Dünyadan portreler/haberler
Joy Milne (İSKOÇYA)
PARKİNSON'U KOKUYLA TEŞHİS EDEN HEMŞİRE
İskoçyalı Joy Milne 20 yıl boyunca hastanelerde hemşire olarak çalıştıktan sonra tıbba farklı bir şekilde daha hizmet edebileceğini keşfetti. Çocukluğundan beri çok güçlü bir koku alma duyusuna sahip olan Joy Milne, bu denli hassas olan burnunun bazı hastalıkları koklayarak teşhis edebildiğini ancak ilerleyen yaşlarında bundan 12 yıl önce kocasına Parkinson teşhisi konulduğunda keşfetti. Edinburgh Üniversitesi'nde İskoç uzmanlar Milne'in bu yeteneğini görmezden gelmek yerine ondan yararlanmayı tercih ettiler. Testlerin sonucunda, Parkinson'lu hastaları giysilerinin kokusundan ayırt edebilen Milne'in ayrıca hastalığa yakalanacak sağlıklı kimseleri de önceden teşhis edebildiği görüldü. Joy Milne böylece koku alma yeteneğini tıbbın hizmetine sunduğu gibi bilim adamlarıyla ortak bir çalışmaya daha giderek geçtiğimiz aylarda koku üzerinden Parkinson hastalığını erken teşhise yarayan bir testin geliştirilmesinde başrol oynadı.
Jean-Jacques Muyembe Tamfum (KONGO)
KİM DEMİŞ AFRİKALI KENDİ İLACINI YAPAMAZ DİYE?
Bazı Afrika ülkeleri birkaç yıldır ölümcül ve bulaşıcı Ebola virüsüne karşı çareler arıyor ve çarenin Batılı uzmanların elinden geleceği düşünülüyordu. Sonunda Ebola'ya karşı yüzde 90 etkili bir ilaç bulundu ama bir Batılı değil, Kongo'lu bir hekim tarafından. 40 yılı aşkın süredir Ebola virüsüne çare bulmak için çalışan tıp doktoru Jean-Jacques Muyembe Tamfum'un uzun soluklu çalışmalarının sonunda virüse karşı oldukça etkili olabilecek bir ilaç ortaya çıktı. Şimdilik her şey kesin değil ancak ilk Ebola salgınının görüldüğü 1976'dan beri Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte bu virüse çare arayan Dr. Tamfum'un çalışmalarının sonuçları Kongo'lu hekimin 77 yaşında neticeye ulaşmış ya da çok yakın olduğunu gösteriyor. Tamfum'un geliştirilmesine öncülük ettiği REGN-EB3 ve mAb114 adlı ilaçların verildiği sınırlı sayıdaki Ebola'lı hastaların iyileştiği görüldü. Afrikalı hekimin buluşu Ebola'nın yenilmesi adına şimdilik en büyük umut kaynağı…
Mila Makovec (ABD)
YAŞATMAK İÇİN KİŞİYE ÖZEL İLAÇ İCAT EDİLDİ
Öldürücü bir beyin hastalığı olan Batten Sendromu'nun pençesinde yaşam mücadelesi veren 8 yaşındaki Mila Makovec'e mevcut ilaç ve tedaviler yaramıyordu. Boston'da Mila'nın DNA'sını tarayan araştırmacı ekip hastalığının temelinde ona mahsus bir genetik mutasyon tespit etmişti. Dolayısıyla tümüyle onun kişisel ve genetik özelliklerine göre hazırlanacak hatta icat edilecek çok özel bir ilaca ihtiyacı olduğunu düşünüyordu doktorları. Mila'nın ancak bu şekilde iyileşme ihtimali olduğunu gören doktorlar ABD Gıda ve İlaç İdaresi FDA'dan izin aldılar, kızın genetik yapısına göre yepyeni bir ilaç tasarladılar, bunu ürettiler ve hayvanlar üzerinde test ederek insan üzerinde kullanılabilir hâle getirdiler. Tüm bu çalışmalar Mila'yı kurtarmak için 1 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanarak adeta bir mucizeye de imza atıldı ve Mila'nın umudu olan kişiye özel ilaç 2019'un son aylarına yetiştirildi. Bu istisna ile kişiye özel ilaçların da üretilebileceği görülmüş oldu.
DÖKÜNTÜLERİN ARASINDAN YÜKSELEN BİR TIP (KÜBA)
Sivil hak ve özgürlükler alanındaki eksiklikler, despotik bir rejim ve kısıtlı ekonomisi nedeniyle sürekli eleştirilen Küba'nın alkış toplayan tek yönü neredeyse efsaneye dönüşen sağlık politikaları ve tıbbi gelişmeleri. Zorlu ambargo şartları ve mali sıkıntılara rağmen Küba etrafındaki daha iyi durumdaki ülkelere nazaran çok daha etkin ve eşitlikçi bir sağlık politikası geliştirdiği için hayli övgü topluyor. "Dünyanın en iyi sağlık hizmetini veren ülkesi" olduğu bile ileri sürülüyor. Tıp fakültelerinden sadece 2012'de 6 yıllık eğitimden geçmiş 11 bin doktoru mezun ederek tarihindeki en yüksek rakama ulaşan ülkede tıbbın gelişmesi, tıp eğitiminin mükemmelleştirilmesi, eşitlikçi ve ücretsiz sağlık hizmetleri millî öncelikler arasında geliyor. Oysa 1959'da Küba'daki toplam doktor sayısı 6 bindi ve bunun yarısı Küba Devrimi'nden sonra ülkeyi terk etmişti. O tarihten bu güne Küba tam 109 bin hekim yetiştirdi. Bu sayede ambargo altındaki ülke fakirliğe rağmen binde 4,5 çocuk ölüm oranı ve 77 yıl ömür ortalamasıyla en gelişmiş ülkelere yaklaşmayı başardı.
UZUN ÖMÜR ORTALAMASINI MODERN TIBBA MI BORÇLUYUZ? (AVUSTRALYA)
Commonwealth Bilimsel ve Endüstriyel Araştırmalar Örgütü (CSIRO) araştırmacıları DNA'lardan yola çıkarak yaşayan ya da türü tükenmiş olan canlıların teorik hayat ortalamalarını belirlemeye imkân veren bir metot geliştirdiler. Metodun temeli hücre içinde bulunan bir "biyolojik saat"e dayanıyor. Araştırmacıların elde ettiği sonuçlara göre "Neanderthal Adam"'ın 37,8 olan yaş ortalaması modern insanın 38 yaş ortalamasına çok yakın. Ancak gelişmiş refah ülkelerinde yaşayan modern insanda bu ortalama 80'leri geçiyor. Bu da modern insanın –gelişmiş ülkelerde- yaş ortalamasının son 200 yılda iki katından fazla artığı anlamına geliyor. Araştırmacılar iki asırda gerçekleşen bu yüksek artış oranını şöyle açıklıyorlar: "Bu, yaşama şartları ve tıptaki gelişmelerden kaynaklanan istisnai bir durum." Bir başka deyişle bu, son iki yüzyılda kaydettiği gelişmeleri borçlu olduğu zekâsı ve uyum sağlama yeteneğiyle insanoğlunun biyolojik saatini iki kattan fazla güçlendirdiği anlamına geliyor.
MODERN TIP İLE GELENEKSEL ŞİFACILAR ARASINDAKİ SORUNLARA ÇÖZÜM ÇABASI (NİJERYA)
Modern tıbbın resmi otoriteler indinde tüm dünyada bariz bir önceliği, ayrıcalığı var. Ama bazı ülkeler kendi geleneksel tıp öğretilerinin silinmesine razı olamıyor. Nijerya federasyonunu oluşturan özerk eyaletlerden biri olan Lagos da bunlardan biri… Konvansiyonel tıbbın yanında ülkede hâlen etkinliği bulunan geleneksel tıp uygulamalarını geliştirmek, kanıta dayalı, belgeli bir alana dönüştürerek güvenilirliğini artırmak isteyen Lagos hükümeti bir yandan da geleneksel şifacıların tıp doktorlarıyla rekabet edebilirliğini artırmak için örgütleme faaliyetleri yürütüyor. Geçtiğimiz günlerde Ikeja şehrinde Lagos Geleneksel Şifacılar Araştırma Grubu'nun açılışına katılan Lagos devlet sağlık komiseri Prof. Akin Aboyami bu yeni şifacılar araştırma grubunun kuruluşuyla Lagos'un bitkisel ve geleneksel şifa ve tıp uygulamalarına akılcı ve bilimsel imkânlar sunan ilk ülke olduğunu söyledi. Bu çalışmanın modern tıp ile geleneksel tıp uygulamaları arasındaki sorunlara çözüm getirirken, modern tıpla yakınlaşmasını da sağlayacağını savundu.
"EKOLOJIK CENAZE DEFNI" (ABD)
Dünyada hemen her yerde ölüler dini inançlara göre ya gömülüyor ya yakılıyor ya da vahşi hayvanlara bırakılıyor. Ancak bazı çevreciler insan kadavralarının kısa sürede doğaya gübre ve toprak yani bitkileri hızlı geliştirmeye yarayan "kompost" olarak dönmesi gerektiğini savunuyor. Bu anlayışın ölü defin töreninde artık bir uygulama alanı var. ABD'de Washington Eyalet Yönetimi aldığı bir kararla bundan sonra gömme ve yakmaya alternatif olarak ölü bedenlerin komposta dönüştürülerek, üzerlerinde bitki yetiştirilecek şekilde toprağa yerleştirilmesine imkân tanıdı. İngilizce "human composting" tabir edilen ve "çevreye duyarlı" olarak nitelendirilen bu yöntemle bundan sonra insan kadavraları bir torba içinde gübreye dönüştürülebilecek ve tıpkı fidan dikme törenini andıran bir cenaze merasimiyle park ya da bahçeyi andıran bir tür "ekolojik mezarlıkta" toprağa verilecek. Bu cenazenin taşını ise üzerinde yetişecek olan ağaç ya da bitki oluşturacak. Cenazeleri bu şekilde dönüştürmeye yönelik ilk tesisin 2021'de Seattle'da açılması planlanıyor.