"Cartel bir numara, en büyük… Cehennemden çıkan çılgın Türk…" Cartel'in Almanya'nın dört yanından yükselen bu sözleri, "gurbetçi" Türklerin yaşadıklarını anlatan belki de en özet cümleydi. Şarkının devamında Karakan, "Yaşadığım yeri tanımıyon sorma/Her gün savaş caddeler kan/Kan bile kırmızı değil Karakan" derken Türklerin Almanya'da nasıl bir cehennemin içinde yaşadığını özetliyordu. Cehennem Avrupa'ydı ve Türkler çılgın... "Acı vatan"da yükselen mücadelenin şarkılara yansıyan bu sözleri Türkiye'de ise bambaşka bir hikâyenin içindeki gençler için tutunacak bir dal olmuştu. Türkiye'nin gençleri, yeni kahramanlarını bulmuştu: Onlar Avrupa'nın göbeğinde var olma mücadelesi veren Türklerdi. Böylece 90'lardan 2000'lere gelinen süreçte, Türkiye'de bir anti-kahraman tipinin doğuşu rap müzikle birlikte olacaktı.
Almanya'da büyüyen ve Türkiye'deki türdeşlerine öncülük eden Türk asıllı rap sanatçılarını anlamak için hikâyeyi biraz daha geriye götürmek gerekiyor aslında. 1960'lı yıllara… Çünkü Türkiye'den Almanya'ya ilk işçi göçü o yıllarda başladı. Türkiye'de köylerden kentlere akan ve işsizlikle boğuşan binler için Almanya'da yeni bir umut kapısı aralandı, Türkler için gurbetçiliğin, yabancılığın, azınlık ve öteki olmanın hikâyesi de böylece başlamış oldu. İlk giden nesil nasıl bir kafa karışıklığı içinde yaşadığını anlayamayacak kadar çok çalışıyordu. Tek bir hayalleri vardı: Yeterli parayı biriktirip bir an önce memlekete dönmek. Ancak insan plan yaptıkça, kader de ağlarını örüyordu. Almanya'ya göç eden işçiler için aile özlemi dindirilemez bir acıya dönüşüyor, hasret giderek büyüyordu. Hâl böyle olunca, ailelerinin de yavaş yavaş Almanya'ya gelmesi kaçınılmaz oldu. Almanya şehirlerinde Türklerin bir araya gelerek kurdukları işçi mahalleleri oluşuyordu. Bu mahalleler genellikle, Almanların yaşamayı tercih etmedikleri yerlerdi. Bunlardan biri de Berlin duvarının batı yanında inşa edilen Kreuzberg mahallesiydi. Topluma sonradan katılan "ötekiler"in barındığı bu mahalle sonraları rap müziğin doğuşuna tanıklık edecekti.
Irkçılıkla mücadele ettiler
Artık Almanya'da ikinci bir nesil büyüyordu. Bu nesil, anne ve babaları uzun vardiyalı işlerde çalıştığı için, genellikle vakitlerini sokakta bir arada geçiriyordu. Günlerinin çoğunu sokakta geçiren bu getto çocukları için asıl büyük sınav, yaşları biraz ilerlediğinde Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla başlayacaktı. Duvarın doğu tarafında hâlen ırkçı tavırlarını sürdüren Almanlar bulunuyordu. Kendilerine "Dazlaklar" adı veren bu grup, Türk mahallesine karşı tehditler savuruyor, saldırı ve tacizlerde bulunuyorlardı. Dönemin hükümeti ise bu konuyu görmezden geliyor, insanlara göz göre göre yapılan saldırılara müdahale etmeyerek bir nevi bu zulmü onaylıyordu. Almanya'nın başka bölgelerinde yaşanan ırkçı saldırılar sonucu hayatını kaybeden Türk ailelerin acısıyla birlikte, Almanya'nın pek çok bölgesindeki Türk mahallelerindeki gençler bu gidişata dur demek için bir araya gelmeye ve örgütlenmeye başladı. Bu bir araya gelişi, Cartel üyelerinden Alper Ağa 1991 yılında kaydettiği bir şarkıda "Dazlaklar Hitler gibi yığılıp vuruyor, kırıyor, seni çiğniyor. Onun için durma, susma, içine gömme, vur sakın sönme" sözleriyle anlatıyordu.
80'lerin sonlarıydı. Duvarın hemen yanındaki Kreuzberg'de de böyle bir oluşum tamamen sivil gençler tarafından oluşturulmuştu. Kendilerine önce "Şimşekler" sonra da yaşadıkları bölgenin posta kodu olan 36'dan ilhamla "36 Boys" adını verdiler. 36 Boys, sokakta ırkçıların saldırılarına karşı mücadele eden Türk sokak çetelerinden biriydi. Bu çete, pek çok sokak çatışmasının içinde bulundu, kayıplar verdi -ki daha sonra anılacağı üzere onlar burada yaşanan var olma mücadelesinin "şehitleriydi." Killa Hakan, daha sonra o arkadaşlarını böyle anıyordu Tek Şans'ta: "Çok gördüm/savaş eden adam gibi cesur yürekler/silaha karşı çekilen kürekler/et bedenden duvarlar"
Kreuzberg'in fethi
Yaşanan büyük çatışmaların ardından Killa Hakan'ın tabiriyle Kreuzberg, Türkler tarafından fethedildi. Artık Türkler, inşa ettikleri mahallelerden hiçbir yere gitmeyeceklerini bütün ırkçılara kanıtlamışlardı. Sokaklarda büyüyen bu mücadele hareketiyle birlikte bir yaşama kültürü de yavaş yavaş inşa oluyordu. O kültürün adı hip hop'tu. Türklerin hip hop müzik türü rap ile tanışmaları ve Türkçe rap'ın doğuşu da aynı yıllara tekabül edecekti.
Hip hop'un geçmişine baktığımızda, Almanya'daki Türk gençlerinin neden kendilerini bu tarzla özdeşleştirdiklerini daha iyi anlayabiliriz. Hip hop, 1970'lerde Amerika'nın siyahi gettolarında doğan bir yaşama kültürü, sosyolojik ifadesiyle modern kent hayatının içinde oluşan bir alt kültürdü. Hip hop, rap Müzikle birlikte ilerledi, grafiti sanatı ve break dans gibi alanlarla büyüdü ve zamanla modern kapitalist toplum düzeninin üzerine inşa olduğu bütün eşitsizliklerle, haksızlıklarla, yoksulluk ve sömürge düzeniyle bir hesaplaşma kültürü hâline geldi. Rap müzik kültürü ise, 1970'li yıllarda Amerika'ya göç eden Jameikalı Kool Herc ile birlikte doğdu. Önce dj'ler ve mc'ler ortaya çıktı. Ardından gençlerin Afro Amerikan ve Karayip müziklerinin alt yapısını kullanarak üzerine ritmik bir biçimde genellikle dönemin gettolarında yaygın olan İslami söylemler ve özellikle Malcolm X, Muhammed Ali gibi kahramanların söylemleri etrafında şekillenen, toplumsal eleştiri içerikli sözler okumasıyla birlikte rap müzik gelişti.
Rap müzik ve hip hop kültürü 80'lerde bir tür olarak Amerika'da kabul görmeye ve yaygınlaşmaya başlayınca zamanla dünyaya da yayıldı. Almanya'da, Alman diskolarına alınmayan Türk ve diğer etnik kökenli gençler Amerikan diskolarına gitmeye başladılar ve ilk kez buralarda hip hop ve rap müzik kültürüyle tanıştılar. Almanya'daki Türk gençler için, siyahilerin Amerika'da yükselen isyan sesi olan rap müzik ve hip hop kültürü, sığınılacak bir liman gibiydi çünkü hikâye aynı hikâyeydi. Siyahilerin Amerika'da yaşadığı ezilmişlik, yabancılık ve ötekilik hislerini Almanya'da kendi yaşadıklarıyla özdeşleştirdiler. Böylece sokakta yaşadıkları mücadeleyi bir adım öteye taşıyarak, evrensel olan müziğin imkânlarıyla herkese duyurmaya karar verdiler.
Türklerin rap'i ve arabeskle buluşma
Rap müzik ve hip hop kültürü Almanya'nın pek çok bölgesinde yaşayan Türkler arasında dalga dalga yayılıyordu. O bölgelerden biri de Kreuzberg'di. Kreuzberg'de Türkçe rap'ın babası olarak kabul edilen Bülent İpek -sahne adıyla Boe B.- önce 80'lerin sonlarında yaptığı İngilizce rap ile hip hop gençliğinin gönlünü kazandı. Ardından İslamic Force adında bir grup kurdu ve bu grupla birlikte yaptığı şarkılarla Türkçe rap'ın öncü isimlerine ilham oldu. Daha sonra pek çok ismi sokağın karanlığından çekip müzikle tanıştırdı. O isimlerden biri de Killa Hakan'dı. Bu türe yönelmek pek çoğu için yeni bir umut kapısının aralanması demekti çünkü sokak çatışmalarında çok kayıplar vermişler ve sokakların binbir türlü halini yaşamışlar, acısını da çekmişlerdi. Killa, o yollardan rap yoluna nasıl evrildiklerini şöyle anlatıyordu:
"Yollar karanlıktı, karanlıktan kurtulup geldik
Her taraf karışık, karışıkta yaban bir eldik.
Şimdi flowlar yerinde hem de so fresh cool
Gel yanıma yaklaş sokul usul usul
Rap dedik yürüdük kavga karda kışta buzdu
Bizi çekemeyenler önce konuştu sonra sustu"
Onlar, Berlin'de büyüyen rap ustalarından Fuat Ergin'in tabiriyle hayata ikinci, üçüncü, belki de dördüncü sıradan başlayanlardı. Bu sıralamada hep geri planda kalan olmanın hissettirdiklerini müzikle dile getirmek istediler. O müzik ise onları bir efsaneye dönüştürdü. Rap müziğin öncüsü Islamic Force, müzik altyapılarında İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses, Erkin Koray gibi isimlerin şarkılarından "sound"lar kullandı. Türkiye'nin 70'li yıllarının "dolmuş müziği" olarak dışlanan, ötekileştirilen anti-kahramanlarına yani arabesk müziğe de selam yolluyorlardı. Bu tür, daha sonra Türkiye'de de rap ile ilgilenen gecekondu mahallelerinde büyüyen -Yener Çevik gibi- pek çok isme ilham olacaktı. Böylece aslında geçmişten bugüne, Türkiye'den Almanya'ya, oradan yeniden Türkiye'ye "çemberin dışındaki gençlere" hep aynı hikâye aktarılacaktı.
Almanya'da büyüyen Türkçe rap, meyvesini Türkiye'de verdi. Türkiye'de de 90'lı yılların ikinci yarısında Ceza, Sagopa gibi isimler yer altından boy göstermeye başladı. 2000'lere gelindiğinde ise rap müzik ve hip hop kültürü artık resmen tanınmış olacaktı. Almanya'da gurbetçiliğin, dışlanmışlığın, sokak mücadelesinin neferleri rap müzikle birlikte Türkiye'deki gençlerin kahramanı oldu. Önlerine konulan başarı ölçütlerinin hiçbirine uymuyorlardı ama yaşama tutunma çabaları, yok sayıldıkları bir yerde var olduklarının ısrarla altını çizmeleri onların en büyük başarısıydı. Bugün Türkiye'de rap müzik protest bir tavrın yansıması olarak hayat buluyorsa, bu Almanya'da doğan Türkçe rap ile birlikte oldu. Rap müzik ise, serüvenini dünyadaki mazlumların ezilmişlerin ve çemberin dışında kalanların sığındığı liman olarak sürdürmeye ve yeni anti-kahramanlar üretmeye devam edecek gibi görünüyor çünkü "Rap harekettir ve de politiktir" (Ceza, Suspus) Ve bir çokları için hâlâ "Neyim var ki rap'ten gayrı?" (Neyim Var ki?, Ceza, Sagopa Kajmer)