Kadın haklarına adanmış bir ömür: Nezihe Muhiddin
Geçtiğimiz ay, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesinin 80'inci yılını geride bıraktık. 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma hakkı tanınan kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934'de Anayasa ve Seçim Kanunu'nda yapılan yasa değişikliği ile tanındı. Peki, resmi ideolojinin söylediği gibi, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi bir lütuf muydu? Kadınlar kendilerine verilen siyasal haklar için hiçbir mücadelede bulunmamış mıydı? 80'li yıllara kadar kadın çalışmaları yapan tüm akademisyenler kadınlara verilen hakları Atatürk'e isnat etmişlerdir. Oysaki Cumhuriyet Halk Fırkası'ndan da önce kurulan, İkinci Meclis tarafından 'aşırı bulunarak' Türkiye'nin kapatılan ilk partisi olarak tarihe geçen Kadınlar Halk Fırkası'nı kuran kadınların, hiç de lise kitaplarından öğrendiğimiz 'Osmanlı'nın Cumhuriyet tarafından özgürleştirilmeyi bekleyen, çaresiz, güçsüz, kafes ardındaki mahpus' hikâyesine uymayan hayatları olduğunu artık biliyoruz. 'Feminizm yapılacaksa onu da biz yaparız' diyen tek partinin otoriter rejimi on yıllarca kadın hareketi tarihimizi ve akademi dünyamızı hâkimiyeti altında tutmayı başardı. Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk partisi Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) değil Kadınlar Halk Fırkası (KHF) idi. Her ne kadar kuruluş izni verilmese ve Atatürk'ten veto yese de… Kadınların seçme ve seçilme hakkını elde ettiği gün 'artık görevini tamamladığı için' kendini feshetmesi istenen Türk Kadınlar Birliği'nin kurucusu olan Nezihe Muhiddin'in sürekli engellenen mücadelesi, bu hakkın kadınlara bir lütuf olarak verilmediğinin ispatıdır.
Nezihe Muhiddin 1889 yılında İstanbul, Kandilli'de doğar. İlk serasker Ağa Hüseyin Paşa'nın torunu, Ali Şevket Paşa'nın kızı Zehra Hanım ile savcı Muhiddin Bey'in kızıdır. Eğitim hayatı Kandilli mahalle mektebinde başlamış, sonrasında kardeşiyle birlikte evde devam etmiştir. Farsça, Arapça, Fransızca ve Almanca ile bu dillerin edebiyatını özel öğretmenlerden öğrenen Nezihe Muhiddin'in bu donanımını yaşamında şekillendirecek olanlar ise annesi ile ilk öğretmeni olarak andığı dayısının kızı Nakiye Hanım'dır. Kadın sorunları üzerine düşünen, aynı zamanda ilk kadın gazetesi Hanımlara Mahsus Gazete'nin Zekiye takma adıyla aktif yazarlarından olan Nakiye Hanım ile annesinin edebiyat ve toplumsal sorunlar üzerine yaptıkları tartışmalar, Nakiye Hanım'ın evde düzenlediği toplantılar, ilerideki düşüncelerinin ilk tohumlarını atacaktır. Henüz sekiz yaşındayken, annesiyle birlikte kadınların kurdukları hayır derneklerinin çalışmalarında bulunur; Nakiye Hanım vesilesiyle Fatma Aliye ile tanışma fırsatı yakalar. Fatma Aliye Hanım ile ilişkileri uzun yıllar sürecektir.
11 yaşında yazıldığı Öğretmen Okulu'nun eğitimini yeterli bulmayarak ev eğitimine devam eder. Yüksek öğrenim görmediği halde kendi kendini yetiştirecek, yirmi yaşında Maarif Nezareti'nin fen sınavını kazanarak fen bilgisi derslerini vermek üzere kız idadisine atanacaktır. Aynı zamanda İttihat ve Terakki Kız Sanayi Mektebi'ne müdür olur. Çalışma hayatı oldukça üretken geçer. Maarif Bakanlığı'na eğitim hakkında raporlar yazar; birçok okulda müdürlük, ilkokul ve yabancı okullar için müfettişlik yapar. İki kere evlenir. Muhlis Bey ile olan ilk evliliği kısa sürer. Belediye şirketler komiseri Memduh Tepedelengil ile yaptığı ikinci evliliğinden ise Malik adında bir oğlu olur. Ancak edebi yaşamı boyunca ikinci evliliğinin soyadını değil, babasının soyadı olan Muhiddin'i kullanacaktır. Basında 'edibe-i şehire' (ünlü kadın yazar) olarak anılan Nezihe Muhiddin'in, 1911 ile 1944 yılları arasında ulaşılabilen 17 romanı, 300 kadar öyküsü yayınlanmıştır.
Nezihe Muhiddin, Osmanlı feminizminin öncü kişiliklerinden biri olarak, Batı'nın etkinliklerini, yayınlarını izlediği Şair Nigar, Fatma Aliye ve Halide Edib'in de içinde yer aldığı büyük kadınlar kuşağının son üyesi idi. Nezihe Muhiddin'e göre memleketin yükselmesi için en önemli koşul kadınların yükselmesiydi. Yalnız kadının yükselmesi demek onun erkeğe benzemesi değil aradaki farkların iyileşmesi demekti. Nezihe Muhiddin mutlak eşitçilik değil farklılıktan yana tavır almıştı. "Tabiat olarak kadın ve erkek farklıdır ve kadın öncelikle annedir" diyen Muhiddin, yurttaşlık haklarında eşitlik istemekteydi. "Erkekle kadının birbirine benzemesi değil benzememesi toplumsal dengeyi sağlamlaştıracaktır" derken, kendinden yarım yüzyıl sonra Elisabeth Badinter'in kavramsallastırdığı tamamlayıcılık tezini savundu. Kadınların yapıcı doğalarının toplumun lehine olduğunu savunurken, eşitlik değil eşdeğer kavramına vurgu yaptı. Günümüzde halen çözülemeyen eşit işe eşit ücret sorunu için çaba gösterdi ve bunu hedefleri arasına koydu. Cumhuriyet rejiminin kozmetik yenilikçiliğine karşı gerçek bir yenilenmeden bahsetti.
Nezihe Muhiddin, elini attığı her işte olduğu gibi toplum yararına yaptığı çalışmalarda da oldukça verimli ve etkin çalışmıştır. Yetimlere ve muhtaç kadınlara yardım amacıyla kurulan Osmanlı-Türk Hanımları Esirgeme Derneği'nin ve Donanma Cemiyeti'nin kurucusudur; Müdafaa-i Milliye Osmanlı Hanımlar Heyeti'nde etkin olarak çalışır. Kadınların durumunun yalnızca toplumsal alanda desteklenerek iyileşeceğine inanmadığı için siyasi alana da el atma ihtiyacı duyacaktır. Kadınların seçme ve seçilme hakkı gibi siyasal hakları konusunda mücadele etmek üzere 16 Haziran 1923 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası'ndan önce, Cumhuriyet rejiminin ilk fırkası olan Kadınlar Halk Fırkası'nı (KHF) kurar ve 27 maddelik parti nizamnamesi ve programı yayımlanır. KHF'nin amacı, kadınların siyasi ve sosyal haklarını kazanmak, Meclis'te bu hakları savunmak ve kadınlığın statüsünü yükseltmektir. KHF, İçişleri Bakanlığı'nın iznini beklerken birçok faaliyette bulunmuştur (Maarif Kongresi, Beynelmilel Kadın İttihadı'na temsilci gönderme, Hukuk-i Aile Kararnamesi üzerine bir kadın konferansı düzenlemek ve Medeni Kanun için etkin bir kamuoyu oluşturmak gibi.
İçişleri Bakanlığı tam sekiz ay süren sessizlik döneminden sonra, 'kadınların seçme ve seçilme hakkı olmadığı' için KHF'nin kuruluşuna izin vermediğini tebliğ etti. Tanin gazetesinde ise 'bazı düşünceleri nedeniyle uygun bulunmadığı' yazılıydı. Bu 'bazı düşünceler'in ne olduğu hiçbir zaman açıklanmadı ama nizamnamenin siyasi hakları ima eden ikinci maddesi, kadınların belediye seçimlerinde aday olmasını öneren üçüncü maddesi ve 'kadınların savaş halinde askerlik görevi yapmasını' öneren sekizinci maddesinin çok 'taşkın' bulunduğu kulaktan kulağa fısıldanıyordu. KHF kurucuları partinin başına rejimin önemli adamlarından Ali Fethi Bey'i getirerek tekrar başvurdularsa da Ankara'nın (bunu Mustafa Kemal diye okumak gerekir herhalde) cevabı yine 'hayır' oldu. Bu sefer de o sırada kuruluş faaliyetleri süren Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) yüzünden 'halk fırkası' adının bir kadın kuruluşu tarafından kullanılması 'bölücü' bulunmuştu!
Nezihe Muhiddin ve arkadaşları yılmadılar, 'taşkın' maddeleri değiştirerek 7 Şubat 1924'te Türk Kadınlar Birliği (TKB) adlı örgütü kurdular. Nizamnamenin üçüncü maddesinde 'Birliğin siyasetle alakası yoktur' denmesine bakılırsa, bir önceki tecrübeden fazlasıyla ders alınmıştı. Nitekim dernek kimsesiz çocuklara, fakir kadınlara yardım etmek, onlara aş ve iş sağlamak, yerli malını özendirmek gibi 'hayırseverlik' işleriyle uğraştı. Nezihe Muhiddin amacına ilerlerken istediğini alabilmek amacıyla otoriteyle ters düşmemeye dikkat etmiştir ancak nafile. 13 Şubat 1925'te patlak veren Şeyh Said İsyanı, Kürtler, solcular ve dindar grupların yanı sıra kadınların siyasi taleplerine de kulak tıkamak için yeni bir bahane oldu. Cumhuriyet gazetesi, "Türkiye'nin hayatında çok mühim meselelerin mevcut olduğu bir zamanda hanımlarımızın mebusluk propagandası veya reklamı ile meşgul olmaları pek ciddiyetsiz" diye yazıyordu. Ama Nezihe Muhiddin pes etmedi, Temmuz ayında Kadın Yolu dergisini çıkarmaya başladı. İlk yazısı kadınlara siyasi haklar tanınması üzerine olan derginin Enver Behnan (Şapolyo), Yaşar Nabi (Nayır) ve Fahrettin Kerim (Gökay) gibi kadın hakları savunucusu genç erkek yazarları da vardı. Ancak isyan bahanesi ile çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu etkisini gösterdi ve TKB ciddi bir 'öz sansür' uygulamaya başladı. 1926'da TKB, CHF'ye üye olmak için başvuruda bulundu. Cevap, 'kadınların hayır işleri ile uğraşmasının daha doğru olacağı' yönündeydi. Birlikten Mustafa Kemal'e yakın bazı kadınlar da yeni çıkan Medeni Kanun'la 'kadınlara layık olmadıkları hakların bile verildiğini' söyleyerek siyasi taleplerde ısrar edilmesini eleştirmişlerdi. Ama Nezihe Muhiddin yine durmadı, 1927'de Denizli, Aydın, Afyon ve Diyarbakır'da şubeler açıldı ve CHF listelerinden genel seçimlere katılmak için kampanya başlatıldı. Elbette bu teklif de kabul edilmedi. Birlik bunun üzerine seçime erkek aday ile katılma kararı aldı. Ancak kendisini 'feminist erkek' diye tanıtan ve seçimler için bıyıklarını bile kestiren Kenan Bey alaylara tahammül edemeyince adaysız kaldılar.
Rejimin 'kadın hakları bakanı' rolünü üstlenen Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi Bey alaycı yayınına devam ediyordu. Örneğin gazetede çıkan bir yazıda "Hanımların mebusluğu hiç fena olmaz, Meclis'te sık sık moda etrafında münakaşalar cereyan eder. Hanımların balolarda smokin mi yoksa dekolte tuvalet mi giymelerinin daha uygun olacağına dair, mesela İstanbul mebusesi ile İzmir mebusesi arasındaki hararetli mücadeleyi bütün erkek mebusların merak ve tebessümle dinleyeceğine şüphe yoktur" deniliyor, kadın mebuslar kumaş türleri üzerine tartışırken karikatürize ediliyordu. TKB'nin siyasi haklar mücadelesi, Nezihe Muhiddin hakkında, birliğin 500 lirasını kişisel amaçlarla harcadığı gerekçesiyle soruşturma açılması ve birlik yöneticiliğinden istifa ettirilmesiyle sona erdirildi. Yunus Nadi, olayı "Oh diyoruz, aman kurtulduk! Artık her gün kusma eğilimi içinde bunalmaktan kurtulduk!" diye değerlendirmişti.
1927 ile 1929 yılları arasında Nezihe Hanım hakkında birçok dava açılır. Davaların hiçbirini kazanamaz; 1929 yılına kadar süren davalardan ancak afla kurtulabilir. 1930'da Suat Derviş ile birlikte parti programında kadınlara oy hakkı tanıyan Serbest Cumhuriyet Fırkası'na katılır; o yıl kadınlar ilk defa belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına sahip olurlar. Her iki yazar da bu vesileyle adaylıklarını koyar; ancak ne parti ne de adaylar başarılı olabileceklerdir. Muhiddin'in son siyasi hareketidir bu. Yaşadığı süreç kendisini insan içine çıkamayacak duruma getirmiştir; köşesine çekilerek kendini roman yazmaya ve öğretmenliğe verir. 1931 yılında, Osmanlı kadın hareketini Cumhuriyet dönemine kadar anlatan, Türkiyeli kadın hareketi için günümüzde önemli bir kaynak olan Türk Kadını adlı yapıtını yayınlar. Muhiddin, 1930'lardan sonra yaşamını küskün ve hayal kırıklığına uğramış bir şekilde geçirir. Romanlarının çoğunu bu dönemde yazar. Evinde Yaşar Nezihe, Şükûfe Nihal gibi yazar dostlarıyla toplanır; Fatma Aliye'yi düzenli ziyarete gider. 10 Şubat 1958 yılında, yalnız bir halde La Paix ruh hastalıkları hastanesinde ölür.
Bu kısa tarihçe bize gösteriyor ki, resmi ideolojinin iddia ettiği gibi 5 Aralık 1934'te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınması bir 'lütuf' değildi. Aksine, Cumhuriyetin erkekleri, dokuz yıl boyunca kadınlara bu hakkı vermemek için ellerinden geleni yapmışlar, onları yıldırmak, sindirmek için her türlü aracı kullanmışlardı. Kadınlar ise İstiklal Mahkemelerinin rejimin en güçlü adamlarını bile idama mahkûm ettiği, sürdüğü o yıllar boyunca, siyasi haklara ilişkin taleplerini ısrarla dile getirmeye çalışmışlardı. Tarihe şöyle bir baktığımızda, güç odakları tarafından herhangi bir alanda rakip olarak görülen ve el çektirilmek istenen kişilere yönelik sindirme operasyonları 'itibarsızlaştırma' çabası ve 'yolsuzluk' davaları üzerinden yapılmıştır. Buna bir örnek de, bir Osmanlı münevveri olan Nezihe Muhiddin'dir.
Nezihe Muhiddin, Kemalistlerin Osmanlı'dan hiçbir iz taşımaması istenen 'çocuk kadın' dayatmasına karşı çıktı. Kadınların daha iyi bir yaşam sürmesi için hayatını mücadeleye adayan bu Osmanlı kadını sistemle çatışmaktan kaçınmasına rağmen kendi kadınlık mefkûresi Kemalistlerin sunduğu kadın modeliyle çarpışınca her türlü karalamanın da muhatabı ve kurbanı oldu. Israrlı tutumu sayesinde elde edilen seçme ve seçilme hakkı, resmi ideologların tekrarlamayı pek sevdikleri gibi Fransa'dan (1944), Japonya'dan (1945), İsviçre'den (1971) önceydi ama Yeni Zelanda'dan (1893), Avustralya'dan (1894-1908), Finlandiya'dan (1906), Norveç'ten (1913), Danimarka ve İzlanda'dan (1915), Rusya ve Hollanda'dan (1917), İngiltere, Almanya, Avusturya, Letonya, Polonya ve Estonya'dan (1918), Arnavutluk, Çekoslovakya ve ABD'den (1920), Azerbaycan, Ermenistan ve İsveç'ten (1921), Moğolistan, Tacikistan, Kazakistan, Türkmenistan, Ekvador, Romanya, Güney Afrika, İspanya, Şili, Portekiz, Uruguay, Tayland, Brezilya'dan (hepsi 1924-1933 arası) sonraydı. Ama resmi tarihçiler haklılar, buna da şükretmeliyiz. Çünkü Kemalist erkekler 1934'te de bu hakkı tanımayabilirlerdi. Nitekim Kürtlere, solculara, dindarlara, gayrimüslimlere hak ettiklerini yıllarca vermediler. Ve kendi kurdukları hâkim sisteme az da olsa muhalefet geliştiren her kesime karşı etnisite, cinsiyet ayırt etmeksizin her türlü itibarsızlaştırma ve gözden düşürme hamlesini de yapmaktan kaçınmadılar. Kemalistler cumhuriyet kazanımlarını sadece kendi perspektifleri ile kendilerine mal etmek isterken, Nezihe Muhiddin'in ölümcül hatası, kadın devriminde söz sahibi gerçek bir aktör olmak istemesiydi. Ama kıymeti kendinden menkul olan herkes için geçerli olan kanun Nezihe Muhiddin için de geçerliliğini korudu. Adı unutturulan bu karizmatik şahsiyetin bıraktığı izler silinemedi. Haksızlığa uğrayan hakiki ideal sahibi herkesin, hak ettiği itibarı bir gün geri kazanacağı muhakkaktır.
BU PORTREDE, YAPRAK ZiHNiOĞLU'NUN METiS YAYINLARINDAN ÇIKAN KADINSIZ İNKILAP KiTABINDAN YARARLANILMIŞTIR
AYŞE KARDAŞ KiMDiR? Bahçeşehir Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi alanında yüksek lisans yaptı. T.C. Başbakanlık danışmanı olarak görev yapmaktadır.