Türk romanının, düşünce dünyasının en önemli, en tartışılan ve en özgün isimlerinden biri de Kemal Tahir'dir şüphesiz. Ortaya attığı fikirler ve özgün tezlerle Türk toplum yapısına dair yeni ufuklar sunan Kemal Tahir'i, Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı ile konuştuk. "Hikmet Kıvılcımlı dâhil Türk sosyalistlerinin hemen hepsi Marks'tan Türk toplumuna yönelirken, Kemal Tahir'in Türk toplumundan kalkarak Marks'a ve Marksizm'e yöneldiğini" belirten Kayalı, aslında Tahir'in özgünlüğünün nereden geldiğini belirtiyor bizlere.
Kemal Tahir'in düşüncesinin şekillenmesinde etkilendiği isim yahut isimler hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
Kemal Tahir'i etkileyen ortam olarak esasen, 1930'lu ve 1940'lı yılların Türkiye'sinin fikri atmosferini düşünmek lazım. O dönemde Kemalizm ve Marksizm'in anlaşılması konusunda doğal olarak sınırlılıklar vardı. Kemal Tahir, o dönemin sosyalizmi için; "biraz Nazım Hikmet sosyalizmi" gibi bir tabir kullanır. Belki de Nazım Hikmet'in etkisiyle Osmanlı tarihçilerini okur. Ancak 1940'lı yılların sonlarından itibaren kendi özgün yorumunu oluşturmaya başlar. Bu noktada iki hususun altını ciddi olarak çizmek gerekiyor. Bunlardan ilki bu coğrafyanın tarihsel gelişimini en ayrıntılı özelliklerine göre anlama ve değerlendirme, diğeri de sürekli olarak bir sistem çerçevesinde düşünme denemesidir. Çok sonra sona erecek köy üçlemesinde toprak düzenini Osmanlı'dan getirerek yorumlama denemesi vardır. 1960'lı yılların başlarında da Karl Marks'ın Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) kavramlaştırması üzerinde ciddiyetle durmuştur. Marks'la ilişkisi Türk Marksistlerinden oldukça farklıdır Tahir'in. Onların Marks, Engels, Lenin ve Stalin'i Ortodoks bir mantıkla ele almalarına mukabil Kemal Tahir'in yaklaşımı bariz bir biçimde esnek ve mesafelidir.
Emsallerinden farkı nedir Kemal Tahir'in?
Bakın, Hikmet Kıvılcımlı dâhil Türk sosyalistlerinin hemen hepsi Marks'tan Türk toplumuna yönelirken, Kemal Tahir Türk toplumundan kalkarak Marks'a ve Marksizm'e yönelmiştir. 1960'lı yıllardaki düşünce serüveni de Marksizm'e farklı yaklaştığının göstergesidir aslında. Marksizm, Türk sosyalist entelektüelinin kendini tanımlamak üzere kullandığı bir kavramken Kemal Tahir'in Türk toplumunu anlama deneyiminde beslendiği düşünsel bir dayanaktır. Kemal Tahir'de ilgi alanı genel anlamda Osmanlı, cumhuriyet öncesi Batılılaşma süreci ve daha sonradan erken cumhuriyet dönemi olarak anılan tarih kesitidir. Nitekim köy eksenli romanları ile kent eksenli romanları at başı gider. Yol Ayrımı ve Büyük Mal'ın neredeyse aynı tarihte başlayıp aynı tarihte tamamlanması hiç de tesadüfi değildir. Kemal Tahir'in daha sonraları merkezi öneme sahip olan dönemleri kapsayan çalışmalar zinciri Türkiye'nin toplumsal yapısını ve kültür alanını da atlamayan bir tahlilidir. Kemal Tahir çok değişik düşünce adamlarına yaslanarak sahici bir Türkiye fotoğrafı sunmaya çalışmıştır. Burada önemli olan husus Türkiye'nin bugününe dair düşünceler içerse de 1940'lı yıllara kadar bir Türkiye tablosu sunmasıdır. Kemal Tahir, örneğin Doğan Avcıoğlu'nun çok sonraları günü anlamak açısından tarihsel olarak önceki dönemlere gitme gereksinimi duymasından on yıllarca önce geçmiş dönem değerlendirmesi yapmak zorunluluğunu hissetmiştir. Kemal Tahir'in devrim stratejileriyle hiçbir ilgisi olmadığı gibi, "Bizim sosyalistliğimizden önce milliyetçiliğimiz gelir" tarzında bir vurgusu da olmamıştır. Bununla beraber Sovyetler Birliği konusunu da önemseyen bir anlayış içinde değildi. Ama buna rağmen de hiçbir zaman "anti Sovyetik" olarak da nitelenmemiştir. Türk toplumunun özgünlüğü üzerine bina ettiği görüşlerinin de bariz bir farklılığı var gibi görünmektedir. Herkesin azgelişmişlik ekseninde düşündüğü bir dönemde Türkiye'nin azgelişmiş olmadığının ve Afrika'nın kabile devletleri gibi tanımlanmaması gereğinin altını çizmiştir.
Çoğu Türk entelektüeli bir grubun içinden konuşurken, Kemal Tahir kendi düşünsel damgasını taşıyan nadir Türk entelektüellerinden biridir. Millilik vurgusundan daha fazla kendi özgün yerlilik vurgusunu yapmıştır. Bu vurgunun en gelişkin ifadesi de Yol Ayrımı romanında bulunmaktadır. Kemal Tahir'i Türkiye'deki tekil entelektüeller ve herhangi bir Batılı entelektüel ciddi anlamda beslememiştir. Geçmiş dönem entelektüellerini daha çok Türk, yakın dönem entelektüellerini ise daha çok Batılı entelektüeller beslemiştir. Örneğin, ne bir dönemler Doğan Avcıoğlu'nun üzerindeki Niyazi Berkes ne de Murat Belge'nin üzerindeki Althusser etkisine benzer bir etki, Kemal Tahir üzerinde görülmüştür. Kemal Tahir'in hem Türk düşüncesine hem de bundan daha fazla bir şekilde Batı düşüncesine yönelik bir direnci söz konusudur. O, tekil etkilenmelerden ziyade Türkiye'de etkin hemen her tür düşünsel mihrakla ve düşünce adamıyla hesaplaşmıştır.
Uzun yıllar geçirdiği hapishane hayatı, Tahir'in düşüncesinde ne gibi etkiler oluşturdu?
Uzun yıllar süren hapishane hayatının Türkiye'yi tanımakta çok belirleyici olduğu şeklindeki kanaat bence abartılıdır. Onun edebiyat anlayışıyla pek örtüşmemektedir. Beş Romancı Tartışıyor kitabı okununca dört romancının yazdıklarının resmen ve alenen otobiyografik olmasına karşın Kemal Tahir, bunun bir tarz zabıt kâtipliği olduğunu söylemektedir. Bir romancı birikimiyle beş dakikalık bir köy tecrübesinin köy romanı yazmaya yeteceğini söylemiştir. Çankırı-Çorum deneyimi köy romanlarındaki ayrıntıyı ve mesela mezhep göndermelerini güçlendirmiş olabilir. Tabii bir de Kelleci Mehmet romanının daha bir gelişkin biçim almasına neden olmuş olabilir. Ölümünden sonra yayınlanan roman müsveddesi Karılar Koğuşu da daha sahici bir hapishane ortamını resmeder. Ancak bütün romanlarının kurmaca olduğunun en net göstergesi "Millici Abi"yi anlattığı Esir Şehrin Mahpusu romanıdır. Rauf Mutluay'ın da söylediği gibi; "Kemal Tahir'in roman müsveddeleri bile romandır." Belki de meseleyi anlamanın en doğru yolu onun otobiyografik izler taşıyan Karılar Koğuşu romanıyla sağlığında yayınlanan romanlarını karşılaştırmaktan geçer. Kemal Tahir'in romanlarında yansıtılan hayat gerçek hayattan daha gerçektir.
"Türk usulü sosyalist" bir anlayışa sahip olduğunu biliyoruz Tahir'in. Nasıl bir içeriği vardı bu düşüncenin ve ne gibi tepkiler aldı bundan dolayı?
Bu coğrafyanın özelliklerini taşıyan bir sosyalizm, Kemal Tahir'in genel amaçlarından biridir ancak Kemal Tahir ileride bu coğrafyada şekillenecek sosyalizmi hiçbir şekilde tasvir etmemiş, resmetmemiştir. Onun temel derdi bu toplumu anlama denemesidir. Türkiye'de resmedildiğinin dışında bir sosyalizm aradığının işareti Türkiye'deki sosyalistleri tanımlama sürecinde ortaya çıkmaktadır. Türk sosyalistlerini Batılılaşma düşüncesinin bir kolu olarak nitelemiştir. Sosyalistleri Batılılaşmacı olarak görmesi onların resmi ideoloji ile yakınlıklarının, Kemalizm'e olumlu olarak baktıklarının işareti olarak da anlaşılabilir. Genel anlamda bağlantılara vurgu yapılmışsa da Kemal Tahir'in metinleriyle İdris Küçükömer'in metinleri arasında önemli çakışma noktaları atlanmıştır. Tartışmanın ana noktası da zaten erken cumhuriyet dönemi üzerinde odaklanmış görünmektedir. Bu noktada son dönem romanları daha ciddi bir açılım sunmaktadır bizlere. Özellikle Yol Ayrımı, bu anlamda en açıklayıcı romanıdır Tahir'in. Türkiye'de solun, sosyalizmin resmi ideoloji ve Kemalizm eleştirisi konusunda Kemal Tahir'i aşma konusunda sonraki tarihlerde ileri bir noktaya geldiği rahatlıkla söylenebilse de sosyalizmin değişik coğrafyaların renklerini taşıyabilecekleri konusunda bir milim ileri gidemediklerini de rahatlıkla belirtilebiliriz. Zira bu kesimlerin ekserisi meseleyi farklılıklar ekseninde mütalaa edemedikleri ve sadece siyasi saiklere takılıp kalarak değerlendirdikleri için Kemalizm'in özgünlüğü konusunda da sağlıklı bir değerlendirme yapamamışlardır.
Osmanlı'yı "kerim devlet" Batı'yı ise "ceberut devlet" olarak tanımlamasının sebepleri nelerdi? Devlet Ana adlı eserini hangi saiklerle yazdı?
Devletin Türk toplumundaki kerim niteliğinin altını çizip bu anlamda Türkiye açısından farklı bir konumlandırmanın yapılması gerektiğini söylemiştir Kemal Tahir. Bu anlamda da Batı toplumlarından farklı bir toplum yapısına dikkat çekmiştir. Kendi çağdaşı bazı entelektüeller, "ceberut devlet" kavramını Osmanlı devleti açısından özellikle kullanmışlardır. Toplum yapısının farklılığı Batılı entelektüelleri genel olarak Doğu toplumlarını "oryantal despotizm" olarak niteleme noktasına getirmiştir. Bunun da çok ciddi etkileri vardır. Bu durum Osmanlı toplumu için de "genelleştirilmiş kölelik" kavramının kullanılmasına yol açmıştır. Kemal Tahir'in Osmanlı toplumunu tahlil ederken kölelik dönemini yaşamadığını söylemesi bu noktanın, bu yaklaşımın bir tamamlayıcısıdır. Bu anlamda Sencer Divitçioğlu ve Doğan Ergun'un bazı nitelemeleri Kemal Tahir'in temel nitelemeleriyle çakışmaktadır. Kemal Tahir'in Sencer Divitçioğlu'nun Asya Tipi Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu kitabına ilişkin olarak; "Burada kerim devlet nerede?" diye sorması, aradaki temel farka işaret eder mahiyettedir. Hatta sosyalizmin Türkiye'de devlet geleneğinden yararlanarak gerçekleşme olanağından ve fırsatından bahsetmesi meselenin özünün anlaşılması bakımından önemlidir. Bu konudaki yaklaşımı Niyazi Berkes'in Doğu türü devlet - Batı türü devlet ayrımıyla çakışmakta, daha doğrusu yakınlaşmaktadır. Kemal Tahir devleti genel anlamda olumlu işlevlere sahip bir kurum olarak tanımaktadır. Devlet Ana'da da, başka metinlerde de Türklerin devlet kuruculuğundan bahsetmesinin bu konuyla net bir bağlantısı vardır. Aynı zamanda devletin kerim niteliğinden bahsetmesi, Marks'ın ATÜT kavramını nasıl esnek bir şekilde kullandığının da göstergesidir. Aslında Kemal Tahir'in kerim devlet kullanımına en yatkın metinlerden biri Lütfi Akad'ın Ömer Seyfettin uyarlamalarıdır. Kemal Tahir'in Osmanlı toplumunda devlet konusundaki yaklaşımı Ömer Seyfettin metinlerinden de beslenmektedir. Ayrıca Kemal Tahir'in kerim devlet nitelemesi, tarihin herhangi bir kesitine gönderme yapmakta olmayıp kapsayıcı bir özelliği işaret eder mahiyettedir. Devlet Ana romanı tarihin en erken döneminde de meseleye böyle bakılması gerektiğinin işaretidir. Tarihe yaklaşımının en gelişkin örneklerinin başında gelmektedir. Ancak burada geliştirilen düşüncenin genel tasarımını önceki romanlarında da görmek mümkündür. Gazetedeki tefrika edilme tarihlerine bakıldığı zaman düşüncelerinin değişik romanlarında iç içe geçmiş bir şekilde işlendiği de görülebilir.
Tahir'in romanlarında bir sosyolog ve tarihçi titizliğiyle çalıştığını görüyoruz. O, romanı ne olarak görüyordu esasen?
Kemal Tahir'in metinleri rahatlıkla tarihsel sosyolojik mahiyette incelemeler olarak nitelenebilir. Bunlar hem teorik özellikleri bakımından hem de Türkiye'nin somut sorunlarının incelenişi açısından böyledir. Örneğin Türkiye'de meselenin teorik boyutu yıllar sonra gündeme getirilmiştir. Bu coğrafyanın yakın tarihinin tahlili açısından da bir değerlendirme yapılmak yerine mesele sosyal bilimcilerin deneyiminden kalkılarak anlaşılmaya çalışılmıştır. Kemal Tahir'in konuyla ilgilendiği dönemde sosyologların ve tarihçilerin Türkiye'nin toplumsal yapısının evrimiyle bir ilgileri yoktur. O tarihlerde sol cenahta tarih ve sosyoloji değil, iktisat ve siyaset bilimi önemsenmiştir. Bu önemseme sıralamasında hâlâ siyaset bilimi ve ekonomi öndedir. Kemal Tahir hayatının her gününde, 24 saat roman düşünmüştür. Ölümünden hemen sonra yayınlanan son söyleşisinde de; tarihi çarpıtılmış ve sosyolojik özellikleri bilinmeyen bir toplumda romanlarının bu hususları da araştırması gereğinin altını ciddiyetle çizmiştir. Hakikaten Notlar'ı okunduğu zaman Fuat Köprülü'nün metinlerinden Behice Boran'ın yazdıklarına kadar pek çok farklı metni o dönemde Kemal Tahir kadar geniş bir perspektiften değerlendiren bir sosyoloğun, bir tarihçinin olmadığı rahatlıkla görülebilir. Behice Boran'ın Türkiye'de burjuvazinin varlığı konusundaki iddiaları, Osmanlı feodalitesi üzerine yazdıklarını teferruatlı bir şekilde eleştirilerek yorumlanmıştır Notlar'da. Bu yorum denemesi Cahit Tanyol'da olduğu gibi muhayyel bir Türk Marksizmine Giriş başlıklı bir metne yönelmekten çok meselenin somut tahliline doğru seyretmiştir.
O, romanlarında Türkiye'deki birçok sosyolog ve tarihçinin aksine Türkiye hakkında yapılagelen "beylik" tahlilleri köklü sayılabilecek bir şekilde eleştirmiştir. Kemal Tahir'in yalnızlığını da bir ölçüde bu noktada aramak gerekmektedir.
Onun roman anlayışının ikinci önemli yönü de romanı neredeyse bütünüyle kurmaca ama yüzde yüz gerçek olarak anlamasıdır. Roman alanındaki yaklaşımı da daha sonraki dönemin yaklaşımıyla benzer nitelikler taşısa da üzerinde hakkıyla durulmamış bir isimdir Kemal Tahir.
Teşekkür ederiz.