‘Terörle Savaş’ Propagandası ve IŞİD
Aslında bu temayla sinemada ilk kez karşılaşmıyoruz. 1997 yapımı Wag the Dog filminde de mizansen bir savaş izliyoruz. Dustin Hoffman ve Robert DeNiro'nun performaslarıyla zihinlerde yer eden yapım, medya kanalıyla üretilen ve pazarlanan sanal bir savaşın ayrıntıları ile izleyiciyi karşı karşıya getiriyor. Hükümet için çalışan ve ABD başkanını patlak veren bir skandaldan kurtarmaya uğraşan iki kişi, bunun en iyi yolunun kamuoyunun dikkatini başka yöne çekmek olduğunu düşünüyorlar. Gerçekte var olmayan bir savaşı, varmış gibi göstermek için medyanın ve sanal dünyanın nimetlerinden sonuna kadar yararlanan bu kişiler, yarattıkları suni gündemi medyaya 'satmayı' başarıyorlar.
İzleyicisinin kafa konforunu bozmayı başaran bu tür yapımlar edebiyat eserleri yahut felsefi metinler kadar sofistike biçimde olmasa bile benzer durumların yaşanabilirliğine dair farkındalık yaratmayı başarıyorlar. Bu farkındalığın peşinden giden bir zihnin, 11 Eylül'den sonra Başkan George W. Bush'un Afganistan ve Irak işgallerini kamuyona nasıl 'sattığı'nı yahut bugün Ortadoğu'ya yapılan müdahalelerin arka planının nasıl incelikli biçimde hazırlandığını görmesi ise daha kolay oluyor.
Dünyanın iki kutbu
Günümüz dünyasına rengini veren derin bir kutuplaşma görüntüsü var. Bir tarafta kaosun ağırlaştırdığı zehirli bir atmosfer, diğer tarafta ise refah ve güvenliğin konforlu havası. Refah ve güvenlik adasının çoğu sakini Batı medeniyetine mensup toplumlar. Ve bu toplumlar içinde bulunduğumuz çağı bir gelişme ve ilerleme çağı olarak algılıyorlar. Değişen toplum, siyaset, teknik ve yaşam tarzları üzerinden delillendirilmeye çalışılan bu bakış açısının bütünüyle haksız olduğunu söylemekse çok zor. Zira modern dönemle birlikte dünyanın bu kısmında refahın artışını, istikrarın devamlılığını, güvenlik ve haklar anlamında alınan mesafeyi inkar etmek mümkün değil. Ne var ki hikâyenin tamamı bundan ibaret değil.
Bölgenin cehennem kaçkını IŞİD
Ortadoğu'nun yaşadığı bu acıların nedeni paylaşılamayan bir coğrafya olması. Batı, 1798'de Napolyon'un Mısır'a adımını attığı günden beri Ortadoğu'yu elinde tutmak için büyük gayret gösteriyor. Askeri varlığını meşrulaştırmak için en başından beri propaganda silahını kullanan Batı, her devirde farklı bir yol kullandı. Napolyon'un Mısır'a girerken halka dağıttığı broşürlerde şöyle yazıyordu: "Mısır halkı, size dininizi yok etmek üzere geldiğim söylendi. Bu apaçık bir yalan, buna inanmayın. Sizin haklarınızı iade etmek üzere ve gaspçıları cezalandırmak üzere geldiğimi söyleyin. Zira ben Tanrı'ya Memlükler'den daha fazla bağlıyım ve Tanrı'nın peygamberi Muhammed'e ve hayranlık verici Kur'an'a saygı duyuyorum." 19'uncu yüzyılın sonlarında bölgeye adım atan İngilizlerin meşhur ajanı Arabistanlı Lawrence da, benzer argümanlarla Arapları Osmanlı'ya karşı ayaklanmaya iten propaganda makinesinin dişlilerinden yalnızca biriydi.
1991 yılında yaşanan I. Körfez Savaşı medya üzerinden yürütülen bir propaganda kampanyasıydı ve söz edildiği gibi Saddam Hüseyin'in nükleer kapasitesini ve kimyasal silahlarını yok etmek, barış ve adaleti yeniden tesis etmekle ilgili değildi. II. Körfez savaşı da bölgeye daha iyi nüfuz etmek isteyen ABD'nin, 'teröre karşı savaş' ve bölgeye demokrasi getirme nidaları ile başlattığı bir kampanyaydı. Bugün bölge, bir kez daha ABD'nin aktif müdahalesi ile karşı karşıya. Bu kez düşman, 'teröre karşı global savaş' konsepti çerçevesinde IŞİD.
ABD önderliğindeki Batı koalisyonunun propaganda makinesi bölgede yıllardır devam eden işgalin ve uygulanan yanlış politikaların görünmez kılınması için böyle bir düşmana ihtiyaç duyuyor. IŞİD'i yaratan şartları sorgulamak pek rağbet gören bir yaklaşım değil. Gazeteciler, yardım görevlileri vb. merhamet uyandıran insanlardan seçtiği esirlerini hayvan boğazlar gibi boğazlayan ve bunu 'ısmarlama terörist Mandarin' gibi tüm dünyaya izlettiren bir örgütün eylemleri söz konusuyken, bölgede Batı koalisyonunun askeri varlığı pek çok ülke açısından neredeyse bir gereklilik hâline geliyor. Böylece bölge halklarının seçenekleri arasında daima 'kötü' ve 'daha kötü' varken, insanların 'kötü'yü seçmeleri kaçınılmaz hâle geliyor.
Bölgede IŞİD benzeri yapıların kökünün kurutulabilmesi için onları ortaya çıkartan ve halktan geniş destek görmelerine neden olan şartların ortadan kaldırılması gerekiyor. Bu durum her şeyden önce bölgedeki yabancı askeri varlığın bütünüyle ortadan kalkması, halkların kendi kaynaklarını kendilerinin tüketebilecekleri bir ekonomik sistemin kurulması ve buna uygun adil yönetimlerin işbaşına gelmesi anlamına geliyor. Bölge kaynaklarını sömürmek üzere orada bulunan işgalci güçlerin buna yanaşması ise ihtimal dahilinde görünmüyor. IŞİD'i Batı kurdurdu, Batı destekliyor türünden beylik cümleler bir yere varmasa bile, içinde bulunduğumuz durumda IŞİD'in varlığından en çok memnun olanın Batı koalisyonu ve bu koalisyonun ayrıcalıklı üyesi İsrail olduğu dikkatlerden kaçmıyor. IŞİD'in sözde korku salmak ve taraftarlarının bağlılığını artırmak üzere yayınladığı videolar ise son tahlilde bu koalisyondan başka kimsenin işine yaramıyor. Bu nedenle, sosyolojik izahları bir kenara bırakıp, IŞİD'i işlevi açısından sorguladığımızda, prodüksiyon değeri yüksek bir propaganda materyali ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. İster uygun şartlar nedeniyle kendi doğallığında ortaya çıkmış bir grup olsun, isterse Batı yahut İsrail destekli olsun, IŞİD üzerinden yapılan propagandanın hedefi İslam dünyası üzerindeki baskının devam etmesi ve İslamofobinin zemininin sağlamlaştırılmasından başka bir şey değil. Bugüne dek sayısız cihatçı grup çıkmışken IŞİD'in el-Kaide'yi bile gölgede bırakacak şekilde hızla yayılması ve işlerinin bu kadar 'yolunda gitmesi' yahut İsrail'in canını sıkacak tek bir eylem yapmadığı hâlde sayısız Müslümanı katletmiş olmasını başka bir şekilde izah edemeyiz. Gazeteci James Foley'in boynunu kesen ve İngiliz ajanı olduğu iddia edilen Cihatçı John'un IŞİD içindeki tek örnek olduğunu düşünmek çok zor. İster John, ister Jack, isterse Hans olsun, bu tür insanların Araplarla birlikte çöllerde deve sırtında gezen Arabistanlı Lawrence'tan bir farkının olduğunu düşünmek için hiçbir sebebimiz yok.