Çoğumuz annelik yorgunuyuz
İyi bir insan olmanın bilgisi hiçbir kitapta yazmıyor. Var olmak için alternatifler peşinde koşan, kâğıttan gemiler yapıp yüzdüren, her ne koşulda olursa olsun üretmeyi bilen, enerjisi yüksek bir kadın Merve Safa Likoğlu. Herkesi anlamaya, herkese aynı yakınlıkta durmaya çalışan bir vaize aynı zamanda. Üstelik Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş'ın kızı olduğunu çok az kimseler biliyor. Çünkü o nesne değil özne olarak kalmayı tercih ediyor. Merve Hanım ile sohbet ederken aranıza ne diplomanız ne statünüz ne de fikirleriniz girebilir. Onu tanımlayan kelimeler; iyilik, güzellik ve üretkenlik bana kalırsa. Müthiş bir yaşam enerjisi var ve hakikaten güzel işler yapıyor. İnsana salt insan olduğu için itibar gösteren yakınlığına hayran kalmamak mümkün değil. Mesela, hayatında hiç sinema salonunda film izlememiş çocukları şehre güzel bir film gelince sinemaya götürüyor, hiç havuza girmemiş çocuklar da havuz keyfi yapabilsinler diye vesile oluyor, vesileler arıyor. Üstelik tüm bunları ve daha sayamadığım bir dünya iyiliği dört çocuklu ve çalışan bir anne olarak icra ediyor.
Vaizelik, çocuk kitapları yazarlığı, blog yazarlığı, yardım kampanyaları, ailesinden ve çevresinden öğrenenler hareketi ve 4 çocuk. "Nefsim almakla, ruhum vermekle doyuyor" diyorsunuz paylaşımlarınızın birinde. Nefsinizin aldığı ve ruhunuzun doyduğu şeyler nelerdir? Bu kadar şeyi dört çocukla birlikte nasıl yapıyorsunuz?
Bir bedenin içinde nefis ve ruh anlaşmak zorunda… Nefis öldürmek isteyip öldüremeyeceğimiz bir şey. Tasavvufta veya halk şiirlerinde geçen nefsi öldürmek, nefsi zayıflatmak manasına gelir. Bu noktada kendini tanımak da çok önemli... Naçizane kendi adıma şöyle bir denklem kurdum. Ruhum cenneti istiyor, nefsim ise bu dünyadan daha fazla nemalanmak. Övülmek, bir çığır açmak, güzel yemekler yemek, güzel insanlarla sohbet etmek istiyor. Bunlar nefsimin istedikleri. Ruhumun istedikleri ise özetle Allah'ın rızasına uygun işler.
Bütün bunları nasıl bütünleştirebilirim? "Nefsim emmare makamında mı yoksa levvame mi?" diyerek kendime makam biçecek değilim. Ancak, nefsimin dindiremediğim isteklerini daha fazla koşması için verebilmeye yönlendiriyorum. Hani çocuklara derler ya, ıspanağını yersen sana pasta veririm diye. Bunun gibi şeyler vadediyorum açıkçası ben kendime. Diyorum ki, şu işi de başarırsak ayaklarını uzatıp yatacaksın. Evet, ben çok rahatına düşkün biriyim. Yemeğe düşkün biriyim fakat nefsime diyorum ki, sürekli evin içinde olup sadece yiyip içince -ki böylesi dönemlerim oldu- hayattan lezzet almıyorsun ama böyle hayırlı bir iş için çok koşturunca ve ondan sonrasında sofrayı kurup oturunca daha lezzetli oluyor değil mi Mervecim? O zaman hadi koşturalım.
Şu anda ev, çocuklar ve işlerim arasında denge yakalamaya çalışıyorum açıkçası. Evimde her iş yarımdır mesela. Tezgâhta bir yığın bulaşık varken ben yatıp uyuyabilirim. Çocukların eşyaları her zaman dolapta durmaz mesela. Ütüler yığılır bazen, son dakika eşim veya ben hangimiz müsaitsek ütüler yapılır ve evden çıkılır. Eşim devlet dairesinde çalıştığı için her zaman ütülü giyinmesi gerekir. Ben ve çocuklar genellikle ütü istemeyen kıyafetler giyeriz. Sanırım bu rahatlığı fıtratıma borçluyum. Ben evin işçisi değil organizatörüyüm. Bunu fark etmek işlerimi kolaylaştırdı diyebilirim.
Anne olunca kadının üzerine çöken ve kimi zaman aşırılıkla sonuçlanan bazı duygular var. Suçluluk duygusu ve vicdan azabı gibi… Bu duyguları ne ile dengede tutmalı?
Vicdan azabı ile annelik olur mu bilmiyorum ama vicdan ile annelik olur, bunu biliyorum. Çünkü vicdanım beni hep daha doğru yapmaya yöneltir. Bir gün çocuklarımdan biriyle bir olay yaşadık ve ben çok büyük pişmanlık yaşadım ona kızdığım ve bağırdığım için. Sürekli olarak ondan özür dileyerek pişmanlığımı dile getiriyordum. Bir iki üç, derken çocuğum "Anne bunu bana sürekli hatırlatma ben senin pişman olduğunu biliyorum" dedi. Bu bana çok iyi geldi. On tane pedagog gelip bana, "Merve hanım bu bir sorun değil" deselerdi onlara inanmayacaktım. Çünkü o olayı unutmamak bana iyi geliyordu, unutmadığım için ben onu davranışı bir daha yapmayacaktım. Çünkü biz kötü anılarımızı bir daha yapmamak için saklıyoruz. Vicdan azabı denilen şey bu ise biz aslında onu azap çekmek için değil, bir daha yapmamak için saklıyoruz. Şimdi ben o anıyı saklıyorum ama çocuk benim pişmanlığımı gördüğü için o anıyı sildi. Bizim çocuklar ile ilgili çok büyük yanılgılarımız var.
Anneniz sizi nasıl idealize ederdi? Siz çocuklarınızı nasıl ve neyle idealize ediyorsunuz?
İmam-Hatip ortaokul kısmındayım, annem, babam ve ben Ümit Meriç hanımefendiyi izliyoruz TV'de. Her ikisi de hayranlıkla dinliyorlardı Ümit hanımı. Sonra dönüp birbirlerine ve bana baktılar. Yani Merve de böyle olsa bakışıydı o. Bunu bana ifade de ettiler. Cümleleri hatırlamıyorum fakat o sahneyi çok net hatırlıyorum. Babam da bir akademisyen olduğu için muhtemelen beni hep akademisyen olarak hayal ettiler. Ama şu anda geldiğim noktadan da çok memnunlar. Bana gelince ben çocuklarımın her şeyden evvel üreten insanlar olmalarını isterim. Neyi ürettiklerinin bir önemi yok aslında ama ürettikleri şeyi iyi üretsinler. Mesela ilim yolunda olacaklarsa fikir üretsinler. Sanatta olacaklarsa eğer gerçekten sanat yapsınlar, tekrar yapmasınlar. Zanaatta olacaklarsa iyi tekrar yapsınlar. Yani bir ayakkabıcı olacaksa benim çocuğum, çok iyi ayakkabı yapsın. Ticaret yapacaklarsa, ilke sahibi olsunlar. Bu dört alandan hangisini tercih ederlerse etsinler, ahlaklı olmalarını isterim. Bu sebeple ben daha çok Müslüman ahlaklı olmak üzere idealize etmeye çalışıyorum.
Anne olmadan anlaşılamayan şeylerden söz edilir hep. "Adanmak" gibi mesela. Bilenlerin bilmeyenlere anlatmasının pek de faydası yoktur esasen ama ben yine de anlatmanızı istesem? Sizin anneliğinizin adanış şekli nasıldır?
Kelimelerin anlam haritalarını biz kendimiz çizeriz. Sizde olumlu çağrışımlar yapan kavramlar bende olumsuz çağrışımlar yapıyor olabilir. O yüzden terimlerle konuşmak zordur. Bir terimin anlam haritası bana göre veya size göre değişebilir. Annelikle ilgili terimlerde de birçok hanımefendi için anlamlar değişebilir. Benim anneliğimin hangi kavramlar üzerine oturduğuna geleceksek, bu var olmakla ilgili bir şey bende. Neden varsak ve neden hayatımızı devam ettiriyorsak aslında aynı sebepten aynı tutkuyla anne olmak isterim. Gözlem yapmak, bir insanın büyüyüşüne şahitlik etmek ama sadece ona ömrümü adayabilir miyim? Hayır. Ömrümü sadece ona adarsam ondan beklentim çok fazla olur. Çocuklarım büyüyorlar ve onlara mümkün olduğunca destek oluyorum. Bunu "olmalıyım" şeklinde ifade etmek bile ağır geliyor. Bazen eksik bıraktığım bir noktayı gördüğüm oluyor. O anda o davranışı okuyamamışım ama şu anda okuyabiliyorum ve bunla ilgili şu ihtiyacının olduğunu görüyorum, hadi bunu giderelim diyorum. Ya da seni şu konuda zorladığımı fark ettim. Artık seni zorlamaktan vazgeçiyorum.
Öyle ya da böyle siz aslında ses tonunuzla bile karşınızdakini bir şeye zorluyor olabilirsiniz. Bu zorladığınız şey iyi bir şeyse bu daha büyük bir tehlike. Çünkü siz karşınızdakini iyi bir şeye zorlayarak aslında onu iyi bir şeyden uzaklaştırabilirsiniz. Neden, çünkü o, günü geldiğinde ihlasla yapacağı o şeyi belki de sizin şiddet göstermeniz sonucunda istemeden yapıyordur. Burada keskin bir çizgim var benim. Çocuğum 15 yaşında namaz kılmıyorsa veya yalan söylüyorsa ben başarısız bir anne miyim? Hayır, 25 yaşına kadar ben onu namaz kılması ve yalan konuşmaması için telkin etmeye devam edeceğim. Hâlâ kılmıyorsa ve yalan söylüyorsa 35 yaşına kadar telkin etmeye devam edeceğim. Tabii yaşına göre telkin metotları değişir. Telkin sadece sözle yapılmaz.
Kendi ihtiyaçlarınızı nasıl karşıladığınız genellikle annenizin sizin ihtiyaçlarınızı nasıl karşıladığı ile paralel gibi. Öyleyse modern literatür ağzı ile "yeterince iyi" çocuklar yetişebilsin diye nasıl "yeterince iyi" anne olunur?
İyi bir anne olmaya odaklanmaktan ziyade iyi bir Müslüman olmaya odaklanmak istiyorum ben. Sanırım çoğumuz annelik yorgunuyuz. Çünkü sürekli çocukların soru ve sorunlarıyla ilgiliyiz. Bu yüzden bence iyi bir anne olabilmek için perspektifi geniş tutup odağı kendi hayatımıza yöneltmemiz gerekiyor. Bu olduğunda huzurlu bireyler olacağız. Üretim benim için çok önemli. Sadece ev işi yapmak insanı tüketir. O yüzden iyi bir anne olmak istiyorsak, iyi bir Müslüman olmaya çalışabiliriz. Sabrım ne seviyede, ihlasım ne seviyede, Allah beni gözetliyor bunun farkında mıyım, Allah'a imanım ne seviyede? Bunları kontrol ettiğim zaman zaten otomatik olarak anneliğim de yeterince iyi olacaktır. İyi bir insansam iyi bir anneyim demektir. "Yeterince iyi" anne ya da mükemmel çocuk tabirleri icat edilmiş şeylerdir.
Kilise insanın varoluşunu asli günah inancı üzerine oturttu ve Batı bunu yüzyıllarca sırtında taşıdı. Uzun süre ağır yük taşıyan birinin yükünü indirdikten sonra taşıması gereken hafif yükleri bile taşımak istememesi gibi bir şey oldu sonra. Erken Rönesans ile birlikte Batı Pagan Yunan köklerindeki "insanın tertemiz bir sayfa oluşu" inancına tutuldu. Her nasılsa biz de bunu "zaten Rasulullah da (s.a.v) 'çocuk fıtrat üzeredir' buyurmuş, bu da aynı şey" deyip bir güzel yedik. Fıtratı "tertemiz" bir sayfa ile eşleştirdik. Hâlbuki fıtrat "hata yapabilmek fakat hatasından dönebilme kabiliyetine sahip olmak" demekti. Kapitalizmin her şeyi çıktı olarak görmesi ile modern pedagojinin "sen iyi olursan çocuğun da iyi olur" demesi birleşti. Oysa anne ve baba "girdi" çocuk da "çıktı" değildir. Mesela çocuğumuz kabartma tozu katmayı unutursak kabarmayan bir kek de değildir. Çocuğumuz insandır. Yanılır ve yanıldığını anlar. Tıpkı çocuklarımızı iyi biri olmaya yanlış bir üslupla davet ettiğimizde ters teptiği gibi kendimizi de çok iyi anne olmaya yanlış bir üslupla davet ettiğimizde ters tepebilir.
Türkiye'de "Ailesinden ve Çevresinden Öğrenenler" tecrübesini başlatan isimlerden biri oldunuz ve yıllarca bu platformlarda başı çektiniz. Lisansüstü eğitiminize değin yapılandırılmış müfredat ile öğrenen biri olarak içsel iştiyak ile öğrenmek sizce nedir? Bu mümkün müdür sahiden?
Her çocuğun aynı metotlarla keşfedilmeye çalışılmasını, hatta çocukların keşfedilmeye çalışılmamasını ben bir yöntem olarak kabul etmiyorum. Benim yöntemim, gözlemlerim ve çocuklarla sohbet etmek. Bir çocuğa eylemsizlik anlatmak için bir kara tahtaya ihtiyaç yok aslında. Yani ben bulaşık yıkarken çocuğumla eylemsizlik üzerine konuşabilirim. Ya da evi süpürürken bir yandan kulağımın dibine gelip "anne biliyor musun" deyip yeni öğrendiği bir oyunu oynayış tarzını bana heyecanla anlatmasını dinleyebilirim. Eğitim dediğimiz şeyi illa kitaplardan öğrenmek zorunda değiliz. "İnsan, kitap, masa, kalem= eğitim" algımı yıktım. Hayatı yaşayan bir anne, hayatı yaşayan bir çocuk… Dolayısıyla hayatı sürekli yaşayarak öğrenmek… Önü tıkanmamış, alan açılmış biri yolunu çizebilir. Çocuğa "sen tembelsin" etiketi yapıştırılmazsa çocuk yolunu bulabilir. Tabii iradeyi de unutmamalı. Ben ne yaparsam yapayım, çocuğumun bir iradesi var. Günü gelince açtığım alanın dahi dışına çıkmak isteyebilir. Nuh (a.s) ve oğlu örneğinde olduğu gibi.
Çocuğun bir büyükle sohbet etmeye ihtiyacı var. Çocuklarla konuşurken sorduğumuz ilk soru genellikle "kaça gidiyorsun" oluyor. Sonrası yok. Oysa benim yapmaya çalıştığım şey çocuklarım ve kendim için bir çevre oluşturmak. Çocukla sohbet edebilen, insana değer veren bir çevre. Bu çevreyi kurarken dikkat ettiğim şey, kişilerin mezuniyet belgeleri değil, varoluş ile ilişkileri. Ve bunu sadece çocuklarım için yapmıyorum. Bu, benim ihtiyacım. 6 yıl imam-hatip lisesi, 4 yıl ilahiyat fakültesinde örgün okudum. Ama Arapçayı unuttum. Öylece unuttum. Çünkü iki gram içsel isteğim yoktu dile dair. Vaizim. Kariyer planım sona erdi. Buradan bir adım ötesi ile ilgili herhangi bir hayalim yok. Bir sınava da girmeyeceğim ama Arapça çalışıyorum. Arapça diziler izliyorum. Ezberlerimi tazeliyorum ve bunun için bir çevre kurdum kendime. Edebiyat atölyelerine katılıyorum daha iyi yazabilmek için. Üç yönder (mentor) buldum, biri ezber yapmak biri Arapça çalışmak biri de güzel yazabilmek için. Yani içsel iştiyak varsa, kişi öğrenir. Bir yolunu bulur, öğrenir. Ben 70 yaşında olsam çocuğum 40 olsa, ona alan açmamı istese, yine açarım. "Hep burada bekliyorum seni" hissiyatı vermek hedefim.
Bu benim ailemin hikâyesi. Her ailenin hikâyesi böyle olmak zorunda değil. "Aileden ve çevreden öğrenmek mümkün mü" sorusu benim için spesifik bir soru bu sebeple. Benim şu anda yaşadığım şartlar içerisinde evet, mümkün. Yani sadece kendi serüvenimin cevabını verebilirim. Başka birine ise sadece bazı ilkelerden söz edebilirim. Böyle bir yol seçecekse mesela sabırlı olmayı, sakin olmayı, soru sormayı tavsiye edebilirim.
MERVE SAFA LİKOĞLU KİMDİR?
Bir sonbahar günü Fatih'te dünyaya geldi. Hayatının ilk 9 yılını müezzin babası vesilesiyle cami ve Kuran kursu ile iç içe geçirdi. Daha o zamanlardan itibaren camilerin ve Kuran kurslarının nasıl daha güzelleştirilebileceğini düşünmeye başladı. Hasbelkader bazı okullar bitirdi. Bu sayede Diyanet İşleri Başkanlığı'nda evvela Kuran kursu öğreticisi ardından vaize oldu. Türkiye'nin en küçük ilçelerinden birinde yaşıyor. İnsana, hayvana, bitkiye, cemadata hayran… Evli ve 4 çocuk annesi. 4 çocuk kitabına imza attı. Vaize olarak Türkiye'nin yüzlerce ilçe ve köyünü dolaştı.