İbrahim Kaya: Suriyeliler için hukuk

Suriyeliler için hukuk
Giriş Tarihi: 30.10.2014 13:58 Son Güncelleme: 31.10.2014 15:27
İbrahim Kaya SAYI:07Kasım 2014
Toplu nüfus hareketleri Türkiye için yeni karşılaşılan bir durum değil. Ancak bu kez durum farklı. Yetkililer, Türkiye’de bulunan Suriyeli sayısının 2 milyona yaklaştığını belirtiyor. Böyle bir durumda tüm dünyanın sorumluluğu paylaşması beklenir. Fakat tüm insanlığı ilgilendiren bu sorunla baş etmede bölge ülkeleri yalnız bırakıldı. İç savaş ve yaşanan insanlık dramı neticesinde Suriye vatandaşlarının hem iç hem de dış göçü artarak devam ediyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Ekim 2014 verilerine göre 3,2 milyondan fazla Suriyeli ülkelerini terk etmek zorunda kalarak başka ülkelere sığındı. Çevre ülkelere ulaşmış bulunan ve kayıt işlemleri devam edenlerle birlikte bu rakamın çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor. 6,5 milyon kişinin de Suriye içinde yerinden edildiği belirtiliyor. Lübnan'da 1,2 milyon, Ürdün'de 600 bin, Irak'ta 215 bin, Mısır'da 140 bin civarında Suriyeli bulunmakta. Türkiye'de bulunan Suriyeli sayısı Birleşmiş Milletler rakamlarına göre 1,2 milyon olarak ifade edilse de, yetkililer 2 milyon rakamını çoktan telaffuz etti. Son günlerde Kobani'den de bir anda yaklaşık 200 bin kişi geldi.

Türkiye'de barınmak zorunda kalan Suriyeli sayısında özellikle ilk toplu geçişten bu yana kısa sürede hızlı bir artış yaşandı. Kritik eşik olarak anılan 100 bin rakamı iki yıl önce aşıldı ve geçen yıldan bu yana Türkiye'deki Suriyeli sayısı ikiye katlandı.

Toplu nüfus hareketleri Türkiye için yeni karşılaşılan bir durum değil. Yakın dönemde, 1991 yılında Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesi üzerine yaşanan savaş nedeniyle 500 bin Kuzey Iraklı geçici olarak Türkiye'ye sığınmıştı. İran devriminden sonra da bir milyondan fazla İranlının Türkiye üzerinden batıya geçtiği tahmin ediliyor. Ancak bu kez durum farklı. Beklenenin aksine Suriye'de savaş çabuk bitmedi ve kriz çok daha fazla uzayacağa benziyor. Batılı devletlerin sadece sembolik sayıda ve 'seçmece' olarak Suriyeli kabul ettikleri göz önüne alındığında, mevcut ev sahibi devletlerin uzun bir süre Suriyeli 'misafirleri' barındırmak zorunda kalacakları anlaşılıyor.

Uluslararası hukuk, bir teamül kuralı olarak; zulme uğrayarak ülkelerini terk eden kişileri başka devletlerin geri göndermemesi (non-refoulement) ilkesini kabul eder. 1951'de imzalanan Mültecilerin Durumuna Dair Sözleşme ise bu kuralı benimseyerek bir mülteci tanımı ortaya koyuyor ve taraf devletlerin hak ve sorumluluklarını belirliyor. Türkiye, sözleşmedeki 'coğrafi kısıtlama' seçeneğini devam ettiren dünyadaki birkaç devletten bir tanesi. Bu kısıtlamaya göre sadece Avrupa'dan gelenler mülteci kabul ediliyor. Avrupa dışından gelenler ise 'şartlı mülteci' olarak adlandırılıyor. Bu tanım 2013 yılında kabul edilen ve Nisan 2014'te yürürlüğe giren 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'na ait. Şartlı mülteci ile kastedilen; bu kişilerin sözleşmeye göre mülteci kabul edilebilmek için gereken şartları taşıdığı ancak Avrupa dışından geldikleri için Türkiye'nin onları mülteci olarak kabul etmediği. Şartlı mülteciler BMMYK aracılığıyla başka devletlere gönderiliyor. Ancak onları kabul edecek üçüncü bir devlet bulunamazsa ya da böyle bir devlet bulunana kadar geçen sürede, Türkiye'de bulunuyorlar ve mültecilerin yararlanacakları haklara benzer hakları elde ediyorlar. Diğer bir deyişle de facto mülteci konumundalar.

İltica hakkı bazı uluslararası hukuk metinleri tarafından güvence altına alınmış olmasına rağmen 1982 Anayasası bu hakka ilişkin doğrudan bir güvence öngörmüyor. Benzer şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de doğrudan iltica hakkını tanımıyor. Fakat mülteci olmak için gerekli şartları taşıyan kişilerin geri gönderilmeleri durumunda AİHM yaşam hakkı, işkence ve zalimane davranış yasaklarının ihlali gerekçeleriyle devletler aleyhine kararlar verebiliyor.
#Sayfa#
Normalde bir ülkeye gelen kişi veya küçük grupların iltica başvurusunda bulunmaları ve durumlarının bu devletin yetkili makamlarınca değerlendirilmesi beklenir. Ancak kitlesel göçler söz konusu olunca, bireysel durum değerlendirmesi, sistem üzerinde çok fazla ve ani yük oluşması nedeniyle tıkanabilmektedir. Bu açıdan, aynı ülkeden çok sayıda kişinin gelmesi halinde, oradan gelen herkes benzer durumda kabul ediliyor ve 'geçici koruma' denilen bir uluslararası koruma uygulanıyor. Bu duruma ilişkin düzenlemeler özellikle Avrupa'nın 1990'lı yıllarda Balkanlardan kitlesel göçe maruz kalması neticesinde oluşturuldu. Türkiye açısından yukarıda anılan kanun; 'Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir' demektedir.

Türkiye'de 1994 yılında çıkarılmış bulunan ilticaya ilişkin yönetmelik, 1991 yılında karşılaşılan kitlesel sığınmanın etkisiyle çıkarıldığından toplu sığınmaya ilişkin önemli düzenlemeler içeriyor. Bu yönetmeliğe göre 'uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerimiz saklı kalmak koşuluyla ve aksine bir siyasi karar alınmadıkça, nüfus hareketinin arazi avantajları da dikkate alınarak sınırda durdurulması ve sığınmacıların sınırı geçmelerinin önlenmesi esastır'. Yeni kanun, geçici korumaya ilişkin bir yönetmeliğin Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacağını hükme bağlamaktaysa da henüz böyle bir yönetmelik çıkarılmamış ve Türkiye, Suriye'den gelenlere 'açık kapı' politikası uygulamıştır.

Türkiye'de bulunan Suriyelilerin 'geçici koruma' altında olduklarını değerlendirmek mümkündür. Türkiye onlara durumlarını belirtir bir kimlik kartı vermekte, Türkiye'de ikamet ve çalışma haklarına sahip olabilmekteler. Sağlık kurumlarından yararlanabilmekte ve eğitim alabilmekteler.

Gerek toplu gerekse bireysel sığınma durumlarında, kişilerin kamp benzeri tesislerde zorunlu ikamete tabi tutulmaları önünde hukuksal bir engel bulunmamaktadır. Ancak bu kişilerin suçlu olmadıkları dikkate alındığında bu şekilde tutulmaları bir cezalandırma olarak uygulanmamalı. Örneğin, bu kişilerin kesintisiz ve süresiz olarak tutulmaları hukuka uygun değildir.

Türkiye'de bulunan Suriyelilerden bir bölümü devlet tarafından inşa edilen ve ihtiyaçların devletçe karşılandığı kamplarda ikamet ediyorlar. Birleşmiş Milletler yetkilileri ve uluslararası kuruluşlar bu kampların şu ana kadar oluşturulmuş en iyi kamplar olduğunu birçok kez dile getirdiler. Ancak kampların Suriyelilerin tümünü barındırabilmesinin mümkün olmadığı düşünüldüğünde -rakamın çokluğu da göz önünde tutularak- Suriye'de oluşturulabilecek güvenli bölgelerde benzer kampların ve hatta şehirlerin inşa edilmesi de mümkün olabilir. Burada tüm dünyanın sorumluluğu paylaşması beklenirken, şu ana kadar tüm insanlığı ilgilendiren bu sorunla baş etmede bölge ülkeleri yalnız bırakıldı. Uluslararası camiadan, övgüler dışında ciddi bir mali ve insani destek de gelmedi.

Türkiye'deki Suriyelilerin bir müddettir ülkemizde bulundukları gerçeğinden ve daha uzun bulunacakları varsayımından hareketle uyum (entegrasyon) konusu önem arz etmektedir. Uyum ile ilgili görev yeni kanun ile kurulmuş bulunan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'ne verilmiştir. Genel Müdürlük bu kişilere bağımsız hareket edebilmelerini kolaylaştıracak bilgi ve beceriler kazandırmak amacıyla uyum faaliyetleri planlayabilir, Suriyeliler Türkiye'nin siyasi yapısı, dili, hukuk sistemi, kültürü ve tarihi ile hak ve yükümlülüklerinin temel düzeyde anlatıldığı kurslara katılabilir. Nitekim Suriyeli öğrencilerin Türkiye'de okula kabul edilmeleri de uyum konusu bağlamında da önemlidir. Kanun, uyum konusunda kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve uluslararası kuruluşlar ile yapılacak işbirliğine dikkat çektiği gibi ülkemizdeki toplumla 'karşılıklı uyum'dan bahsetmektedir. Ev sahibi toplumun yeni komşularının farklılıklarını anlaması ve onları hoş görmesi her demokratik ülkede beklenir. Başta medya organları olmak üzere herkesin yabancılara karşı ırkçılık, ayrımcılık ve ötekileştirmeden kaçınması da bir yükümlülüktür.
BİZE ULAŞIN