Şaşkın Kerteriz/Haziran 2017
Bize özgü bir canlı: köşe yazarı
"Köşe" yani "fıkra", "makale" yazım türü 17'nci yüzyıl Fransa'sında doğmuştur. Belli sayılarda çıkarılan ilk gazetelerde haber şeklinde yazılan yazılar günlük olarak yorumlanırken ortaya çıkan fıkra türü, bizde ise Serveti Fünun döneminde görülür. Daha çok edebiyatçılar eliyle yaygınlaşan bu türe Ahmet Rasim, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Haşim, Falih Rıfkı Atay seviye atlatırlar. Gazetelerin yaygınlaşması ve edebiyatçıların gazetelerden çekilmesi sonucunda eski muhabirlere kalan köşeler giderek artmaya başlar. Edebiyatçılar eliyle seviye atlatılan, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi büyük yazarların roman tefrika ettiği bu köşeler artık en saf haliyle sadece siyasi yorumların zemini haline gelmeye başladı. Önemli yazarlar köşelerden çekilirken, hiçbir entelektüel üretimi olmayan ama gündelik ve güncel siyasi meseleleri en iyi şekilde yorumlayabilen "muhabirler" köşelerin sahibi olmaya başladılar. O deneyimli, usta muhabir dönemi de kapandı gitgide, şimdi köşesinde şu kelimeleri bolca kullanan canlılar dönemi açıldı: "Alçak, yavşak, yüzsüz, haysiyetsiz, satılmış ilh."
Kısa Türkiye tarihi
Cemal Süreya
Türkiye'nin adı, soyadı yasasından beri atatürk adından soyutlanamadı:
1930'lu yıllarda etitürkiye;
1940'lı yıllarda atetürkiye;
1950'li yıllarda uditürkiye;
1960'lı yıllarda ötetürkiye
1970'li yıllarda atatürkiye;
1980'li yıllarda adıtürkiye;
mavi yolculuklar var bir de,o yunani o güzel yolculuklarda, hemen her zaman: adatürkiye.
Şiir şölenleri ve belediyeler
90'lı yılların başında Refah Partisi'nin belediyelerde yükselişe geçmesinin ardından yepyeni bir belediyecilik anlayışıyla tanıştık. Bu anlayış uzun yıllardır gelişerek sürdü; eleştirilecek birçok yönü olması bir tarafa, belediyecilik anlayışına farklı bir etkinlik hediye etti Refahlı belediyeler: Şiir şölenleri. Bu etkinliğin ilk nerede başladığını bilmiyorum ama çok uzun yıllardır şiir şölenlerini yürüten belediyeler olduğunu biliyorum, mesela Dursunbey'deki Suçıktı Şiir Günleri sanırım en uzun soluklularındandır. Şiir şölenlerinin çok ayrı, çok tatlı bir sosyolojisi vardır. Her şeyden önce temiz bir etkinliktir. Büyükşehirden yahut büyükşehirdeyse çeşitli muhitlerden önem derecesine göre şairler çağırılır ve onlardan şiirlerini kalabalığa karşı okumaları istenir. Öyle görüntüler çıkar ki ortaya; okuduğu şiirdeki şehri, misafir gittiği şehre göre değiştiren şairler mi ararsın, kürsü sırasına kızıp herkesi protesto edeni mi, kendisine bu imkân verildiği için ağlayan mı ararsın, şair olmadığı halde 10 kitabı ve 1000 şiiri olup çıkıp ben de şiir okuyacağım diyen savcı, hâkim, mal müdürü mü… Şimdilerde bu etkinliklere bir de "uluslararası" görünüm kazandırıldı. İyi kötü önemli şairler Türk şairleriyle birlikte İstanbul'un ve Anadolu'nun çeşitli yerlerindeki etkinliklerde şiirlerini okumaya başladılar. Şiir şölenlerinin sayısı azalıyor ya da siyasi yanı ağır basan etkinliklere kurban ediliyor. Bu bize özgü etkinliğe n'olur kıymayın ey belediyeler…
Sense 8
Matrix filminin mucitleri Wachowski biraderlerin yeni işi Sense 8 dizisi, şu sıralar kalp kapakçıklarımı havalandıran ve merak dürtümü kabarttıkça kabartan işlerden biri oldu. Amerikan dizileri arasında artık distopyanın, mucize, sır, gizem ve bilim kurgu ögelerinin vazgeçilmez bir moda haline geldiğini defalarca yazdım. Wachowski biraderler de bu unsurların neredeyse hepsini altın oran olarak kullanmışlar doğrusu. Yine de dizinin sessizlikle geçiştirilmesine şaştığımı söyleyebilirim. Netflix son yılların yükselişe geçen bir kanalı ve kanalda sansasyonel diziler yayınlanıyor. Sense 8 de öyle. Buram buram Cloud Atlas kokuyor ve görsellik açısından da çok kaliteli bir yapım olmuş dizi. Şimdilik senaryo hakkında tam bir bilgi edinemedim. Zamanla oturacak bir hikâyesi var gibi. Gizem bozulmasın diye konunun oturmasını bekleyeceğim. Farklı zaman ve mekânlarda anlatılan bu kadar çok karakter nasıl bir araya gelecek merakla bekleyeceğim. Siz de öyle yaparsanız temmuz Şaşkın Kerteriz'de konuyu tartışırız, ne dersiniz?
Sarı paşayı nasıl çağırmalı ?
Boynunda idam fermanıyla Samsun'a çıkan Sarı Paşa, yani Mustafa Kemal, yani Gazi Paşa, yani Atatürk… Tarihteki isimler genelde ideolojik tercihlerimizin payandası olmaya hazırlar sanki. Irksal, mezhepsel, dinsel ayrımlar tarihe mal olmuş isimleri farklı farklı açılardan sahiplenmemizi yahut yermemizi sağlıyor. Yeniden diriltilmeye her zaman değil, neredeyse her an müsait olan Mustafa Kemal tartışması da öyle. İslamcılar Ata-türk dememek için Mustafa Kemal derler, reformistler Gazi Paşa diye hitap ederler, ulusalcılar Atatürk ismini her yerde anmaya gayret ederler. Benimse aklıma hep şair Süleyman Çobanoğlu'nun kullanmayı tercih ettiği "Sarı Paşa" adlandırması gelir. Senelerden beri beni şaşkınlık denizine gark eden bu meseledeki karmaşa daha adlandırmadan başlıyor. Mustafa Kemal'in iki ayrı kişilik olduğundan bahseden mi ararsın, ona Melamilik kesbeden mi, Mason diyen mi ararsın, diktatör diyen mi, tek adam diyen mi ararsın, tanrı diye çağıran mı… Gazi Paşa'nın döneminde yazılan şiirlerdeki Gazi, büsbütün insanüstü bir canlıdır. Şevket Süreyya'nınki bambaşkadır. Rıza Nur'un hatıratındaki ise müellifin kendinden başlayarak sansasyoneldir. Annesi, eşi, sevgilileri… Bitmeyen, bitirilemeyen bir tartışma. Burada elbette tarihi tarihçilere bırakalım deyip işin içinden sıyrılmaya çalışıyor değilim ama gerçekten Mustafa Kemal Atatürk'ü artık kendi tarihinin içine bırakalım. Yaptıkları, yapamadıkları tartışması inanın orada kaldı. Onu yeniden diriltemeyiz. Onu tarihten de silemeyiz. Enver Paşa'yı silemediğimiz gibi. Kâzım Karabekir'i, Fevzi Çakmak'ı silemediğimiz gibi… Hem buna gerek de yok. Yaşadıkları dönem hepimizi ilgilendirecek derece ve önemde, elbette ama bu onların insan olduğu gerçeğini görmemizi engellememeli. Tam da bu sebepten dolayı Nutuk'u yeniden okumak zorundayız, Enver Paşa'nın mektuplarını ve Kâzım Karabekir'in hatıralarını. Bu isimlerin kalbimizdeki yeri ve önemine gelince... Boynunda idam fermanıyla Samsun'a çıkan Sarı Paşa, Mustafa Kemal, Atatürk yahut Gazi Paşa, hem tarih açısından hem de Türkiye'nin ontolojisi açısından hayati derecede önemlidir. Önem derecesi çok büyüktür ve onun yanına Halil Paşa'yı, Fahrettin Paşa'yı, Enver Paşa'yı ve daha nice kahramanı da ekleyerek yakın tarihimizi "tarih" açısından okuyalım. Yoksa insanların kişisel zaafları tarihi değil başka sahaları ilgilendiriyor, sadece bilim açısından değil, hepimiz açısından.