Vaktiyle ehl-i tarik kimseler tarafından rehberlik edilen ruhlar günümüzde yaşam koçlarının tavsiyeleriyle ayakta durmaya çalışıyor, fakat tutundukları dal ağırlıklarını taşıyamayacak kadar zayıf. Tasavvufu kendilerine bir malzeme olarak kullanıp ceplerini doldurmaya çalışan modern şeyhler, kendilerine akıl danışıp gönül bağlayan Louis Vuitton çantalı müritlerinin yaşamlarını bilerek ya da bilmeyerek tarumar ediyor.
Henüz ikinci sınıf talebesiyim ve okula gitmek büyük bir zulüm benim için. Bahçedeki Atatürk büstünün omuzlarına çıkıp alt komşumuz Müdür Yardımcısı Nusret Bey tarafından ağzım burnum kanatılarak indirildiğim günden beri böyle hissediyorum. Yine o günlerde mayıs sıcağından bunalmış bir halde yere çöküp elimdeki suyu üç yudumda içtiğimi ve bunu gören öğretmenimin 'kalk yerden, köylüler gibi su içme' dediğini hatırlıyorum. O gün suluğumu okulda unutup koşa koşa eve gittim ve babamın yanında 'biz köylü değiliz, biz köylü değiliz' diye uzun uzun ağladım. Babama, dedemden miras kalan yolu ve o yolun gerekliliklerini ilk kez o gün dinledim ve anlamaya çalıştım.
İrşad; Rab ile tanışık olmayan ruhları onunla tanıştırmak, Rabbi ile tanışık olan ruhların onunla münasebetini derinleştirip yükseltmek; Allah'ı kullarına, kullarını da Allah'a sevdirmektir. Potansiyel olarak insan kabiliyetine sahip olan kulları, fiilen insan haline yani insan-ı kâmile yaklaştırmak; yaratılmışların şer kabiliyetini hayır kabiliyetine çevirip şeytan ve onun temsil ettiği kötülükleri bertaraf etmek; insanı iyiliğe, ibadete, güzel ahlâka, salih amele, istikamete hasılı Rabbin rızasına yöneltmektir.
Nuruyla doğru yolu gösteren, irşad eden rehber kişiye mürşid, mürşide bağlı talebeye de mürid denir. Allah'ın 99 güzel isminden biri olan er-Reşîd, mürşid anlamını taşır çünkü gerçek manada hak ve doğru yolu gösteren, sonsuz rahmet sahibi Allahu Teâlâ'dır, insan sadece yol gösterici bir işarettir.
Meşhur hikâyedir, Mevlana, müridin yetişmesinde mürşidin rolünü tarif etmek için papağana nasıl konuşma öğretildiğini anlatır. Hikâyeye göre papağana konuşma öğretmek için karşısına bir ayna konulur, aynanın arkasında bir adam her gün güzel sözler söyler. Papağan ise aynaya bakıp bu sözleri hemcinsinin söylediğini düşünür. Hemcinsiyle iletişim kurabilmek için o da aynı sesleri çıkarmaya başlar ve böylece konuşmayı öğrenir. İşte, insana hak ve hakikati öğretmenin yolu da hemcinsi olan varlıkları bu işe aracı kılmaktan geçer. Özetle; mürşid, mürid için hak ve hakikati göstermeye yarayan bir aynadır, hak ve hakikatin kendisi değildir.
Bizi bir yapan şeyler
İnsan, yaradılış gereği kendi noksanını görmeye ve bunları düzeltmeye pek müsait değildir. Bunun için hayat yolculuğunda kendisine bir rehber gerekir. Sadece okumak ve dinlemekle kişinin öğrenemeyeceği birçok önemli konunun tecrübeli bir üstadın gözetimi altında pratik olarak uygulanması faydalı, hatta gereklidir. Bâyezîd el-Bistamî'nin: "Üstadı olmayanın şeyhi şeytandır" sözünü bu açıdan da değerlendirmek gerekir.
Tasavvuf kültürünün bir nakış gibi zihinlere işlendiği tekkeler; ekonomi, sosyoloji ve psikoloji gibi birçok sahanın güvencesi ve tertipleyicisi olmuştur her zaman. Tekkeler derin bir üniversitedir, kişinin; eşine ve çocuklarına nasıl davranacağı, büyüklerinin yanında nasıl hareket edeceği, ilmini ne yönde sürdüreceği, ticaret yaparken nelere dikkat edeceği, topluluklarda nasıl hareket edeceği, nasıl besleneceği, nasıl su içeceği, üzüntülü zamanlarında neler yapacağı, boş vakitlerini nasıl değerlendireceği gibi birçok konuda rehberlik etmiştir.
Bu derin üniversitelere karşı amansız bir savaşa girişen rejim, insanları benliklerinin karanlık hapishanelerine mahkum etti. Vaktiyle topluma yön tayin eden insanlar bir anda devletin en büyük düşmanı haline geldi ve köklü bir geleneğin ruhu siyasiler tarafından suikaste kurban edilmek istendi.
Benliğin yükselişi
Kuzey Amerika'nın şişirilmiş kişisel gelişim kitaplarından türeyen kişisel gelişim ve pozitif düşünce, bir çeşit Yeniçağ dini haline geldi. 'Her ne şartta olursa olsun pozitif düşün, ilerle' ve 'her ne olursa olsun önemli olan benliğindir' mottosuyla dünyanın damarlarında gezinen bu zehirli düşünce tarzı her geçen gün insanları uçuruma biraz daha yaklaştırmaktadır.
Normatif ve abartılı bir anlam yüklenen pozitif düşünce, zihinleri temelsiz bilişlerle doldurup bizi güdümlü robotlara çevirir. 'Pozitif değilsen hiçsin, mutsuzsan zaten hayatın tadını alamazsın ve kendini geliştiremezsin, kendini geliştiremiyorsun çünkü benliğin zayıf' gibi yargılar etrafımızı kuşatmış vaziyette. Bu yanlış varsayımları düzeltme amacıyla ortaya çıkan ve birçok terapist tarafından kullanılan 'Kabul Etme ve Başa Çıkma Terapisi' her zaman pozitif düşünüp mutlu olamamanın normal bir durum olduğunu ve olumsuz düşünmenin her zaman bir hastalık olmadığını savunur. Bu terapi tekniğine göre olumsuz düşünmek, aslında var oluşumuzu devam ettirebilmek için yapmamız gereken önemli düşünsel faaliyetlerden biridir. Özellikle, hiçbir koşulda düzelme imkânı olmayan ve bize acı çektiren olayları kabul etmek, bunları reddetmek ve hayali bir mutluluk oluşturmaktan çok daha faydalı bir çaba olacaktır.
Mutluluk Tuzağı (The Happiness Trap) adlı kitabıyla tanıdığımız terapist Russ Harris'e göre mutluluğu ve iç huzuru yakalamak için yapmamız gerektiğini sandığımız şeylerin birçoğu aldatıcıdır, 'duygu ve düşüncelerimizi kontrol etmemiz gerekir' cümlesi bu aldatmaların başında gelir. Bencilliği ve öz çıkarları birincil hedef yapan Pop-Psikolojinin de etkisiyle son yıllarda sayıları giderek artan ve altyapısı genellikle belirsiz olan yaşam koçları bu aldatmacaları süsleyerek önümüze bir 'yol' olarak sunar; kişisel gelişim ve kişisel yardım teknikleri sayesinde istediğimiz zaman ne hissedeceğimizi ve ne düşüneceğimizi belirleyebileceğimizi dikte ederler. Oysaki bu hiçbir zaman bütünüyle gerçekleşmeyecek bir amaçtır. Ne hissedeceğimizi, ne düşüneceğimizi her zaman belirleyemeyiz. Bu şekilde mekanik bir yaşantıya programlanmadığımız için, bu kompulsif tepkiler bizde başarısızlık duyguları uyandıracak ve bizi endişelendirecektir. Yani mutlu olmaya çalışırken kendimizi fark etmeden daha büyük hüzünlere ve anksiyetelere atmış olacağız.
Yaşam koçlarına göre asıl sorun sizin duygularınızı yönetme tarzınızdadır. Giderek artan kalpsizlik, işsizlik, az kazanç ve ahlâksızlık normal karşılanırken, kişinin bu olaylara verdiği tepkiler anormal olarak değerlendirilmektedir. Mevcut sistemi sorgulamanız, dışarıdaki sorunlar üzerine kafa yorup çözümler üretmeniz yerine kendi içinize dönmeniz ve pasifize olmuş bir şekilde kendinizi sorgulamanız beklenir. Tüm bunların toplamında artık bozuk yaşamları değil, bozuk psikolojileri konuşur hale geliyoruz.
Nefs atına bindim
Günümüz piyasasında iki tür yaşam koçu mevcut; birincisi, tasavvuf deryasından haberi olup buradan devşirdiği fikirlerle insanlara hizmet verdiğini ileri sürenler, ikincisi ise maneviyata düşmanlık edip bütünüyle Amerikan menşeili kişisel gelişim kitaplarının kölesi olanlar.
İlk gruba giren ve Nur Terapisi yaptığını söyleyen ünlü bir muhteremin internet sitesinde şöyle yazıyor: "Ben sizi yeni bir şeyle tanıştırmıyorum, sadece unuttuğunuz kendi özünüz ile tekrar buluşmanıza vesile oluyorum" ve ekliyor: "Mutsuz insan yoktur, mutlu olacağına inanmayan insanlar vardır ve insanları yorgun kılan yaşam değil, taşıdıkları maskeleridir." Bir yazısında psikologları ruh ticareti, diyetisyenleri beden ticareti yapmakla suçlayan bu kişi ünlü olduktan sonra seans ücretlerini 900 liradan 450 liraya düşürdüğünü de belirtiyor. Dilinden, mübarek Allah kelamını, tasavvufu, Müslümanlara hayrı ve yardımı düşürmeyen yaşam koçuna Mevlâna Hazretleri'nden bir hatırlatmada bulunalım: "Biz kimseden tedavi ücreti, emek karşılığı bir şey istemeyiz; bizim ücretimiz Hakk'tan gelir, bu da bize yeter".
Benlikten yüce bir otorite tanımayan, geleneksel ahlâk ve geleneği yok etmeye niyetli ikinci tür yaşam koçlarından bir tanesinin internet sitesinde aynen şu ifadeler mevcut: "Önceliğimiz; kendimizden hariç başkaları ve başka şeyler oldu. Kendimizi unuttuk, kendimizi boş verdik. Oysa; yaşam amacımız sadece mutlu olmak, tatmin olmaktır." Hedonizmin zirvesindeki bu yaşam koçu için derin bir psikoterapi şart gibi duruyor. Bir insanın yaşam amacını salt mutluluk ve nefs tatmini üzerine kurması düpedüz ruhsal bir sıkıntıya işaret etmektedir. Bunun bir aşama sonrası; doğru/yanlış, iyi/kötü gibi kavramların nesnelleştirilebilir bir ölçütünün olmaması ve ahlâkın, benliğin emrine girmesi fikridir. Buradaki amaç kişiyi sağlıklı, mutlu ve uyumlu kılmak adına doğru ve yanlışları görmezden gelmek ve eğer kişinin kendini ifade etmesine engelse ahlâkı yok saymaktır. Kemal Sayar'ın ifadesiyle; "Modern toplumda sağlam, üzerinde anlaşılmış değerler bulmak zordur. Değerler, sorumluluklardan haklara doğru bir dönüşüm göstermiş, ahlâki ödevler yasallıkla yer değiştirmiştir. Şüphesiz ki bunun müsebbibi her geçen gün şişirilen ve yalnızlaştırılan benliklerimizdir."
Ne yiyeceğinize, ne içeceğinize, ne giyeceğinize, kiminle nerede ne zaman görüşeceğinize kısacası hayatınıza tümüyle dâhil olup 24 saatinize hükmetmeye çalışan yaşam koçları kapitalist sistemin bekçilerindendir. Kendi benliğinizi bulmak, kişiliğinizi tanımak, duygularınızı kontrol etmek, iç huzuru yakalamak gibi müphem ifadelerle aslında; başkalarını ezerek yükselmeyi, nefsinizin idaresi altına girmeyi, güçlü olanın ayakta kalacağını ve tek doğrunun siz olduğunu zihinlere nakşeder.
Vaktiyle ehl-i tarik kimseler tarafından rehberlik edilen ruhlar günümüzde yaşam koçlarının tavsiyeleriyle ayakta durmaya çalışmakta, fakat tutundukları dal ağırlıklarını taşıyamayacak kadar zayıf. Tasavvufu (haşa) kendilerine bir malzeme olarak kullanıp ceplerini doldurmaya çalışan modern şeyhler, kendilerine akıl danışıp gönül bağlayan Louis Vuitton çantalı müridlerinin yaşamlarını bilerek ya da bilmeyerek tarumar etmekte.
Benlikleriyle ve duygularıyla aklını yitirmiş modern insana son söz olarak bir hatırlatmada bulunalım: Hayat; kul olmak ve af dilemek için bize ayrılan süredir ve nihayetinde insan, Rabbiyle barışmadan kendiyle barışamaz.