Güven Adıgüzel: Aşka karşı tezler: Müptelanın anlam arayışı

Aşka karşı tezler: Müptelanın anlam arayışı
Giriş Tarihi: 2.2.2016 14:47 Son Güncelleme: 2.2.2016 15:00
Güven Adıgüzel SAYI:21Şubat 2016
Bağlanmanın şiddetine, bağımlılık trajedisine, meftunluğun içindeki müptelalığa, ölümcül tutkunluğa ve üzümsüz sarhoşluğa dair bir şeyler söylemenin sınırlayıcı bir tarafı var. Ne söylesek insan ruhunun o tanıdık çeperlerine takılacakmış gibi sanki. Platon'a göre 'aşk' insan ile tanrı arasındaki bir elçidir. Boyutlar arası anlamlar taşıyan önemli bir elçi. Dünyevilik ve uhrevilik arasında açılmış bir söz koridoru, bir aziz köprü ya da birleştirici, uzun bir yol. Aşk'ın 'varlığıyla' elçilik vazifesi yürütmesi, yani beşeri olanın ilahi olanla arasındaki arayışın temsili olması, ya da diğer bir ifadeyle bir iletişim çeşidi olarak tanımlanması olağan bir hal midir? Bunu mümkün sayabiliriz, yani en azından başlangıç olarak ruhlar arası bir iletişimden söz edebilmek mümkün. Doğası gereği 'arızalı bir iletişim' ihtimali yüksek olsa da, durum böyle. Aslında bunların hepsinden daha fazlasını kapsamaya yetecek kadar güçlü bir duygu aşk. Güçlü, sakin, derin ve şiddetli. Eros'un oklarını anlaşılır bulabiliriz, aşkla dengeyi sağlamak mümkün. İnsanın dengesini bozarak, o büyük dengeye ram olmak da. İnsan sırrına aşk ile erer.

Aşk son tahlilde bir vecd halidir, bu hal ile dile geldiğinde akıl karıncalanır, ritim yükselir ve gökyüzü hemen kanımıza karışır. Coşku ve heyecan, bitimsiz ve konsantre bir alana doğru hapsolur. İşte âşık hep tam burada kaybolur. Leyla faslını tercüme etmek için ideal bir adrestir bu nokta. Aşk bir boyun eğme biçimidir. Bir parça karanlık da barındırır içinde. İnsan, sesinin duyulmadığı dipsiz bir kuyuya düşmek istemez, ama nedense sürekli o kuyudan aşağıya doğru bakmak ister, gem vurulamaz bir arzudur bu. Kuyunun insanı içine çekmesi bir mutlu son değilse bile, beklenen sondur.

İlahiyatçı İlhami Güler'in "Aşk haramdır açıkça söylüyorum, her türlüsü haramdır hem de, beşerisi de, ilahisi de" şeklindeki ifadeleri oldukça tartışma yaratmıştı. Güler'in, sarhoşluk haline atıfla yapmış olduğu bu bilinç dışılığın reddi meselesi kadim bir tartışma aslında. İradi olmayanın kutsanması insani değildir çünkü. Aşırılık aklı aşar. Aşk da 'zihnin geçici süreliğine tutulması' olarak tasvir edildiği ve şiddetli bir sarhoşluk içerdiği için bu anlamda 'makbul' sayılmaz. Rasyonel bir tekliftir bu, kabul edilmesi güç olsa da.

Bağlanmanın şiddetine, bağımlılık trajedisine, meftunluğun içindeki müptelalığa, ölümcül tutkunluğa ve üzümsüz sarhoşluğa dair bir şeyler söylemenin sınırlayıcı bir tarafı var. Ne söylesek insan ruhunun o tanıdık çeperlerine takılacakmış gibi sanki. Bu sınırları Prof. Dr. Ahmet Çelikol şöyle tasvir ediyor mesela; "Aşkın başlıca üç bileşeni, ruhsal, tensel ve toplumsal uyuşma yeterliyse aşkın süresi, bir insan ömrü süresine ulaşmış olur. Bu durumda, aşk ölümsüzlüğe ulaşmış demektir ve bu bir şans meselesidir. Aşk, küçümsenecek bir duygu değildir ve elbette riskleri de barındırır. Aşkın bir biyokimyası olduğuna göre, hastalığı da vardır ve aşk hastalığının hekimlikteki adı, ilişki bağımlılığıdır."

Attila İlhan'ın o meşhur "Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur" dizesindeki ürpertici esintiyi ilk sezinlediğimde, İlhan'ın birçok filozof ve psikanalistten daha cesur ve daha insana dair bir şeyler söylediğini fark etmiştim. Rezilce bir korkuyla birlikte yürür aşk, bir uçurum kıyısında uyur-uyanır gibi. Dört bir yanı aynı anda ve aynı şiddetle sarar/sarsar. Arapça 'aşaka' kelimesinden türetilen ve etimolojisi itibariyle 'niyetini' en baştan açık eden bir mefhumdur aşk. Aşeka sarmaşık demektir, aşk da aynı anlama açılır. Âşıklar bunu bilir ve kimi zaman rezilce korkuludur. Kapılarda asılı kalır sureti.

Bekir'in başını eğip usul usul yürümesi üzerine

Zeki Demirkubuz, 1997 yılında çektiği Masumiyet filminin Beckettvari finalinden, yani o ağır ve büyük yenilgiden başa sararak geldiği 2006 yapımı Kader isimli sert hikâyesinde, Vildan Atasever ve Ufuk Bayraktar'ın büyük bir başarıyla canlandırdığı Bekir ile Uğur karakterlerinin 'karşılaşma' anına götürür bizi. Kader filmini, İzmir'de, filmin çekildiği Basmane semtine yakın bir sinema salonunda -mekânın ruhunu hissederek- tek başıma izlemiştim. Film bitmiş, jenerik akışı hızlanmış, insanlar salonu boşaltmaya başlamışlardı, ben etrafta olanlara hiç aldırış etmeden koltukta adeta çakılı vaziyette birkaç dakika öylece kalakalmıştım, hiç unutamam o anı. Hem finali hem de filmin genel duygusu çok çarpıcıydı. Kader'i 'büyük film' yapan etkenlerden biri ve en önemlisi de buydu galiba; her şey fena halde sahiciydi. Bekir'in felaketini çağırması da öyle.

Demirkubuz'un yakından tanık olduğu yaşanmış bir hikâyenin perdeye yansıyan tutkulu izdüşümü olan Kader, sonunu bildiğimiz/izlediğimiz bir hikâyenin (Masumiyet) başlangıcıydı. Bekir'in arızalı aşkı, ölümüne saplantısı ve geri planda pek görünmeyen büyük yalnızlığı, toplumsal ortalamaya göre dayatılmış 'doğru' bir hayatı reddederek kendi tutkularının peşine düşmüş bir adamın resmiydi. Bekir, Uğur'a gönlünü kaptırmıştı, belki de tek mesele buydu. Ama çok katmanlı hikâye yapısı; Bekir'in geride bıraktığı kurbanlarını (eşi-ailesi-çocukları), Uğur'un Zagor'a karşı hissiyatını ve Bekir'in iradi tükenişini de konuşmak zorunda olduğumuzu hatırlatıyordu bize. Bekir sahibi olduğu halıcı dükkânına gelen cazibeli bir kızın sarı saçlarına bağladığı hayatının hesabını vermeye pek yanaşmıyor, ödediği 'bedel' ailesinin münasip bulduğu çürük yaşantısında ortaya çıkan Uğur isminde bir yangın çünkü. İptila kibritini çakarak, kendi hayatını kasten kundaklamıştı belki de. Kim bilir? Bütün olmazları sırtlayıp, bütün ihtimalleri reddedip, bütün acılara peşinen razı olarak Uğur'un mumdan kayığına binmişti bir kere. Şimdi, kor ateşten deniz olsa ne söyleyebilir ki ona zaten? Teslim olmaya bu kadar hazırken yani.

Bekir, daha en başından beri kendisi adına büyük bir tükenişin başladığının farkındadır ama hayatına sürekli manşet yaptığı bu haberden vazgeçmek olası bile değildir, söz konusu edilemezliği belirleyicidir. Uğur'un -inandığı yegâne gerçek olarak- kutsanmışlığı, kendini bu hikâyenin 'kurban'ı olarak kodlaması için yeterli bir sebeptir Bekir için. O bir 'kurbandır' ama gönüllü, mecbur bir kurban. 'Sensiz olmuyor ne yapayım' cümlesinde ikamet eden ideal bir kurban. Uğur'a olan aşkı, bütün imkânsızlığına ve her şeye rağmen yüksek seslidir. Bekir'in içindeki çığlıklarla Uğur'un içindeki çığlıklar film boyunca sürekli konuşurlar. Uğur'un asıl bağımlılığı aslında Zagor lakaplı bir suç makinesinedir. Zagor cezaevi değiştirdikçe Uğur peşine düşer, Bekir de Uğur'un peşindedir, birlikte diyar diyar gezerler. Uğur Zagor'a yangın, Bekir Uğur'a müptela. Çapraz çelişkili garip bir iptila.

Aşk bütün mümkünleri doğurur


Psikanalist Erich Fromm'a göre inanç insanın varoluşunun bir koşuludur. Fromm bu sebeple, inancın sevgiyle olan ilişkisi açısından bunun anlamını; kişinin kendi sevgisine olan inancı, başkalarında sevgi yaratabilme ve bu sevginin geçerliliği üzerine kurmuştur. Aşk bütün mümkünleri doğurur ve görünen-görünmeyen, umulan-umulmayan eksiklikleri de varlığıyla 'tam' eyler. Sır ve görünen'dir, zayıflık ve ıstıraptır. Fırtına ve aydınlıktır. Uzaklaşma ve müptelalıktır. Bekir'in, kendi hayatını ve geride bıraktığı her şeyi hiçe sayarak Uğur'un ardından sürüklenişini, kabullendiği ağır meselelerle birlikte okumak gerekir. Uğur'un Zagor'a olan aşkı ve mütemadiyen bedenini satması gibi tatsız durumlar Bekir için bir travma unsuru değil, asıl travma kalbinde çünkü.

Sartre şöyle der; "Aşk; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çaba, çünkü insan kendi bilincine mahkûmdur." İnsanın tüm benliğini ele geçirecek/ruhunu zehirleyecek türde bir platonik aşk, teslimiyet, tutku ve bağımlılıkla örülmüş yanık bir koza. Ve orada bir film sahnesinin kapı aralığında hayatlarına çoktan razı iki müptela. Kader gayrete âşıktır, derler. Film olan Kader ise bize sorduğu sorularına âşık sanki. Bekir iradi tercihini, zayıflığı/güçsüzlüğü/görünmez pişmanlığı üzerinden 'anlamaya' hiç yanaşmadığı için 'kader' tek bir cevap olarak kalıyor elimizde. Hastalığını seven bir hastanın psikolojisi gibi, onu iyi edecek olan şeyin hastalığın bizzat kendisi olduğuna inanma eşiği. Bu eşiği aştıktan sonrası zaten upuzun bir şiir.

Metin Erksan'ın iki filmini odağımıza alarak meseleyi açacak olursak eğer; söz gelimi Kuyu'daki saplantı 'zorla sahip olma' üzerine kuruluydu. Sevmek Zamanı filmindeyse 'surete âşık olma' meselesine derin bir çentik atılarak 'sahip olamama' korkusunun altı çizilmişti. Kader'deki mesele ise çok başka. Hayatındaki tek anlama (seçmesine izin verilen) 'sahip çıkan' bir müptela var bu kez karşımızda ve seyirci Bekir'e karşı oldukça toleranslı. Kızma duygusu finale doğru çok kolay 'saygı duyma'ya evrilebiliyor ya da 'acıma'dan 'anlamaya' doğru bir duygu akışına rastlamak gayet olağan mesela.

Aşkın bir anlam arayışı olup olmadığı meselesi kadim bir tartışma. Nedir o zaman bu iptila, müptelalara selam olsun diyecek miyiz? Kader filmini izleyen herkesin kafasında -Bekir'in o sert, kırılgan ses tonuyla- dönüp duran şu kabulleniş tiradına ne demeli; "Geçen gece çocuk hastaydı. İlacı bitmiş, almak için dışarı çıktım. Sağa sola saldırıp nöbetçi eczane arıyoruz. Birden durup dururken içim cız etti. Bir baktım gene aynı karın ağrısı. Öyle özlemişim ki seni. Dönerken bir meyhane gördüm. Bir tek içeri girdiğimi hatırlıyorum, bir de rakıya yumulduğumu. Arkasından en az dört cigaralık… Sonra gözümü bir açtım karşıdan karlı dağlar geçiyor. Bir daha açtım başımda bir çocuk: "Kalk abi" diyor, "Kars'a geldik." Otobüsten indim, yürümeye başladım. Dedim, Allah'ım neredeyim ben? Burası neresi? Sonra güç bela burayı buldum. Kapının önünde durup düşündüm. Dedim Bekir, bu kapı ahiret kapısı. Burası sırat köprüsü. Bu sefer de geçersen bir daha geri dönemezsin. İyi düşün dedim. Düşündüm, düşündüm… Ama olmadı, dönemedim. Sonra, bak oğlum dedim kendi kendime. Yolu yok çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Yol belli, eğ başını usul usul yürü şimdi."

Cesare Pavese'nin şu sözünü çok sever ve dikkate değer bulurum; "İnsan kendini bir kadına duyduğu aşk yüzünden öldürmez. Aşk bizi tüm çıplaklığımız, sefilliğimiz, düşkünlüğümüz ve hiçliğimizle açığa vurduğu için öldürür." Velhasıl; "Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur ve insan bir akşamüstü ansızın yorulur."
BİZE ULAŞIN