modellerinin" de ortaya çıkışını teşvik etti.

TOPLUMUN YAPI TAŞI EVRİM SÜRECİNDE: YENİ MODELLER

Bu sosyal evrim sürecinin yeni safhasında şimdi de toplumlara benimsetilmeye başlanan "yeni aile modelleri" ile karşı karşıyayız. Sanayileşen toplumlarda giderek artan boşanmaların getirisi olarak daha sık karşılaşılmaya başlanan "tek ebeveynli aileler" bu zincirin öncü halkası oldu. Ardından evlilik dışı ilişkiler ve çocuk sahibi olma furyası esmeye başladı. Bunu takip eden süreçte tıbbi yollarla, yapay dölleme imkânlarıyla "babasız aileler" görülmeye başlandı. İkinci evliliklerle "yeniden kurulan aile" örnekleri de bunlara katılan bir başka halka oldu. Bazı ülkelerde mevzi kanan eşcinsel hakları hareketleriyle şimdi de "eşcinsel evlilikleri" ve eşcinsellerin evlat edinmeleriyle kurulan aile modelleri oluşmaya başladı.

Son dönemlerin bir diğer aile modeli ise "çocuk merkezli aileler." Çocuk daima önemliydi ancak 21'inci yüzyıla girişle birlikte çocuğun ve onun ihtiyaç ve isteklerinin ailenin işleyişinin merkezine oturduğu formlarla karşılaşılmaya başlandı. Son dönemlerde zuhur eden bu ilişki biçimlerinin yanında yeni aile modellerinin ortaya çıkışında insanoğlunun tabi olduğu modern yaşama tarzının kısmen bir payı olmakla birlikte, bunların özellikle Batılı kültür ve medya endüstrisi tarafından tüm dünyaya dayatılmasına ve sunuluş tarzına bakıldığında büyük ölçüde suni olduğunu söylemek mümkün. Modern zamanlarda sosyal bilimler laboratuvarlarında üretilerek tedavüle sokulan ve doğal insan hayatı ile ilişkisi bulunmayan birçok kurum gibi bunların da büyük kısmı ya modernitenin kaçınılmaz getirisi ya da düşünce laboratuvarlarında ürettilen yeni sosyal yaşam formları ve konseptlerinden ibaret.

DEĞİŞEN ŞARTLAR DEĞİŞEN AİLELER
Aile kavramının geçirdiği modern mutasyon bazı ülkelerde de şöyle özel modellerin görülmesine yol açıyor:

BİRLEŞİK KRALLIK
BEKÂR BABALARIN ZUHURU

Homoseksüelliğin artık sıradanlaştığı İngiltere'de yükselen trendlerden biri ister heteroseksüel, ister homoseksüel olsun erkekler arasında tek başına bekâr baba olma eğilimi. Başka ülkelerde evlat edinme ya da taşıyıcı anne ile bekâr annelerin çocuk sahibi olma eğilimleri görülmeye başlanırken, İngiltere'de özellikle Londra'da aynı yolla tek başına baba olarak tek ebeveynli aile kuran erkeklere rastlanıyor. Birleşik Krallık'ta taşıyıcı anne tutma hakkı sadece çiftlere tanındığı için bekâr babalar bu yöntemi başka ülkelerden tuttukları taşıyıcı anneler vasıtasıyla hâllediyor.

HİNDİSTAN VE ÇİN
NİNE VE DEDELER YENİDEN ANNE-BABA OLUNCA

Geçinme şartlarının zor olduğu Hindistan'da bakıcı tutmak yoksullar için çok pahalı olduğundan çocukların bakımı hâliyle büyükanne ve büyükbabalara kalıyor. Bu durumun daha zorlusu ise Çin'de yaşanıyor. Kırsaldan büyük şehirlere para kazanmaya giden anne ve babalar yeterince tutunana kadar çocuklarını köylerinde bırakmak durumunda kalabiliyor. Sayıları milyonlara ulaşan bu tür ailelerin geride bıraktıkları çocuklarının bakımı burada da büyükanne ve büyükbabaya ya da yakın akrabalara kalıyor. Neticede çocukların annesi-babası rolü bir süreliğine büyükanne ve babalara düşüyor.

ABD
BİR ÇATI ALTINDA EVLİLİKLER KARMASI

Amerikalılar dünyanın geri kalanına göre çok daha çabuk evleniyor, boşanıyor ve yeniden evleniyorlar. Her iki çiftten birinin ayrıldığı ABD'de bazen birinci, bazen ikinci, bazen de üçüncü evliliğinden çocukları ile birlikte yeniden evlenenlerin oluşturduğu bir aileler karması olan "yeniden kurulan aileler" oldukça yaygınlaşıyor. Boşanmış çiftlerin başkalarıyla evlenerek yeniden kurdukları bu yuvaların çatısı altında her iki çiftin önceki evliliklerinden (bazen ikinci ve üçüncü evliliklerinden) olan çocuklar bir arada yaşayabiliyor. Kimi araştırmacılara göre geleneksel Amerikan ailesi son dönemlerde çökmüş durumda ve yerini din, cinsiyet, köken ve yaşam tarzlarının birbirine karıştığı "milföy hamuru" benzeri yeni aile tiplerine bırakıyor.

JAPONYA
KAN BAĞLARI GEVŞİYOR

Geleneğinde kuvvetli aile ve soy bağlarına sahip olan Japonlarda aile büyük ölçüde ırsiyet ve kan bağı temeline dayanır. Aynı gelenek çocukların anne-babaya itaat ve saygısına büyük önem verir. Bu gelenekte boşanmaya onur kırıcı olarak bakılır hatta yeniden evlenme neredeyse imkânsız bir şey olarak görülürdü. Ne var ki çok şeyleri değişen Japonlarda gelenekler gibi evlilikler de değişiyor. Boşanmalar arttığı gibi yeniden evlenmeler de giderek çoğalıyor. Yeni nesil aile modellerini mümkün kılan yasal değişikliklere de zemin hazırlanıyor.

Aile kurumuna açılan küresel savaş
Nikâh ile bağlanan bir kadın, bir erkek ve çocuklardan (bunlara kimi zaman büyükanne ve büyükbaba ve birkaç yakın da eklenebiliyor) oluşan aile günümüzde artık "geleneksel aile" olarak görülüyor. Yakın zamana kadar dünyanın her tarafında toplumun, milletin, devletin istikrar ve gücünün temeli olarak görülen bu aile son dönemlerde her taraftan ciddi hücumlarla karşı karşıya. Sadece medyadan yansıyanlara bakmak bile bu saldırı manzarasını görmeye kâfi.
Evlilik ve nikâh aleyhine görüşler, azalan evlilikler, artan boşanmalar, değiştirilen kadın-erkek ve karı-koca rolleri, ebeveyni çocukları üzerindeki haklarını kısıtlamaya yönelik eğilimler ve yasal düzenlemeler, magazincilerin ağzını sulandıran aldatma hikâyeleri, baş tacı edilen "seviyeli birliktelikler", kadın ya da erkek olsun aynı cinsiyetten insanların birlikteliklerini ve "evlilik"lerini kutsamalar, sperm bankaları için donörlük yapan genetik babalar, hayvanlarla bile evliliğe izin verilen ülkeler, cinsiyetsiz çocuk yetiştirme projelerini himaye etmeler ve daha bir sürü şey… Bildiğimiz aile kurumu, onun kurucusu evlilik ve nikâh bunlar gibi daha birçok cepheden saldırıya maruz ve büyük bir kuşatma altında.

19'uncu yüzyılda yazdığı Democracy in America kitabında Amerikan ailesine övgüler düzen ve " Amerika kadar evlilik bağına en fazla saygı gösterilen ya da aile saadetine değer verilen başka bir ülke yoktur" diyen sosyolog Alexis de Tocqueville sanki başka bir gezegenden bahsediyor gibi. Yaşam tarzını ve kültürünü dünyanın geri kalanına ithal eden hatta dayatan Anglosaksonlardan güncel birkaç veri diğer toplumların durumunun nereye varacağını göstermek adına örnek olabilir:

Bugün her 10 Amerikalı çocuktan dördü nikâh dışı doğuyor ve evlilikten doğan çocuklarla birlikte bunların çoğu anne-babalarından sadece biriyle hayata devam etmek durumunda kalıyor. Saygı sütunlarının yıkıldığı, yerini isyankârlığın aldığı yuvalarda yaşıyorlar. Zina kavramının tedavülden kaldırıldığı, evlilik dışı hamileliğin tavan yaptığı, cinsellik yoluyla bulaşan hastalıkların sıklaştığı ortamlarda yetişiyorlar. Sadece ABD'de her sene 1 milyon kürtaj gerçekleştiriliyor yani 1 milyon ceninin hayatı daha doğmadan sona erdiriliyor. Tüm bunları yücelten, buna karşılık aile, annelik-babalık, nikâh, bağlılık, ahlaki ve geleneksel değerlere militanca saldıranların el üstünde tutulduğu bir medya ile bilgilendiriliyorlar. Amerikalıların yüzde 62'si boşanmayı sorunlu bir evlilikten kurtuluşun yolu olarak benimsiyor. ABD ve Birleşik Krallık ergen kızların hamileliğinde dünyada ilk iki sırayı paylaşıyor. Anglosaksonlarda bugün yaygın kültür hâline gelen şeyin yarın tüm dünyanın kaderi olma ihtimali çok yüksek.

AİLE DEĞERLERİ ÜZERİNE KURULU ACIMASIZ SUÇ ÖRGÜTÜ

Aile değerlerine sadece dindar, muhafazakâr, ahlakçı kesimlerin önem verdiğini sanmayın. Dünyanın en tanınmış suç örgütü Cosa Nostra ya da nam-ı diğer Sicilya mafyasının temeli de aile ve değerlerine dayalı. 1990'lardan sonra İtalya'yı kasıp kavurmaya başlayan ve son dönemlerde Sicilya Mafyası Cosa Nostra'yı bile geçerek dünyanın en acımasız suç örgütüne dönüşen Calabria mafyası Ndranghetta için de bu değerler olmazsa olmaz ama onların değer algıları hayli farklı.

Son yıllarda uyuşturucudan nükleer kaçakçılığa kadar birçok alana yayılan ve yıllardır sayısız operasyona uğramasına rağmen uluslararası çapta büyüyen Ndranghetta klanları kendi aralarında bağlarını da evlilik ve akrabalık ile kuruyor ya da sağlamlaştırıyor. Her klan işlerini kendi üyeleri yani aile fertleri arasında paylaştırıyor. Suç örgütüne katılım da yine büyük ölçüde aile ve kan bağları ile gerçekleşiyor. Örgüt mensubu olmanın başlıca şartı klanlardan birine mensup bir ailenin ferdi olmak. Temeli aile teşkil edince Calabria mafyasında kariyer hâliyle çocuklukta başlıyor. Bunun bir ritüeli bile var: Aile reisi gözetiminde bir bebeğin iki yanına bir anahtar ve bir bıçak konuluyor. Bebek bıçağı alırsa bu örgütün aktif bir üyesi olacağı, anahtarı alırsa ileride yolsuzluğa bulaşacak bir hukukçu ya da politikacı olacağına yoruluyor. Ancak gerçek bir Ndranghetta mensubu olmak için vaftize benzer daha ciddi bir ritüel söz konusu ki adayların 14 yaşında katıldığı bu uzun seremoni sırasında örgüte alınacak gençler örgüt kodunun kendi çocukları, aileleri ve canlarına üstün tutacaklarına yemin ediyorlar.

DÜNYA DÜZENİNİ KONTROL EDEN BİR AVUÇ AİLE

Çoğu zaman "komplo teorisi" denilip geçilse de bu dünya düzenini birilerinin, birtakım güç ve finans gruplarının, tekellerinin şekillendirdiği, kontrol ettiği ve yönlendirdiği iddia edilir. Hatta savaşların, çatışmaların, devrim ve kalkışmaların, siyasi entrikaların, darbelerin tesadüfen oluşmadığı, uzun bir süreç olarak öngörüldüğü ve tasarlandığı söylenir. Dünya düzeni belki tam olarak böyle yürümese bile bunu komplo teorisi diyerek kestirip atmak da fazlaca safdillik olur. Neticede dünya düzenini yönlendirmek için kimi güç ve para odaklarının sarf ettiği çabalar ortada.
Günümüzde komplo teorileri meraklılarının dışında da aklı başında pek çok kişi ve düşünür dünyanın büyük finans gruplarının hâkimiyetinde olduğu bir "Yeni Dünya Düzeni"nden bahsediyor. Bu dev finans grupları ise uzun süredir sayıları bir düzine civarında bulunan belli başlı ailelerin ellerinde bulunuyor. Açıkçası söylenen şu: Yeni Dünya Düzeni denilen sistem parasal gücü kontrol eden 12 aile tarafından idare ediliyor. Çoğunun soyları Yakın Çağ tefecilerine dayanan bu ailelerin isimleri ise kulağımıza hiç de yabancı değil: New York'u merkez edinmiş Goldman Sachs, Lehman, Avrupa'da Londra'da Rothschild, Hamburg'da Warburg, Paris'te Lazard ya da Roma'da Israel Moise Seifs gibi üst düzey milyarder ailelerine ek olarak Sanayi devi Du Pont, ABD yönetiminde büyük görevler üstlenen Bundy ailesi, Dünyadaki elmas yataklarının çok büyük bir kısmını, değerli madenlerin büyük hisselerini elinde tutan Güney Afrikalı Oppenheimer ailesi bunların başlıcaları olarak gösteriliyor.
Öyle ki çoğumuz için devletlerden çok öte teşkilatlar olan NATO, BM ya da IMF'e ABD Merkez Bankası, Bank of America, JP Morgan, Citigroup, Wells Fargo, Goldman Sachs, Morgan Stanley, Shell, Mobile ya da 4 Büyükler olarak anılan Wellington, Capital World Investors, AXA, Massachusetts Financial Service and T. Rowe gibi dünyanın en büyük banka ve şirketlerinin büyük hissedarı olan ve fazla kalabalık da olmayan birkaç aile kolaylıkla hükmedebiliyor. Bu ailelerin en etkini ise 17'nci yüzyıldan itibaren tefecilikle başlayıp Avrupa'nın belli başlı şehirlerinde sermayeciliğin temellerini atan Yahudi Rothschild'ler. O dönemlerden bugüne İngiltere Kralı'ndan Napoleon'a kadar hükümdarları, sonrasında dünya savaşlarını bile finanse eden banker ailesi bugün de paranın ve diğer ailelerin patronu olarak gösteriliyor. Bu aileyi petrol, tıp, ilaç sanayi ve finansta küresel bir imparatorluk kuran Amerikalı Protestan Rockefeller ailesi izliyor.
Dünyanın ilk dolar milyarderi John D. Rockefeller sayesinde adı şöhret bulan ailenin şahsi servetinin 3 milyar doları bulduğu söyleniyor. Kontrol ettiği servetinse haddi hesabı bilinmiyor. Rockefeller'ların ABD başta olmak üzere dünya siyasetinde çok etkili olduğu zaten açıkça biliniyor. New York'taki BM binasının arsasını hibe eden ve Yeni Dünya Düzeni kavramını ortaya atan aile, kurduğu Trilateral Komisyon ile sadece finans üzerinde değil siyasette de oldukça etkili.
Dünyayı yönettiği iddia edilen aileler arasında Rothschild ve Rockefeller'lerin birçok alanda ortağı olan Morgan ailesi de ağır toplar arasında. Yale Üniversitesi'ni, ünlü kredi ve derecelendirme şirketi devi Morgan&Stanley'i kuran aile General Electirics, U.S Steell Corporatıon, Internatıonal Harvester Company gibi dev şirketleri de yönetiyor.

BİZE ULAŞIN