Gökhan Ergür: Ekrandan sokağa yansıyan şiddetin patolojisi

Ekrandan sokağa yansıyan şiddetin patolojisi
Giriş Tarihi: 3.11.2015 14:57 Son Güncelleme: 16.11.2015 16:56
Gökhan Ergür SAYI:18Kasım 2015
Çocuklar şiddetle büyüdü; televizyon ve gazete haberleri, f ilmler, televizyon dizileri, bilgisayar oyunları ve daha birçok malzeme vasıtasıyla zihinlere şiddet ve gayri ahlaki ne varsa enjekte edildi. Şehirli bireyler olarak bu durumdan kurtulamadık, çünkü kaçacak yerimiz kalmamıştı, televizyona ve bilgisayara mahkûmduk. Bu mahkûmiyet tabiri caizse şiddet ve nefret dolu bir ordu oluşturdu sonunda. Meydanın farklı noktalarında yakılmış dev ateşler, öfke ve keyiften deliye dönmüş insanlar, kulakları sağır eden bir gürültü ve anıtın dibinden yükselen büyülü piyano sesi. Bir cehennemin ortasında mahsur kalmıştım o gece. Eve ve Türkiye'ye giden tüm yollar kapanmıştı, aklımdaki tek soru şuydu: Her şey bitti, peki şimdi ne olacak?

Kötü senaryo gerçekleşmedi, her şey sancılı da olsa yoluna girdi ama yaklaşık bir yıl boyunca bu zor sahneler Taksim ve çevresinde yaşayan aileleri tabiri caizse fizyolojik ve psikolojik olarak çökertti. Rezidanslarından Taksim'de karşılıklı çarpışan vatan evlatlarına alkış tutanlara ya da Maldiv tatilinde uzandığı bambu şezlongdan 'devlet düşüyor, hadi sokaklara, hadi kavgaya!' kıvamında tweet atanlara nasıl göründü bilmiyorum ama Gezi Parkı eylemleri bölge halkı için büyük bir eziyetti. Peki, bize bu eziyeti yaşatan ve büyük bir çoğunluğunu da gençlerin oluşturduğu topluluğun istediği neydi, neden sokaktaydılar ve her şeyden önemlisi nasıl bu kadar korkusuzca polisle çatışabiliyorlardı?

Uzmanlar, Gezi Parkı sebebiyle polisle karşı karşıya gelen gençlerin kendilerini şaşırttıklarını her fırsatta ifade ediyor. Onların gözünde; fast food tüketen, bilgisayar başında saatlerini harcayan, apolitik ve sosyal ortamlardan uzak duran bir yeni nesil temsili mevcuttu ve bu yeni neslin sokaklarda bu kadar gürültü çıkartacağını çok az kişi tahmin edebiliyordu. Günlerce polisle çatıştılar, gece bir yerlerde uyuyup çatışma sırasını arkadaşlarına devrettiler ve sabah uyandıklarında kaldıkları yerden devam ettiler.

İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden iki araştırma görevlisinin anket yöntemiyle Gezi Parkı'nda yaptığı bir araştırmaya göre gençlerin yüzde 70'i kendini hiçbir siyasi partiye yakın hissetmiyor, yüzde 92,4'ü sokağa çıkma nedeni olarak dönemin başbakanının tavrını öne sürüyor, yüzde 56,2'si ise sokağa çıkma nedeninin ağaçların kesilmesi olduğunu söylüyor. Peki, gençler dönemin başbakanının tavrından neden rahatsızlık duyuyor olabilirdi?

Amerikalı Psikolog Jean M. Twenge günümüz neslini 'ben nesli' olarak adlandırıyor. Adından da anlaşılacağı üzere bu nesil öncelikle ben demeyi tercih ediyor. Çünkü kendisinin dünyadaki diğer her şeyden kıymetli ve değerli olduğunu düşünüyor. Bu düşünceyi ise gerek aile, gerek okul, gerekse medya yoluyla özümsüyor. 'Önemli olan ne yapacağınız değil, kim olduğunuzdur' parolasıyla çocukların kendinden memnun olmasının, iyi işler başarmasından daha kıymetli olduğu vurgulanıyor.

Çocukluk döneminde şişirilen benlik ve gerçekçi olmayan hedefler gerçek dünya ile karşılaşınca yerle bir oluyor. Ailesinde ve okulunda kendini bir süper kahraman gibi hisseden çocuk; şartların çok zor olduğunu, yeni bir ev, yeni bir araba, yeni bir iş için çok çalışmak gerektiğini fark ediyor. Bu durumda şaşkınlıkla başını ellerinin arasına aldığı zaman hissettiği tek şey var: Öfke. Ve bu öfkeyi doğuran kişinin de kendilerine bu büyülü hayatı sunmayan, yüksek maaşlı bir iş, daha ucuz ve lüks bir daire ve daha iyi sosyal bir çevre imkânı tanımayan devlet ricali olduğunu düşünüyor.

Ben nesli sınırlamalardan hoşlanmaz ve birinin ne yapması gerektiğini onlara söylemesi canlarını fena halde sıkar. Çünkü onlar özgür ve kurallardan bağımsız yetiştirildiler. Amerikalı ünlü yönetmen Kevin Smith şöyle diyor: "Benim neslim hemen her şeyi yapabileceğine inanıyor. Filmlerdeki karakterlerim özgürdür, hiçbir örf veya adet onları kontrol altında tutamaz." Toparlayalım, ben nesli elinde kalan tek şeyin özgürlüğü olduğunu düşünüyor artık. Haklı ya da haksız bu özgürlüğü kısıtladığını düşünen kim varsa onu hedef alıp eylemlerine devam ediyorlar. Dikkat edin Gezi Parkı eylemlerindeki sloganlar ağırlıklı olarak bir parti üzerinden değil, kişi üzerinden atıldı. Çünkü otorite olarak gördükleri ve özgürlüklerini kısıtladığını düşündükleri kişi tekti: Recep Tayyip Erdoğan. Erdoğan, özellikle gençlerin hayat karşısındaki mağlubiyetlerinden ve zihinlerindeki 'sınırlanıyoruz' düşüncesinden doğan birçok eleştiriye, hatta fiili olarak bir cezalandırmaya tabi tutulmak istendi (Dolmabahçe'deki çalışma ofisinin ele geçirilmeye çalışılması, 1 Haziran 2013).

Kişiliğimizi şekillendiren oyun

Oyun oynamak çocuklar için basit ama önemli bir etkinliktir, dışarıdan bize anlamsız gelen oyunlar çocukların sosyal ve psikolojik açıdan ilerlemesine yardımcı olur. Çocukların en önemli ihtiyaçlarından biri olan sosyal yaşantının öğrenilmesi de bu oyunlar sayesinde gerçekleşir. Oyunlar sayesinde çocuk gelecekteki rollerini öğrenir, tatbik eder, arkadaşlarına uyum sağlar, onları daha iyi tanır ve ilişkilerini güçlendirir. Ayrıca oyun çocukların bilişsel gelişiminde kilit noktadadır. Kendini oyun yoluyla ifade etme becerisi, gerçekleşmeyen ya da karşılanmayan isteklerini oyun yoluyla giderir ve bilişsel olarak bir rahatlama sağlar. Çocuklar ve oyun üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Vygotsky, çocukların ileriki yıllarda başarısını, karakterini, davranışlarını, sosyal çevresini oluşturan yegâne etkenin oyun olduğunu söylemektedir. Aynı zamanda başka bir oyun araştırmacısı ve gelişim uzmanı olan Jean Piaget ise, insan davranışlarını belirleyen olgunun oyun olduğunu söylemiştir.

Çocukların insanlarla gönül rahatlığıyla iletişim kurabilmeleri çok zor artık. Okulda askeri bir disiplin içerisinde arkadaşının ensesini öğretmen kontrolünde saatlerce izliyor, ardından sosyalleşme umuduyla sadece annesi istiyor diye iç karartıcı kurslara gönderiliyor. Garip ve mutsuz bir nesil yetiştiriyoruz, keman çalan, eskrim yapan, saatlerce mental aritmetik kursunda vakit geçiren ama tek başına bakkaldan alışveriş yapmaya çekinen depresif çocuklar…

Son dönemde gençlerin meydanlarda polisle uzun bir çatışmaya girmesi köşe yazarlarını ve politikacıları şaşırtsa da meseleye biraz psikolojik açıdan bakanlar böyle bir olayın patlak vereceğini ve bu ruhsal boşalımların zaman zaman tekrarlayacağını öngörüyorlardı. Çünkü bu çocuklar şiddetle büyüdü; televizyon ve gazete haberleri, sinema filmleri, televizyon dizileri, bilgisayar oyunları ve daha birçok malzeme vasıtasıyla zihinlere şiddet ve gayri ahlaki ne varsa enjekte edildi. Şehirli bireyler olarak bu durumdan kurtulamadık, çünkü kaçacak yerimiz kalmamıştı, televizyona ve bilgisayara mahkûmduk. Bu mahkûmiyet tabiri caizse şiddet ve nefret dolu bir ordu oluşturdu sonunda.

Şiddeti doğuran oyun

2014 yılında Gezi Parkı eylemlerinin de etkisiyle 11-15 yaş aralığında toplam 416 kişi üzerinde yürüttüğüm çalışmada şiddet içerikli bilgisayar oyunu oynayan çocukların saldırganlık eğilimleri ve benlik saygı düzeylerini 'Buss Perry Agresyon Ölçeği ve Rosenberg Benlik Saygısı Envanteri' ile istatistiksel olarak inceledim. Araştırma sonuçlarına göre; şiddet içerikli bilgisayar oyunu oynayan çocukların diğer çocuklara oranla benlik saygılarının daha düşük olduğu ve bu çocukların diğer çocuklara oranla fiziksel saldırganlık düzeylerinin daha yüksek olduğu saptanmıştır. Aynı zamanda uzun süre (üç saat ve üzeri) şiddet içerikli bilgisayar oyunu oynayan çocukların; insanlara güven duyma, tartışmalara katılabilme, ebeveyn ilişkileri, depresyon ve eleştiriye duyarlılık gibi konularda diğerlerine göre daha fazla problem yaşadığı ortaya çıktı.

GTA'da polis döven nesil

Grand Theft Auto, günlük hayatta oyun severlerin GTA dedikleri bir video oyunu. Oyunda özet olarak kahraman kendine verilen görevleri yapıp seviye atlıyor ve para kazanıyor. Kahramanımız bu görevler esnasında cinayet, araba kaçırma, banka soyma gibi yasa dışı eylemler yapıyor. Bu suçları işlerken de polis, kahramanımızı etkisiz hale getirip kodesi boylamasını amaçlıyor. Kahramanımız ise bu durumdan kurtulmak için polise karşı yumruk, sopa, molotof kokteyli, silah kullanmak gibi yöntemlerle karşı koyuyor. Oyun piyasaya sürüldüğünde birçok uzman bu oyunun piyasadan kaldırılması için davalar açtı, makaleler yayınladı. Ama oyunun yapımcıları buna kulak asmayarak oyunun yeni serilerinde şiddet ve suç dozunu artırmaya devam ettiler.

Gezi Parkı eylemleri sırasında zihnimi en çok kurcalayan, gördüğüm şu duvar yazısı oldu: "GTA'da polis döven nesle sataştın!" Kitaplarda akademik bir dille yazılan meselenin sokaklarda vücut bulmuş haliydi bu. Dünyanın birçok yerinde yapılan araştırmalarda elde edilen sayısal verilerin sokağa yansıması bu duvar yazısıydı işte. İmkânımız olsa da sorsak, polisle aktif olarak karşı karşıya gelen gençler hiç GTA ya da buna benzer savaş oyunları oynadı mı? Bu oyun süresi tahminen kaç dakika ya da saattir? Kendilerini ifade edebildikleri mecralar, aile içerisindeki rolü, sosyal ve akademik olarak kendilerini varmak istedikleri hedefin neresinde görüyorlar? Sonuçları tahmin etmek çok zor değil.

Çocukluğum ve gençliğim İstanbul'un çeşitli semtlerinde geçti; Tarlabaşı, Dolapdere, Hacı Hüsrev ve Kasımpaşa. Bilgisayar başında değil de köşe başında vakit harcayan pek de uslu durmayan çocuklardandık. Kiminle, ne zaman, ne şekilde, hangi şartlar altında kavga edeceğimizi, ne zaman kaçıp ne zaman duracağımızı, kendimizi nasıl koruyacağımızı ya da saldıracağımızı çok iyi bilirdik, bilmek zorundaydık.

Twitter'da @anatolianstream isimli kullanıcının şöyle bir tweetini not almışım: "Bu sitede ilk göze çarpan sorun çoğu arkadaşın hiç dayak yememiş olması. Yazdıklarından anlayabiliyorsunuz, o temkinlilik hiç yok." Hakikaten de insanlar için fiziksel şiddete ilk maruz kaldıkları an bir dönüm noktasıdır; çelikten değil de camdan yapılmış olduğunuzu hissedersiniz burnunuzdan akan sıcak kanı elinizin tersiyle silerken ve karşılaştığınız olaylara çözüm bulurken 'acaba fiziksel olarak zarar görür müyüm?' sorusu aklınıza ilk gelen şey olur artık.

Gezi Parkı'ndaki gençlerin büyük bir çoğunluğu hayatlarının ilk kavgasını ettiler ve bilfiil gözlemlediğim için gönül rahatlığıyla söyleyebiliyorum ki büyük bir çılgınlık, temkinsizlik ve acemilikle karşılarındaki profesyonel gücün üzerine atladılar. Yaşanan yüzlerce yaralanmanın ve ne yazık ki can kayıplarının nedenlerinden biri de gençlerin bu şekilde, taviz vermeyen bir güce karşı emniyetsizce mücadele etmeye çalışmalarıydı.

Gezi Parkı'ndaki gençler polisten korkmadı, çünkü beyaz perdede izledikleri sahneler ve oynadıkları oyunlar dolayısıyla gerçeklikle olan ilişkileri kesilip bilinçaltlarına polisin ya da herhangi bir kişinin dövülebileceği ve bunun neticesinde de herhangi bir fiziksel zarar görmeyeceği, bedel ödemeyeceği düşüncesi yerleştirilip şiddet normalleştirildi ve olan yine bizim evlatlarımıza oldu.

Hâlâ bebek yaştaki çocukların eline oyuncak adı altında tabancalar, kılıçlar, bıçaklar veriyoruz ve daha sonra sokaklardaki şiddetin neden son bulmadığı konusunda kafa yoruyoruz. Unutmamak gerekir, her katil doğduğunda masumdur, onları hayata hazırlayan toplumdur.
BİZE ULAŞIN