Masai kabilesinin hayırlı Türk gelini: Tüm Afrika'nın çöl olduğunu düşünenler var
Gezi tutkunu ve fotoğraf sanatçısı olan Sevde Sevan Usak'ın hayatı Tanzanya seyahatinde bir Masaili ile tanışmasıyla değişmiş. Sohbet sırasında yaşadığı yerden "bizim köy" diyerek bahsetmesi orayı ne kadar benimsediğini kanıtlıyor. Yılın büyük bölümünü Masai'de geçiren Usak, bölge halkının kalbini çoktan kazanmış. Sosyal medya hesabı üzerinden sık sık paylaştığı fotoğraflarla Afrika'nın bilinmeyen yüzünü ve neşesini göstermeye çabalıyor. Kurduğu dernek üzerinden yaptıklarıyla da bölgedekileri daha rahat bir hayatla tanıştırmaya çalışıyor.
Nasıl başladı sizin için Afrika hikâyesi?
Gönüllü sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları, gazete ve dergilere fotoğraf çekimleri için birçok kez gittim Afrika'ya. Artık orada yaşamama sebep olan şey, bir fotoğraf gezisi sırasından eşimle tanışmam oldu. Bundan altı yıl kadar önce eşimle Tanzanya'da tanıştık ve kısa bir süre sonra da evlendik. Eşim Tanzanyalı bir Masai, o zamandan beri Masai Mara bölgesinin (Maasaliland) içerisinde yer alan bir Masai köyünde kalıyorum. Köyün adı Elerai. Daha doğrusu birkaç ay köyde, bir süre de Türkiye'de kalıyorum. Arada fotoğraf çekmek için de başka ülkelere gittiğim oluyor. Ancak son birkaç yıldır, yılın büyük bir kısmında Tanzanya'da bulunuyorum.
Yaşam tarzı ve kültürü tamamen farklı bir ülkeye yerleştiğiniz için çevrenizdekilerden ne gibi tepkiler aldınız?
Sizin için bu süreç nasıl gelişti? Aslında çok da tepki aldığımı söyleyemem ancak elektrik ve su olmayan bir köy olduğu, yaban hayatı da bulunduğu için zorlanacağımı söyleyen arkadaşlarım oldu. Beni yakından tanıyanların çoğu, "Sen uyum sağlarsın, yaparsın zaten" dediler... Zannediyorum uzun yıllardır zor koşullarda, farklı coğrafyalarda gezip, fotoğraf çekmemin bunda etkisi olduğunu düşündüler, tabii bir de eşime olan sevgimin…
Masailerin bir beyaza verdikleri tepki nasıldı ve sizi kabulleniş süreçleri nasıl oldu?
Aslında buna süreç bile denemez. Tanıştık ve sevdik birbirimizi. Özellikle benim evime yakın olan ailelerden ve eşimin akrabalarından başlamak üzere tanıştıktan hemen sonra kabullendiler beni, ben de onları. Zannediyorum bunda benim onların gelenekleri ve hayatlarını anlamaya çalışmamın, onların da beni olduğum gibi kabul etmelerinin büyük etkisi var. Benim için farklı yönleri de oldu tabii. Kendimi ve hayatımı sorgulamak gibi… Elektrik yok, su yok, ulaşabileceğiniz şeyler çok sınırlı bölgede... Bu koşullarda yaşarken, ihtiyaç olarak dayatılan bir kısım şeylerin keyfi olduğunu ve temel ihtiyaçların gerçekten ne olduğunu anlıyorsunuz. İhtiyaçlarınızın sınırlı ama isteklerinizin sınırsız olduğunu da… Ha, bir de tabii günde bir öğün yemek yiyip şükreden insanları görüp her şeye sahip olduğu hâlde sürekli şikâyet edenleri hatırlayınca farklı sorular da soruyorsunuz kendinize... Kabulleriniz değişiyor mesela...
Birçok Afrika ülkesini ziyaret etmiş birisiniz. Genel olarak Batı'nın kafalara yerleştirdiği "ilkel Afrika" algısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Açıkçası bana böyle sorular gelmiyor değil... Ben cevabı yaşadıklarımla, şahit olduklarımla vermiş olayım. Bizim köyde annesiz babasız kalan hiçbir çocuk açıkta kalmaz mesela. Annelerin vefatı ya da babaların bölgeden ayrılması durumunda köydekilerden biri mutlaka sahiplenir o çocuğu. Kendi çocuğuna yedirdiğinden ona da verir. İki çocuğun yediği tabaktan üçüncü de yer mesela. Biz de çocuklara herhangi bir şey verdiğimizde kapımızı çalan hiçbir çocuğun kim olduğuna bakmayız. Ben eşime "Bu çocuk kim, nereden, hangi aileden?" diye sorduğumda eşim her zaman "Çocuk işte, ona da ver" der. Akraba çocuklarına ayrı, diğerlerine ayrı verilmez mesela; bir çocuk için kenara ayrılmaz bir şey. Ne varsa, tanıdık tanımadık hepsiyle, tüm çocuklarla paylaşılır. Hatta ben bazen çocuklara şunu almak istiyorum dediğimde eşim sorar; "Aynısından 50 tane alabilecek misin, alabileceksen o zaman tamam" diye... Çünkü benim evime yakın olan çocukların sayısı 50... Birine bir şey verdiğimde, görebilecek olanların sayısı.
Yine bölgede ilişkileri kolaylaştıran en güzel şeylerden biri de kimsenin birbirinin işine karışmaması, yaptıklarını sorgulayıp hata aramaya çalışmaması. Bundan o kadar yorulmuşuz ki büyük bir ferahlık veriyor insana. Ben uzun zamandır unuttuğumuzu düşündüğüm birçok güzellikle, tekrar köyde karşılaştım. Bir gündür yemek yemediğini bildiğiniz hangi çocuk iki meyve verdiğinizde birini geri verir size, diğer çocuklara verin diye... Ya da siz elde bulaşık yıkarken hiçbir şey söylemeden çeker tabureyi yanınıza ve "sabunu ver" der. Sormadan, istemeden, yardım talep etmeden...
Yaşadığınız yerdeki insanların size ilginç gelen yerel gelenekleri var mıydı?
Tabii Masailerin Tanzanya'daki birçok kabileden, yerel halktan farklı olarak kendilerine has birçok kuralı ve ritüeli var. Köy ile ilgili verilecek tüm kararlar için mutlaka hafta sonu bölge halkı toplanır ortak karar verir. Ailesine zarar veren, bakımı ile ilgilenmeyen biri olursa köyün şefi ve yaşlıları ona uyarıda bulunur, toplantı yaparlar. Toplu olarak sünnet düğünleri olur, evlilik ve doğum şölenleri olur. Vefatlarda toplu yemekler dağıtılır, tüm bölge çağırılır. Çocuklara kendini ispat ettikten sonra isim verilir. Yağmur duasına çıkılır birlikte. Kıtlıklarda birlikte dua edilir, törenler düzenlenir. Bunların hepsi yıllardır devam eden kadim gelenekler.
Hepsine beni de davet ediyorlar. Ben de katılıyorum her zaman. Benim en çok ilgimi çeken aslında geleneklerini aktarma yöntemleri. Boncuk işleme ve takılar Masailerin en bilinen geleneksel özelliklerinden. Bir bebek doğduğunda daha birkaç günlükken beline Masai kemeri yapılıp takılır, boynu, ayak ve el bilekleri bileziklerle süslenir. Neredeyse bedeninin bir parçası gibi kabullenir onu bebek büyürken. Bir de şu meşhur Masai dansı var. Tüm özel günlerde dans ederek kutlamalar yapılır ve danslarda erkeklerin en yükseğe sıçraması makbul olandır. Bu danslarda kullanılan ritimleri de çocuklar henüz yürümeye başladıklarında öğreniyorlar. Ayakta zor duran bir bebeğin annesinin ağzında dökülen müzikle ileri geri sallandığını her yerde görürsünüz. Bence geleneği aktarma konusunda Masailerden alınacak çok ders var. Bu sebeple Avrupa'da bir süre yaşasalar bile hemen köylerine dönüyorlar, köye girer girmez hemen geleneksel kıyafetlerini giyiyorlar, erkeklerin bu kadar renkli giyinmeleri, takı kullanmaları birçok toplumda hoş karşılanmasa bile dünyanın her yerinde üzerlerindekileri gururla taşıyorlar. Çünkü gelenek aktarımları yaşayarak oluyor ve bu da bebeğin doğumunda başlıyor.
Oradaki Müslümanların dinlerini yaşayışlarıyla bizim aramızda ne gibi farklar var?
Kırsalda fakirliğin getirdiği bir kısım olanaksızlıklar var tabii. Mesela bana yakın köylerden birine zekât ve erzak dağıtımı için ziyarete gitmiştik. O kadar mutlu oldular ki bize heyecanla medreselerini göstermek istediler. Biraz yürüdük, ben derme çatma tek oda bir ev bekliyordum. Bana bir ağacı işaret ettiler, "İşte burası bizim medrese" dediler. Meğerse çocuklar bu ağacın altında toplanıyormuş her gün ve köyün imamı onlara ders yaptırıyormuş. Tabii içinizden "Ne güzel, yeşil ortam gayet rahat ve sağlıklı" diyen olabilir. Maalesef bizim bölgede üç ay gece gündüz ateş yakılacak kadar soğuk oluyor ve yağmurlu sezonda da sel götürüyor her yeri... Afrika algısı ile ilgili en büyük sıkıntılarımızdan biri de bu; bilgimiz sadece bir bölgeye ait genelde o da Sahra Afrika'sı... Ama Afrika bir ülke değil, kıta ve birbirinden tamamen farklı 54 ülke var...
Tekrar İslam'ı yaşama konusuna dönersek çok da farklı olduğunu düşünmüyorum, sadece Tanzanya'da da büyükşehir ve köylerde hayat ve alışkanlıklar birbirinden farklı ve sosyal hayata yansıması da Türkiye'de olduğu gibi... Mesela köyde, köyün meydanında iftar yapabileceğiniz sofralar yan yanadır, ezanla telaşla camiye gidenleri görürsünüz, koşuşturmaya, iftar ve sahur heyecanına şahit olursunuz ramazanda... Ama başkent bunu fark edemeyeceğiniz kadar kalabalık ve karışıktır. Aynısı bayramlar için de geçerli. Tabii benim söylediklerim sadece şahitlik ettiklerim, Afrika genelinde ülkelere göre değişir. Hatta Tanzanya'da bile, Zanzibar'dakilerin hassasiyetleri ve alışkanlıkları anakaradakilerden çok farklı...
Afrika'nın gülen yüzünü insanlara göstermeye çalıştığınızı biliyorum. Sizce nasıl bu pek de gösterilemeyen yüz?
Aslında benim bulunduğum bölgede Tanzanya'da insanların hayatlarını sosyal medyada paylaşırken hayata bakışlarını da paylaşmış oluyorum. Bizim bu bakışı görmeye ihtiyacımız var. Sosyal adaletsizlikler sebebiyle Afrikalıların ellerinden alınanları gördüğümüz gibi, hâlâ sahip oldukları güzellikleri de -ki çoğunu biz kaybettik- görmeye ihtiyacımız var. Ben sadece birkaç hafta kalan biri olmadığım ve köyde bulunduğum için bunları sürekli yaşıyorum. Dolayısıyla özellikle oradaki insanların, komşularımın hayatına sürdürebilir güzellikler ve katkılar sağlamaya çalışırken sahip oldukları güzellikleri de aktarıyorum. Bu sebeple sosyal medya aracılığıyla sürekli olumlu mesajlar ulaşıyor bana.
Afrika ile ilgili bilgimizin daha önce de söylediğim gibi sahra kuşağı ile sınırlı olmasından kaynaklanan durumlar da söz konusu, aslında bildiğinizden başka bir Afrika da var demiş oluyorum paylaştığım fotoğraflarla. "Orası çöl değil mi, toprak nasıl bu kadar bereketli olabilir, orada her şey yetişiyor mu, nasıl bu kadar yeşil, yer altı su kaynakları var mı gerçekten" tarzı o kadar çok soru geliyor ki... Tüm Afrika'nın çöl olduğunu düşünenler var maalesef. Ayrıca el sanatları ile ilgili kumaşlar, sepetler, kilimler, ahşap oymalar, resimler ve bunların farklı farklı ekolleri o kadar çok ki. Sonra hepsi doğal baobab, moringa gibi tropikal bitki ve meyvelerinin çok değerli yağları, baharat bahçeleri, karanfili, vanilyası, karabiberi saymakla bitmez. Millî parklara hiç girmiyorum, ülkenin neredeyse yüzde 40'ı millî park... İçinde yaşarken bunlardan bahsetmemek mümkün mü? Bu kadar büyük bir zenginlik ve çeşitlilik var ama haberdar değiliz, birkaç kare ile bile bunları paylaşabilmek büyük mutluluk benim için.
Sizin köyde yaşamaya başlamanızla birlikte köylülerin yeni tanıştıkları neler oldu?
Yaşadığım Masai bölgesinde elektrik yok, aslında su da yok. Daha doğrusu yoktu. Bölgede kuyu bulunmuyordu. Benim ilk kaldığım zamanlarda da yemek ve içmek için gereken suyu, yağan yağmuru biriktirerek kullanıyorduk. Bölge halkı da çukurlarda biriken çamurlu suyu birçok şey için kullanıyordu. Zaman zaman buna içmek de dâhil. Dört yıl önce bölgede çok ciddi bir kuraklık oldu, tüm büyükbaş hayvanlar susuzluktan ve yiyecek bulamamaktan ölmeye başladılar. Bölgeden göç etmeye başlayan aileler oldu. Yağmurlu sezonda yağmur da yağmadı. Neredeyse iki yıl boyunca bölgeye bir damla yağmur düşmedi. Bölge halkı Masailer hayvancılık yaptıkları için bundan çok etkilendiler ve hayvanlarının neredeyse tamamını bu kuraklıkta kaybettiler. Ben de bu dönemde Türkiye'deki STK'larla görüşüp bölgeye su kuyuları yapılabilmesi için harekete geçtim. Bölge şehirlere uzak ve kırsalda kaldığı için kuyu açmak çok zor oldu. Ancak uzun uğraş ve gayretler sonucu dört derin su kuyusu açılmasına yardımcı oldum.
Sonrasında Türkiye'den ata tohumlarından seçerek sebze tohumları getirdim. Bunları eşimle birlikte kuyulardan birinin yakınında bir araziye ektik ve çok verimli sonuçlar aldık. Domates, biber, patlıcan, kabak, bal kabağı, bezelye, fasulye, salatalık, acur, ıspanak, bamya, patates yetiştirerek bölge halkına dağıttık. Aslında en çok da çocuklarla birlikte ektik, diktik, beraber öğrendik. Bir de beraber yedik tabii…
Son iki yıl içerisinde okulların bahçelerine ve köylülerin evlerinin etrafına da bin 500 kadar meyve fidanı diktik. İlk diktiklerimizin bir kısmının meyvelerinin tadına baktık bile… Muz, papaya, mango ve avokado öncelikle diktiğimiz meyveler. Hâlâ ekmeye ve dikmeye devam ediyoruz. Çocuklar bölgede yetişen ama hiç yemedikleri meyvelerle tanıştılar böylece, hatta çoğunun fidanını yaprağından bile tanıyorlar artık. Sebzeleri de aynı şekilde… Tohumdan nasıl fide yapılır, fideler nasıl ekilir, nasıl sulanır, sebzeler nasıl toplanır, öğrendiler hepsini…
Hâlihazırda yaptığınız projeler mevcut, takip ediyoruz. Peki, ilerleyen süreç için planlarınız neler?
Bu bireysel çalışmaları dernek çatısı altında büyüttük eşimle. Susuz ve ağaçsız okul kalmasın diyerek okullara da su kuyuları açıyor ve meyve fidanları dikiyoruz. Bir taraftan kırsalda tarım çalışmalarının, sürdürebilir tarımın artması için su kuyuları açarken, diğer taraftan öğrenciler de susuz kalmasın, rahatça eğitim alabilsinler istiyoruz... Hedefimiz Tanzanya'ya 1 milyon meyve fidanı dikmek. Yine köylerde kalkınma sağlamak için ailelere yönelik keçi dağıtımı ve kanatlı hayvan dağıtımı projelerimiz var. Ayrıca eğitim ile ilgili planladığımız destek projelerimiz de var ama önceliğimiz temiz su, fidan ve tarım... Çocuğuna bir bardak su verebilmek için saatlerce yürüyerek su taşıyan kadınlar, okullarında bir bardak su içmeden tüm gün ders gören çocuklar kalmasın istiyorum/istiyoruz.
SEVDE SEVAN USAK KİMDİR?
Sevde Sevan Usak çocuk yayıncılığıyla da uğraşan bir fotoğraf sanatçısı ve gezgin. Ancak 5 yıl önce gerçekleştirdiği bir Tanzanya gezisinde Masai kabilesini ziyaret ederken tanıştığı bir Masai erkeğini sevdi ve onunla evlendi. O günden bu yana bir Masai köyü ile Türkiye arasında dönüşümlü yaşıyor. İçinde yaşadığı bölge halkının hayatını fotoğraflarla sosyal medyada dünyayla paylaşmakla kalmıyor. STK'lar için gönüllü fotoğrafçılık yapıyor, onlarla işbirliği yapıp bölgeye su kuyuları açtırıp, elektrik getirtiyor, Türkiye'den getirdiği tohumlarla tarım yapıyor ve yaptırıyor, eşi ile birlikte kurduğu "Rafiki Organisation" adlı bir dernek vasıtasıyla bölge insanları ve çocukların hayatını kolaylaştırmak için çalışıyor.