İnsanın benlik duygusu, kişiliği, kimliği, bilgi ve deneyim dağarcığı hafızanın katkısıyla oluşuyor ancak bu çok değerli ve elzem yetinin zihin üzerindeki aşırı hâkimiyeti insanın şimdiyi yaşamasına engel olabiliyor ve insan için ânın farkındalığına ve şehadetine mani olan bir tuzağa dönüşebiliyor.
IV. yüzyılın filozof ve teoloğu Saint Augustin, İtiraflar'ında zamanı şöyle tarif eder: "Üç zaman vardır: Geçmişin şimdiki zamanı, şimdinin şimdiki zamanı ve geleceğin şimdiki zamanı (…) Geçmişin şimdiki zamanı hafızadır (hatıradır), şimdinin şimdiki zamanı doğrudan sezgidir; geleceğin şimdiki zamanı ise beklentidir."
Mistik ve teolojik ekollerin en büyük düşünürlerinden biri sayılan Saint Augustin'in bu önermesi İslâm mutasavvıfları da dâhil birçok farklı mistik geleneğin üzerinde ısrarla durduğu şu gerçeği tarif ediyor aslında: "İnsan zihni; zamanı geçmiş, şimdi ve gelecek diye üç kategoride algılasa da aslında gerçekte var olan sadece ve sadece tek bir andır ve o da şimdidir."
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın; "Yekpare, geniş bir ânın parçalanmaz akışında" mısralarıyla tarif ettiği bu ân, daima var olan, var oluşun yahut yaratılışın bütün boyutlarını, potansiyelini içinde barındıran, ezelden ebede uzanan tekil bir ândır. Sûfilerin, "Dem bu demdir" demeleri boşuna değil. Mutasavvıf ve kelamcıların "ân-ı dâim" dediği şey, tek varlığın ve tevhidin tezahürünü, tecellisini anlatıyor bizlere.
Mistik ekollerin düşünürlerinin yahut irfani gelenek temsilcilerinin tarif etmek istediği bu zamanı, "geçmiş-şimdi-gelecek" diye üç farklı kategoride algılayan zihnin durumu, insanın -gerçekleştiremediği- kapasitesi göz önüne alındığında maruz görülebilir ancak bu durumun hakikatte bir yanılsamadan, kurgudan başka bir şey olmadığını unutmamakta fayda var.
Gerçeklik sadece şimdide yaşanır
Gerçekte insan zihninin yaşadığı ve deneyimlediği tek zaman ve tek anın "şimdi"den ibaret olduğundan bahsettik. Geçmiş ve gelecek ise aslında varlıklarını sadece zihin fonksiyonlarında koruyorlar. Bir zamanlar şimdiki an olarak deneyimlenen "geçmiş" varlığını şimdinin hafızasında hatıra şeklinde birer hayali suret olarak sürdürürken, "gelecek" ise henüz deneyimlenmediği, yaşanmadığı ve görülmediği halde yine düşünce, beklenti, öngörü şeklinde bir hayali suret olarak icat ediliyor zihinlerde.
Geçmiş ve gelecek projeksiyonları insan için kuşkusuz gereklidir ancak içlerinde yaşamı ıskalamak yani şimdiyi, ânı idrakiyle yaşayamamak gibi büyük bir tehlikeyi de barındırırlar. Bu tehlikenin aslında insanların büyük kısmını esir aldığını söylemek sanırım abartı olmaz.
İnsan zihni, zamanı -ikisi vehmî olan- üç kısımda algılama eğilimindedir. Vehmî algılamaların geçmiş ve gelecek zamana dair olduğunu Rahman suresinin 29'uncu ayetinde geçen; "O her ân yeni bir şendedir" (yeni bir işte, yeni bir oluştadır) ifadesindeki "ân" vurgusuyla da anlayabiliriz. Vehmî zaman algısına tutulmak, ânı ıskalatan bir illüzyondur insan için aslında. Bu durumu, şehadeti engelleyen bir "gaflet" durumu olarak da değerlendirebiliriz. Buna yol açan başlıca unsurlar ise; bir gelecek kurgucusu olan vehim ve muhayyile ile geçmişin taşıyıcısı ve kurgucusu olan hafızadır. Vehim, hayal gücü ve hafızanın, insan için çok önemli ve elzem işlevlere sahip olduğu muhakkak, fakat hafıza, insanın dinginliği yakalamasına engel olmasının yanında sürekli bir kaygı, korku, kuruntu, beklenti ya da düşüncelerle dolu bir zihne esir olmasına da neden olabiliyor. Söz konusu bu esaret halinin aynı zamanda şimdide tecelli eden, başından sonuna dek bütün zamanları kapsayan "ân-ı dâim"in farkındalığından insanı uzaklaştıran bir fonksiyona sahip olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Hafıza vehmin hazinesidir
Hayal gücü ve vehim insan nefsinin beklentilerini, umutlarını, isteklerini gelecek üzerinden kurgulayarak zihnin gerçek varlık potansiyelinin bulunduğu şimdiyi idrak etmesini, farkındalığına varmasını perdeler. Hafızanın birikimlerini hayal gücü ve vehimle yeniden kurgulayan insan zihni, benzer bir kaçışı geçmiş üzerinden de gerçekleştirir. Kimi zaman geçmişte her şeyin daha iyi olduğuna yönelik özlemle, kimi zaman ise olumsuz iz bırakmış olayları hatırlayarak hatta unutmayarak acı ve elemlerini bugüne taşıyarak...
İnsan nefsi, geleceğe yönelik kaygı, korku, ümit, beklentilerin yanında geçmişteki lezzetler, mutluluklar, travmalar, hayal kırıklıkları ile kendini hayali olarak tatmin etmeye ya da kurbanlaştırmaya meyyaldir. Zira nefs bu sayede şimdinin sorumluluğundan ve yükünden kaçtığını düşünür. İnsanın bu noktada içine düştüğü gaflet senaryosunun baş aktörlerinden bir tanesi de hafızadır. İşte bu nedenle hafıza denilen ve çok gerekli olan zihinsel yeti aynı zamanda hem insanın en iyi arkadaşı hem de en büyük düşmanı olabilir.
Tüm zaman birimlerini tek bir andan ibaret olarak nitelendiren Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbnül Arabî'nin; "Hafıza vehmin hazinesidir" sözü de hafızanın bu boyutuna işaret ediyor olsa gerek.
Şimdinin oğlu: İbn'ül vakt
Sûfiler, özünün arayışına uygun eylemler içindeki insanı "ibn'ül vakt" yani "vaktin oğlu" olarak nitelendirirler ancak bu, insanın geçmiş ve geleceğin oğlu olduğu anlamına gelmez zira onların berrak idrakinde insanın varlığı ne geçmiş ne de gelecekte değil bizzat şimdiki zamandadır çünkü insan üzerinde hüküm süren ne geçmiş ne de gelecektir. Tolstoy da bunu şu vecizeyle bir başka şekilde ifade eder: "Sakın unutmayın! Önemli olan tek bir an vardır, o da şimdidir. En önemli an şu andır çünkü bir tek ona sözümüz geçer." Sûfinin yani insanın vaktin oğlu oluşu "ânı yaşamak" demektir ancak ânı yaşamak çoğu zaman kastedildiği gibi hazcı bir şekilde anlamdan ve gayeden yoksun, salt lezzet ve zevk peşinde koşmak, geleceği umursamamak değildir. Ânı yaşamak, İslam âlimleri ve mutasavvıflarınca içinde bulunulan halde en elzem ve en uygun olan işi yapmak olarak anlaşılır. Zira sûfinin işi geçmiş ya da gelecekle, yani hafıza, vehim ve hayal gücü ile değil mevcut ân iledir.
Bütün bunlar, hafıza yahut hayal gücünü, geçmiş yahut geleceği dikkate almanın gereksiz olduğu anlamına gelmiyor elbette. Geçmişten ibret ve örnek alınır, bugünkü bilgi birikimini, deneyimi geçmiş belirler; geleceğe yönelik olarak da planlar, hesaplar yapılır, önlem ve tedbir alınır ancak ibn'ül vakt, geçmişin ve geleceğin kendisini belirleyen, güdümleyen, etkileyen, yönlendiren psikolojik bir etken olmasına izin vermez. Böylelikle aslında her biri bizi tamamlayan, geliştiren, sınayan, olgunlaştıran geçmişin acı, elem ve sarsıntılarının şimdiyi gölgeleyen birer duygu olarak bugünde canlanmasına izin vermez. Aynı şekilde geleceğin beklenti, öngörü, umut ve kaygılarının da bugünün idrakini yaşamaktan alıkoymasına engel olur. Kısacası hafızasını doğru kullanan kişi ne geçmişin ne geleceğin kaygı, korku ve kuruntularına esir olur ne de elindeki tek gerçek sermaye olan şimdiki ânı ıskalar. Oysa insanların çoğu için hafıza ve vehim, onları ya sığınak yahut tuzak olarak geçmişe ve geleceğe takıntılı yaşatan birer araçtan öteye gidememektedir.
Özgürleştiren hafıza, tutsaklaştıran hafıza
Geçmişi ve dolayısıyla kolektif hafızası kölelikle iç içe bir toplumu barındıran Guadaluplu bir zamane filozofu olan Jacky Dahomey'in birkaç yıl önce Kölelik Anıtı'nın açılışı dolayısıyla serdettiği görüşleri bireysel ve kolektif hafızanın iki kutuplu işlevi hakkında oldukça fikir verici görünüyor. Şöyle diyor Dahomay: "İki hafıza var: Biri özgürleştiren, diğeri tutsaklaştıran hafıza. Birincisi, geçmiş araştırmalarına ve geleceğe yönelik projelere izin veren mesafe koyucu bir yaklaşımdır. İkincisi ise patolojik nitelikli ve geçmiş ile geleceğin uyuşmazlığından, çatışmasından besleniyor."