TV söyleşilerinde çok rastlarız hani... Konuğa damdan düşer gibi "neden öyle" veya "Nasıl" diye sorulur. Serbest stil gevezelik etmek veya kitlenip kalmak için birebirdir. Müsaade ederseniz, biz de size benzer bir soru yöneltelim: Batı tam olarak nedir, neresidir?
Malum, bu soru karşısında derhal parmaklar haritaya yönelir; Kuzey Amerika ve Avrupa kıtası işaret edilir. Eh tabii Hıristiyan köklerden, sömürgecilikten, kültürel tarihten ve "aydınlanma"dan da söz edilecektir.
Bazıları da; "Batı, dünyanın hegemonik merkezidir" der, defteri kapatır.
Hepsi doğrudur.
Ama hakikat bunlardan hem biraz eksik hem de fazladır.
Eksiktir çünkü bugün de yaşayıp görüyoruz işte; mesela o coğrafyada yer alan Osmanlı bakiyesi ve Rusya tam anlamıyla "Batı" olamıyor bir türlü; dikişler sürekli atıyor.
Fazlası da var çünkü bugün, yani globalizm çağında artık dünya Batı'dır, Batı dünyadır…
Geriye kalan ne varsa, hızla "etnikleşmek"tedir.
Hegemon damgasını öyle vurmuştur ki, Batı dışı olan ne varsa, farklı bir "hayat" olmaktan çıkıp bir tür "renk" ya da "direniş" olarak kodlanmaktadır.
Yani artık öyle "mutlak düşman" görerek veya Asyacılık falan yaparak işin içinden çıkamayız. Batı karşısında aşk-nefret tahterevallisi de başımızı döndürmekten öteye gitmez. Durum çok daha ciddidir. Sükûnetle ilerlemeyi gerektirir.
Dünyanın başına neyin geldiğini anlamak için en iyi yollardan biri Ahmet Haşim'in "Müslüman Saati" başlıklı o muhteşem yazısıdır.
Ne diyordu orada Haşim? "Şimdi heyhat, eski 'saat'le beraber akşam da, fecir de bitti. Birçoklarımız için fecir, artık gecedir… Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık. Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor."
Dünyanın başına gelen budur.
Batı'nın bir "yüzü" var. Gülümseyen, özgüvenli, çalışkan bir yüz… Muktedir, kibirli, prensip sahibi ama barışçıl bir ifade… Popüler kültür bize böyle bir "Batılı" yüzü çiziyor. Gerçek nasıl?
Ben susayım, Umberto Eco konuşsun…
Ölümüne yakın bir zamanda yapılan röportajda İtalyan düşünür şöyle diyordu: "Biz İtalyanlar, Almanlar, Fransızlar, İspanyollar ve İngilizler tarih boyunca birbirimizi boğazladık. Topu topu 70 yıldır rahat oturuyoruz ve bunun ne kadar sıra dışı bir şey olduğunu henüz fark etmiş değiliz."
Düşünün, nasıl bir kültürel beyin yıkamaysa, adamlar yüzyıllardır barış içinde yaşadıklarını sanıyorlar. İki büyük savaşı dünyanın başına bela ettiklerini bile unuttular.
Sanki hepsi Hollywood senaristlerinin uydurması.
Alın bir Batılı çocuğu ve II. Dünya Savaşı'nda korkunç bir bombalama örneği vermesini isteyin…
Aklı uzaklara, Hiroşima'ya falan gidecek ve hep bir gizem halesi altında kalan nükleer bombadan söz edecektir. Eh, kim bilecek müttefik savaş uçaklarının Dresden'i Şubat 1945'te iki gün boyunca aralıksız bombalayıp kadın, çocuk dinlemeden 135 bin insanı öldürdüklerini? Eco doğrudan Avrupalılara sesleniyor ama bir de globalizm kurbanı toplumlara sorun; cevaplar iyice acıklı hal alacak, size "insancıl kültürün ve barışın yurdu olarak Avrupa"dan söz edenler olacaktır.
İşe bakın ki, "Ortadoğu Bataklığı"nı herkes neredeyse öyle yaratılıp yeryüzüne indirilmiş bir bölge olarak görür.
Anlayacağınız, Avrupa'nın anlattığınız yüzü bir maskedir. Arkasında hilekâr ve zorba efendiyi saklayan şık bir maske…
Batı'dan konuşurken, ister istemez akla rahmetli Attila İlhan'ın Hangi Batı'sı geliyor. Resmi ideolojinin kalıplarını zorlamış bir kitaptı. Hatta belki bu yüzden görmezden gelindiği dahi söylenebilir. İlhan'ın Batı yorumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sömürgecilik meselesi bir tarafa bırakılacak olursa, Attila İlhan'ı Batı'nın ne olduğundan çok bizim Batılılaşma çabamız ilgilendirdi. Nokta dergisinin danışmanlığını yaptığı dönemde rahmetliyle bu konuda çok sohbet etmiştik. O sohbetlerdeki itirazlarımı hâlâ saklı tutuyorum. İlhan, cumhuriyet aydınlarının Mustafa Kemal'in "uluslaşma" hedefini kavrayamadığını ve kolay yolu tercih edip Osmanlı Batılılaşmasını taklit ettiklerini iddia ediyordu. Falih Rıfkı gibilerin Hıristiyan Avrupa'ya duydukları hayranlığın ve Müslüman Bosna'ya bakışlarındaki yabancılığın rolünü kitapta çok güzel anlatıyordu. Tabii o zamanlar maalesef hafife aldığım "komprador aydın" tipinin bugün ciddiyetle yeniden ele alınmasında da yarar görüyorum.