Mustafa Akar: Batı karşısında İslamcılığın rolü

Batı karşısında İslamcılığın rolü
Giriş Tarihi: 15.05.2018 17:14 Son Güncelleme: 15.05.2018 17:14
İslamcılık bir siper sanatıdır neredeyse. Batı’nın İslam karşısında aldığı tavra karşı kendini sipere alma biçimidir. İdeolojiden çok duruştur, bakış açısıdır, bir tür savunma hattıdır.

19'uncu yüzyıl içerisinde ortaya çıkan İslamcılık akımı, içinde bulunduğu şartlar itibariyle Batı'ya karşı bir tepki olarak doğdu. Tam da bu sebepten olsa gerek, İslamcılık konusundaki kafa karışıklığının sebebi, İslamcılığın bir ideolojiden çok bir duruş ve düşünüş biçimi olduğunun anlaşılamamasından ileri gelir. Bu anlamda İslamcılık bir siper sanatıdır neredeyse. Batı'nın İslam'a karşı aldığı tavra karşı kendini sipere alma biçimidir. İdeolojiden çok duruştur, bakış açısıdır, bir tür savunma hattıdır.

Türkiye'de "İslamcı" kavramını kullanan ilk kişi, Ziya Gökalp'tir. Gökalp'in 1913'te yazdığı "Üç Cereyan" adlı makalesinde geçer kavram: Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak... Daha sonra Said Halim Paşa da aynı kavramı kullansa da, o zamanlar İslamcılık kavramından korkulmakta, siyasi bir kelime olarak kullanılmaktadır. Çok daha sonraları sosyal hayatla ilgili meseleler konuşulmaya başlandığında karşımıza çıkar İslamcılık. İslam'ın sadece ahiret hayatını ilgilendiren bir din olmadığını, sosyal hayatla ilgili söyleyecek sözü olduğunu anlatmak isteyen Müslümanlar kendilerini İslamcı söylem içinde bulurlar.

İslamcılık İslam'ın bir yorumudur hatta modern anlamda bir yorumdur İslamcılık. Kendini anlatmak ve tanımlamak için her zaman bir kitleye ihtiyacı vardır çünkü bütün tepkileri ve önermeleri din merkezli olan bir akımdır. İslamcılığın parola kelimesi "uyandırmak ve uyarmak"tır desek abartmış olmayız. Evet, İslamcılık uyarmak ister. Her zaman yüksek sesle dillendirdiği "uyarısı" ise tamamen Batılı değerler karşısında aldığı konuma binaen gelişir. Bu anlamıyla İslamcılık bir konum akımı, bir konum teorisidir de. İslamcılık dendiğinde ortaya çıkan kafa karışıklığı İslamcılığın diğer teoriler gibi bir tasavvurunun olmamasından kaynaklanır. Yönelim itibariyle modern, fakat tasavvur itibariyle gelenekçi bir bakış açısına sahiptir. Buna İslamcılığın en keskin paradoksu diyebiliriz. Yine de bu paradoks başka toplum teorilerinde görünen paradokslara benzemez çünkü İslamcılık, gelecek tasavvurunu ana bakış açısı olarak düşünmez. Teorinin ana hedefi geleneği korumak ve kollamak üzerine formüle edildiği için diğer teorilerden onu kalın bir çizgiyle ayırmak gerekir.

Yerli ve milli bir hareket

İslamcılık korur ve kollar dedik ama koruyup kolladığı tabii ki gelenektir. Bu ikili harekette de kendine özgü bir ayırma ve eleme işlemi öngörür. Ya da daha net söylersek İslamcılığın öncelikleri her zaman modern meselelerdir. Diğer meseleleri yani öncelik sıralamasında geriye ittiği meseleleri kendi içindeki farklı dini yönelimlerin tartışmasına bırakır. Bu yanıyla içinde bir sürü farklı meşrebin barınmasına ses çıkarmaz; ses çıkarmadığı gibi onları sadece Sünnilik şemsiyesi altında şekillendirmek ister. Tartıştığı meselelerin ekseni Sünnilik etrafında çeşitlenir, hatta renklenir. Dışarıdan bakıldığında birleşik ve bütün görünse de birbirine zıt İslamcılıklar da vardır.

İslam'ın tarihsel olarak bütün meseleleri İslamcılık'ta içkindir. İsmail Kara'nın Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi'ndeki (Dergâh Yayınları, 2014) şu satırlar önemli: "İslamcılık 19-20'nci yüzyılda İslam'ı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlak, felsefe, siyaset, hukuk, eğitim…) 'yeniden' hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metotla Müslümanları, İslam dünyasını Batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden kurtarmak, medenileştirmek, birleştirmek ve kalkındırmak uğruna yapılan aktivist ve eklektik yönleri baskın siyasi, fikri ve ilmi çalışmaların, arayışların bütününü ihtiva eden bir hareket…"

İslamcılığın meseleleri din eksenli olsa da, hayata bakış açısı ve sosyal meseleleri düşünüş biçimiyle entelektüel bir hareket olduğundan da bahsedebiliriz. Geleneği korusa da onu sürekli tartışan teori, ana bakış açısı olarak her zaman gelenekle sorunlar yaşamıştır. Bu anlamda İslamcı hareketlerin çoğu tarikatlara karşı mesafelidir. Diğer cemaatlere de bakışı bu eksende gelişmiştir. Öte yandan tarikatlar ve cemaatler de İslamcılarla aralarına hep mesafe koymak ya da bu görüntüyü vermek istediler. Fetöcülerin uzun bir zaman İslamcıları eleştirme biçimleri de bu söylem üzerine gelişmişti. İslamcılık Müslümanların modern dünya içindeki sorunlarının siyasi temsil yoluyla çözülebileceğine inanmışken, Fetöcüler özellikle 80'li yıllardan sonra seslerini daha da yükselterek siyasetin "şeytan işi" olduğunu ima etmekten çekinmediler. Zaten zaman içinde gördük ki, Müslümanlara kaşı asıl "şeytanlığı" yapan bizzat kendileriydi. İslamcılık modernlikle olan bütün sorunlarına rağmen hiçbir zaman yerli ve milli olmaktan vazgeçmemiştir.

İslamcılık, dini ve toplumsal meseleler ile siyasi temsil konusunda da bir tartışma halindedir: "Tağuti düzen", "Adil düzen", "tekfir", "İslam'ın ılımlı yorumu", "İslam ve demokrasi", "İslam ve liberalizm", "çok hukukluluk", "Medine Vesikası", "İslam Birliği", "İslam dinarı" vb. İslamcılığın tartıştığı meselelerin ekseni genelde Müslümanların Batı karşısında nasıl bir tavır almaları gerektiği ekseninde birleşir. Modern dile karşı Müslümanların nasıl bir dil geliştirmesi gerektiği gibi meselelerle uğraşır İslamcılık. İslam Birliği düşüncesi çerçevesinde mesela Afgan cihadı ve İran Devrimi, İslamcıları derinden etkilemiştir. Birinde cihat ruhunun yeniden tanımlanması diğerinde de devrimci tutumun ne olduğuna dair pratik bilgiler edinmiştir İslamcılar.

Burada değinmemiz gereken bir diğer mesele de İslamcılığın kaynakları meselesidir. Özellikle 80'li yıllardan sonra ümmet coğrafyasındaki yazarlar ve âlimlerin kitaplarından yapılan çevirilerin hız kazanmasıyla İslamcılığın dili daha sert ve daha kaygılı bir hal almıştır. Bunda belki de Mısır ve Pakistan pratiklerinin etkisi büyüktür. Çünkü oradaki İslamcılık hareketleri kendi milli kurtuluş mücadeleleri içinde şekillendiği için çok daha devrimci ve mücadeleci bir kimlikle kendini kurmuştur. Türkiye'deki etkisi ise farklı İslamcılıkların çıkmasına kapı araladığı için önemlidir. Daha sonra İslamcıların özellikle milli siyaset çerçevesinde ana sağ akıma yaklaşmasıyla bu etki yer yer silinmiş hatta yerlileşmiştir zamanla.

İslamcılık-Batıcılık mücadelesi

İslamcılık-Batıcılık mücadelesi İslamcılık, İslam'ın bütün meselelerinde içkin olsa da öncelikleri itibariyle toplumsal refleks sahibidir dedik. Ve bu refleksini de Batı'nın Müslümanlara dayattığı fikirleri tartışmaya açarak göstermek ister. Gelin öyleyse İslamcılığın temel meselelerini ele alalım. İslamcılığın temel meseleleri, Sadık Albayrak'ın Türkiye'de İslâmcılık Batıcılık Mücadelesi (İz Yayıncılık, 2013) adlı eserinde formüle ettiği gibi şu konu başlıklarından oluşur: Maarif davası, Hıristiyan misyonerliği karşısında Müslümanların rolü, Latin harflerine geçiş meselesi, cumhuriyet inkılapları, hilafetin kaldırılması, mezhep tartışmaları, din ve Diyanet'te reform…

İslamcılığın Batı ile olan mücadelesindeki ana başlıklara başka kavramlar da eklemek mümkün: Cihat, tağut, belam, hicret, biat… Fakat İslamcılığın yönelim açısından önceliği hangi kavramlara yönelttiğini anlamak bakımından bu maddeler önemli. İslamcılığın bir ideolojiden çok bir yönelim, hatta ve hatta Batı karşısında bir refleks ve tepki hareketi olduğunu söylemiştim. Bu tepkinin en ilginç yanı da, bazen farklı yönelimlere sahip insanları verdikleri tepki anlamında bir çatı altında birleştirmesidir. İslamcılığın bugün Batı tarafından "siyasal İslam" olarak kodlanıp, bir terör hareketi olarak tanıtılmaya çalışılmasının altında yatan sebep, hareketin içindeki farklı yönelimlerin bir teori etrafında birleştirilememesinden ileri gelmektedir. Ne tam anlamıyla ideolojidir ne de dini bir eğilim, öte taraftan hem ideolojidir hem de dini bir eğilim. İslamcılık bu topraklarda ortaya çıkan meşru bir hareketken, Batı ve Türkiye içindeki işbirlikçiler tarafından selefî hareketlerle bir tutulmaya çalışılmış, bazı terör odaklarının "tartışmalı söylemleri"nin içine hapsedilme çabasının hedefi olmuştur. Oysa özellikle Türkiye'de Cumhuriyet'in ilanından beri din ve sosyal hayat adına tartışılan her ciddi ve entelektüel meselede İslamcılığın doğrudan ve önemli katkısı bulunmaktadır.

İslamcılığın Türkiye deneyimi üzerine düşünürken, Batı karşıtlığı anlamında verilen bazı tepkilerin de İslamcılık tartışmasına girdiğini, hiç tahmin etmediğimiz isimlerin İslamcı tepkiler verdiğini görebiliriz. Sadık Albayrak'ın Türkiye'de İslamcılık Batıcılık Mücadelesi kitabındaki "Latin Harfleri Meselesi" bölümünde, Cumhuriyet'in ilanından önce gündeme gelen Latin harfleri tartışmasında yapılan bir anketten satırları beraber okuyalım:

"Erkek Muallim Mektebi Müdürü İbrahim Alâeddin Gövsa Bey: 'Kelimelerin imlâsını tesbît eden bir kâmus yapılmazsa yeni harflerin vücuda getireceği anarşi eskileri mumla aratacaktır.'

Uşşakîzâde Halid Ziya (Uşaklıgil): 'Memleketin resmî ve ilmî hayatında Latin harflerinin yeri yoktur. Her iki yazıyı aynı müsamere ile yazıyorsunuz Latince yazı için sarf edeceğiniz zaman, diğerinden çok fazla olacaktır. Bunu hayatınız devamınca yazacağınız yazılar için hesap ederseniz ömrünüzün yazı işinde sarf edeceğiniz zaman, diğerinden çok fazla olacaktır."

Batı karşısında temkinli olmak

İslamcılığın tartıştığı meseleler bu yanıyla dönem aydınının da üzerinde durduğu, tartıştığı meselelerken zamanla sadece İslamcılığın ana yönelimi olarak kalmıştır. Oysa bu tartışmada da görüldüğü gibi İslamcılık Batı'dan gelen her ne ise onun karşısında önce bir tepki olarak dikilir ve onu tartışır. Batı karşısında temkinli olmak İslamcılığın ana düsturu olmuştur.

Batı karşısında temkinli olma fikri, İslamcılığın yerliliğini kazanana kadar verdiği mücadelede bir tür uyaran etkidir desek abartmış olmayız. Mesela 1980 dönemi sonrası İslamcılarının tartıştığı "Darul Harb-Darul İslam" kavramları, İslamcı gençlerin askeri darbe sonrası tedirginliklerini aşması açısından verdikleri son tartışmadır. "Türkiye savaşta mıdır, yoksa Türkiye İslam diyarı mıdır?" sorularına verilen cevaplar her ne kadar farklı İslamcılıkları ortaya çıkarsa da özellikle İsmet Özel'in Türklük vurgusu ve Türkiye'nin İslam diyarı, memleketi olduğunun sürekli altını çizmesiyle İslamcılar, Özel üzerinden yeniden aslî kavramlarına dönüş yapmıştır. Mehmet Akif yeniden okunmaya başlanmış, Necip Fazıl üzerinden yeniden bir yerlilik fikri gündeme gelmiş hatta İdris Küçükömer'den Kemal Tahir'e kadar "İslamcılığın dışındaki İslamcılığa yakın münevverler" bir kez daha keşfedilmiştir. 90 sonrası dönemde İslamcılar entelektüel olarak belki Cemil Meriç'ten aldıkları Batı karşısında dikkatli olmak fikrinin kılavuzluğuyla çıkardıkları dergilerde, yayınladıkları gazetelerde Türk olmak ve Türkiye'de yaşamak fikrini kendi açılarından güncellemiş ve Türkiye'ye ait meselelerde yalnız söz alma önceliğini değil, o söylem biçimini kurma, yenileme, tartışmaları açma ya da noktalama önceliğini ellerine almışlardır.

Bugün Batı tarafından Müslümanların eline tutuşturulmaya çalışılan İslam'a ait meseleler (mezhep tartışmaları gibi) bizzat İslamcılar tarafından geçtiğimiz yıllarda tartışılıp aşılmış meselelerdir. İslamcılık Batı karşısında kendini ve söylemini yeniden kurmuş, bunu da yerli ve milli bir damarın içinde şekillendirmiştir. İslamcılığın Batı karşısında değil ama belki artık Batı'nın İslamcılık karşısında nasıl bir rol oynayacağı önemli hale gelmiştir.

BİZE ULAŞIN