Lacivert sokakta
Beşiktaş'ın arka sokaklarından Taksim'e kadar uzanıyoruz. Taksim Meydanı'nın belki de en çok yer değiştiren esnafı çiçekçilerdir. Öte yandan, meydana da garip bir güzellik katarlar. Öbek öbek dizilirler ve hiç çiçek almasanız bile yanlarından geçerken, bir karanfilin ya da gülün kokusundan mutlu olarak yürüyüp gidersiniz.
Sokağın insanları Taksim'de yalnızca bir renk değil, sokağın mobilyası gibidirler. Kestaneciler, sokak şarkıcıları ve köşe başlarında dilenen insanlar da buna dâhil. Onlardan birisi eksik olsa, o renk epey bozulur.
Çaycı Mustafa Amca: "Herkes gitti, cinslik bana kaldı"
Galatasaray Lisesi'ni geçerken aklımıza Mustafa Amca'ya uğramak geliyor. Mustafa Amca'nın çay ocağı şimdilerde Taksim'in en çok rağbet gören mekânlarından birisi. Önceleri yazarların, ressamların ve müzisyenlerin uğrak yeri olan Danişment Geçidi'ndeki çay ocağı artık her kesimden gencin de uğrak yeri oldu. Bir çay molası vermek için uğradığımız çay ocağında Mustafa Amca'yı elinde tepsi ile buluyoruz her zamanki gibi. Bir boşluk bulup başlıyoruz sohbete:
"Buraya gelenler eşini dostunu getirdiler önce. Talebeler mesela. Sabahtan derse girerken uğrar, akşam da dersten çıkınca. Öyle bir alışkanlık oluştu zamanla. Galatasaray, İtalyan Lisesi ve çevredeki okullarla işyerlerinin de uğrak yeri oldu."
Mustafa Amca İstanbul'a ilk geldiğinde fırıncılık yapmış. Çayevini 1985'te açmış. 95 yılına kadar çay ocağının çevresinde çok dükkân yokmuş. Çevredeki esnafa hizmet etmiş önce. Sonra zamanla çay ocağı büyümüş. İstiklal Caddesi'ne gelenlerin uğrak yerlerinin başında gelen çay bahçesine gençler 'Mustafa Amca Jean's' adını takmışlar. Şöyle anlatıyor Mustafa Amca mekânın tarihini: "Buranın gerçek ismi Hazzopulo Pasajı. Sonradan belediye geçidin ismini değiştirerek Danişment Geçidi koydu. Buraya gelip giden Yeşim isimli bir kızımız vardı. Logomuzu da o tasarladı. Logoyu tasarlarken jeans diye yazmış. Biz de ortamın sıcaklığından dolayı gelene gidene 'merhaba cins' deyip durduk. İsim öyle kaldı. Espri yaparken gerçeğe dönüştü. Yani herkes gitti cinslik bana kaldı."
Geçidin bittiği yerde bir kilise mevcut. Kilisenin önündeki merdivenler de gençlerle dolup taşıyor. Mustafa Amca, bazı gençlerin çay ocağından çok o merdivene oturduğunu, merdivenin de geçide ayrı bir hava kattığını söylüyor. Mustafa Amca Jean's bir cinslik yaparak çevresindeki kahve zincirlerine direnmeye devam ediyor.
Taksim'den Galata'ya inerken, bu semtin en güzel 'uyuyanı' Şeyh Galip Dede'ye yani Galata Mevlevihanesi'ne uğrayıp, âriflere bir dua okumak geldi içimizden. Hâmûşan'a da uğradık. Bu sessizler beldesine geldiğimde hep düşünürüm; şimdi, şu anda bile, burada kim ölü, kim sağ, bilinmez.
Kalemci Murat Usta: "Üretimden kalkmış kalemlerin uzmanıyım"
Karaköy'den yürüyüp köprüyü geçtikten sonra Sirkeci'ye geldiğimizde ise uzun zamandır sohbet etmekten keyif duyduğum Kalemci Murat Usta'ya uğrayalım diyorum. Büyük Postahane'nin yanındaki sokağa kıvrıldığınızda karşınıza çıkar Kalemci Murat Usta'nın küçücük dükkânı. Dolma kalem düşkünleri bilir, kalemlere hevesliyseniz eski yeni bir sürü kalemi merak edersiniz. Bazı kalemlere âşık olur, o kalemlerin de eski serilerini kullanmak istersiniz. İşte kalem üstadı Murat Usta da bu eski kalemleri hem ilgilisi için bulur, hem de kullanılamayan tarihi kalemleri yeniden hayata döndürür. Yine yeniden hayata kazandırdığı bir Montblanc'ı elime alıp başlıyoruz Murat Usta ile konuşmaya:
30 yıldır bu sokakta kalem tamiri yapıyor Murat Usta. Şimdi ise Türkiye'nin tek dolma kalem tamircisi. 30 yıllık süreçte ne değişti diye sorunca ustaya, başlıyor anlatmaya:
"Mesleğe başladığım dönemde daha çok kalem çeşidi vardı. Şimdi azaldı. 70'li yıllardan sonra üretilen kalemler fabrikasyon olduğu için dayanıklılık azaldı. Müşteri portföyü azaldı ama ilgilileri beni buluyor. Mesela dededen babadan bir kalem kalmıştır, getirirler, restorasyonunu yaparım, mürekkep çekip kullanınca hoşuna gidiyor, bu sefer bir iletişim doğuyor. Mesela buraya gazetecilerden Murat Bardakçı ve İbrahim Tenekeci çok sık gelir. Diğerleri kendi gelmese de gönderirler."
Usta, eski kalemleri hayata kavuşturmanın güzelliğinden bahsederken, o an tamir ettiği kaleme bakıyorum. 1960 yılında üretilmiş bir Montblanc 146. Sandıkta bekletilmiş ve kullanılmadığı için kurumuş, bazı yerleri de hasar görmüş. Az sonra Murat Usta'nın ellerinde canlanacak ve başka ellerde kim bilir hangi arzuhalin yazıcısı olacak. Şöyle anlatıyor bu süreci usta: "Ben üretimden kalkmış kalemlerin uzmanıyım. Özellikle 1950'den önce üretilenler. Yedek parçasını bulur, bir şekilde tamirini yaparım. Bunlardan da en ilginci Sheaffers Snorkel'dir. 23 parçadan oluşur. Bazı başka kalemler de var. Mesela Pelikan Lizard, Parker Duofold mandalin sarısı; kolay bulunmayan çok değerli altın uçlu kalemlerdir. Az sayıda üretildikleri için koleksiyonerlerin çok rağbet ettikleri kalemlerdir. Bu restorasyon işini yapan sadece ben kaldım."