Çocuklar içinde bulundukları kültürel yapıyı, dinî unsurları, değerleri, doğruyu yahut yanlışı, en küçük yapı sistemi olan ailelerinden öğreniyorlar. Çocukluk döneminde anne babalarının yaşam biçimi, çocuklarının da yaşam biçimi hâline geliyor ancak ergenlik dönemiyle beraber sorgulamaları başlıyor ve o zaman kendi doğrularını, yanlışlarını oluşturup yetişkin olduklarında ya bir benzerini yaşamaya devam ediyorlar yahut kendilerine yeni yollar oluşturuyorlar.
Ramazan ayı gibi bazı özel zaman dilimleri de, bu sürecin daha canlı yaşanmasına, din gibi soyut bir kavramın çocuklar tarafından daha görünür hâle gelmesine vesile oluyor. Hatta birçok çocuk İslamiyet'le, en çok ramazan ayı vasıtasıyla tanışıyor, dinî değerlere biraz daha yaklaşıyor çünkü İslamiyet'te ramazan ayının, diğer aylara göre çok daha önemli bir yeri var. Kuran-ı Kerim'in bu ayda indirilmeye başlandığını biliyoruz, oruç ibadeti bu ayda yapılıyor ve bin aydan daha hayırlı olarak kabul edilen Kadir Gecesi'nin de yine bu ay içerisinde olduğuna inanıyoruz. Dolayısıyla çocukların da bir ay boyunca sahur, iftar, teravih, Kuran-ı Kerim okumaları, misafir, davet, bayram derken oldukça yoğun bir gündemleri olur.
Ramazan ayı, çocuğa dinin, sadece bireysel değil birlikte de nasıl yaşanacağına dair önemli bir örnek olur. Çocuk, sahur, iftar sofralarında veya teravih namazlarında birçok Müslümanın nasıl bir arada hareket ettiğine şahitlik eder. Anne babasının, istediklerini elde edebilecek güçleri olmasına rağmen, inandıkları dinin bir parçası olduğunu düşünerek, Allah rızası için, nefislerini nasıl tuttuğunu, yiyip içmeyi bir süreliğine durdurduklarını, hâl ve hareketlerine dikkat ettiklerini, yardıma ihtiyacı olan insanlara daha fazla özen gösterdiklerini görür. Kısaca ramazan, bir çocuğun, İslam dininin hem gönülde hem de uygulamada nasıl yaşanacağını görmesi, öğrenmesi adına, çok değerli bir zaman dilimi olur.
Aslında çocuklara "dini öğretmek" konusu hemen hemen her zamanda tartışılmış bir konu. Mesela Piaget, çocukların ergenlik dönemine kadar din gibi soyut kavramları anlayamayacağını, bu nedenle böyle bir eğitimin verilmesinin de uygun olmadığını söylüyor. Ateist bir Yahudi olan Freud da dinin kökeninde korku, güvenlik ve rahatlık ihtiyacı olduğunu savunuyor. Hatta ona göre çocukluk dönemlerinde her şeye gücü yeten baba figürünün korumasına can atan insanlar, bu yüzden Tanrı imajını yaratıyorlar. Dolayısıyla böyle bir konunun "eğitimini" de anlamlı bulmuyor fakat bu konuda farklı düşünen kuramcıları da görmek mümkün.
Mesela Goldman, Ernest Harms ve Elkind erken çocukluk döneminde doğru bir şekilde verilen din eğitiminin oldukça önemli olduğunu savunuyor. Çocukların belli bir oranda soyut kavramları işleyebilecek zihinsel becerilerinin olduğunu ve böyle bir eğitimin de çocukta sözel, zihinsel, duygusal, ahlaki ve estetik alanları geliştirdiğini savunuyorlar. Fakat hemen hemen hepsinin de ortak olarak savundukları başka bir unsur ise, verilen din eğitiminin kuru kuruya ezberden ibaret olmayıp hayatla bağlantısının kurulması gerekliliği… Yani çocuğun dinin içinde olduğu bir hayatı gözlemlemesi, burada gördüklerini merak etmesi ve sorduğu sorulara içtenlikle, samimiyetle, hoşgörüyle cevap verilmesi, çocuğun dinle daha yakın bir ilişki kurmasını kolaylaştırıyor. Ayrıca iletişim kurma, soru sorma, hayal etme, empati geliştirme ve inanma gibi kavramların, din eğitiminin temel kazanımları olduğu belirtiliyor.
Türkiye'de ve dünyada din eğitimi
Ülkemizde çocuklara ne kadar din eğitimi verilmeli yahut ramazan gibi bir dönemde çocuklar sürece ne kadar dâhil edilmeli gibi konularla ilgili tartışmalar hâlâ sürerken, Cemil Oruç "Çocukluk Dönemi Din Eğitimi: Teorik Çerçeve, Yaklaşımlar ve Uygulama Örnekleri" adlı makalesinde, İngiltere ve Almanya'daki çocukluk dönemi din eğitimi hakkında çarpıcı bilgiler veriyor;
İngiltere'deki anaokulu ve ilkokulların büyük bir çoğunluğu kiliseler tarafından işletiliyor ve bu okullarda din eğitimi, kilise temsilcileri tarafından ayrı bir müfredatla uygulanıyor. Bu eğitimdeki ana hedefler ise şu şekilde:
• Hz. İsa'nın ismini hatırlama ve ona aşina olma,
• Birçok insan için Hz. İsa'nın önemli olduğunu anlamaya başlama,
• Bazı hikâyelerin bazı insanlar için kutsal olduğunu bilme ve bu hikâyeleri hatırlayabilme,
• Birçok insan tarafından kullanılan bazı hikâye veya nesnelerin insanları Tanrı ve İsa hakkında düşünmeye yönlendirdiğini anlama,
• Tanrı'ya inanan insanların O'nunla konuşmak istediklerini bilme,
• İsa ile ilgili konuşmaya başlama,
• Uygun bağlamda bazı dini kavramları kullanmaya başlama,
• Birey olarak kendisinin ve diğerlerinin değerini tanımaya başlama,
• Hayatta sorgulayıcı bir yaklaşım geliştirmeye başladıklarını gösteren sorular sorabilme,
• Diğerleri ile olan ilişkide kendisinin farkına varmaya başlama,
• Kendisinin ve diğerlerinin nasıl hissettiğinin farkına varma,
Almanya'da ise mevcut çocuk yuvalarının yüzde 70'i kiliseye veya kilise vakıflarına bağlı. Kilisenin özellikle çocuk yuvaları üzerinde durması ve bu konu ile ilgilenmesi genel olarak dört gerekçeyle açıklanıyor:
1. Çocuklar küçük yaşlardan itibaren yetişkin dindarlarla birlikte olmalıdır. Bu sayede yetişkinlerin tecrübelerini aktarma ve çocukların inançlarını kuvvetlendirme için ortam oluşturulmuş olur.
2. Erken yaşlardan itibaren İncil kıssalarını öğrenen ve bunlar üzerinde etkinlikler gerçekleştiren çocuklar, İncil dilini öğrenirler ve dini bir kişilik geliştirirler.
3. Küçük çocuklar, Hristiyan cemaate ve büyüklerle birlikte kilise ayinlerine, bayramlara katılmakla onların dini tecrübelerinden faydalanır ve kendilerine rol modeller geliştirirler.
4. Çocuklar Hristiyanlığın esaslarını, örf ve adetlerini, gelenek ve göreneklerini, dini şekil ve sembolleri öğrenirler.
Hayatın içinde din
Peki, aynı çerçeveden kendi ülkemize baksak? Mutlaka üzerinde düşünülüp, araştırılıp çocukların gelişim özellikleri ve ihtiyaçları göz önüne alınarak oluşturulan eğitim programları vardır fakat genel olarak bu konuya gereken özenin gösterilmediğini düşünüyorum. Ya çocuğun gelişim sürecine uygun olmayacak şekilde ağırlaştırılmış, oyundan uzak tamamen ezbere dayanan, günah, yasak ve korku temelli bir din eğitimi veriliyor yahut çocuk, dinden tamamen bağımsız bir varlık olarak düşünülüp olabildiğince uzak tutuluyor. Denge çoğu zaman kaçıyor.
İşte bu noktada ramazanı, bu dengeyi sağlayacak bir zaman dilimi olarak görmek ve bu zamanı iyi değerlendirmek mümkün olabilir. Çevresindekilerin oruç tuttuğunu gören bir çocuğu, oruca zorlamadan, merak edip üzerinde düşünmesini sağlayarak yaklaşmak, tutmazsa günah olacağını söylemek yerine, orucun yani istekleri bir süreliğine durdurmanın (hazzı ertelemek) anlamı üzerine konuşmak, çocuğun dini, hayatın içinde bir parça olarak görmesini de sağlar.
Çocukluk, yetişkinlik döneminin en kıymetli belirleyicilerinden biri olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla çocuklukta yaşanan ramazanların tadı, yetişkinliğe de tesir ediyor.
O hâlde duanın, teslimiyetin, sabrın, şükrün, yardımlaşmanın, hoşgörünün, birlikteliğin, huzurun bol olduğu bu ramazan ayını ve sonrasında bütün ailenin, dostların bir araya geldiği keyifli bir bayram gününü, çocuklarımızın İslamiyet'i, gerçek anlamıyla içselleştirebilmeleri için yeni bir fırsat olarak görmek mümkün olabilir mi?
* Oruç, C. (2014) Erken Çocukluk Dönemi Din Eğitimi: Teorik Çerçeve, Yaklaşımlar ve Uygulama Örnekleri. Children, 50(2), 112-122.