Black Mirror | Sinik aklın medya tasavvurları
Charlie Brooker'un distopik bilim kurgu antolojisi Black Mirror (2011) ile ilgili temel sorun: Medyanın hayatın yerine geçmesini anlatırken faciayı sıradanlaştırıyor. Hatta sıradanlaştırmanın ötesinde bundan zevk almayı öneriyor. Sahte bir farkındalık yaratıyor ve yarattığı sahte farkındalığı da 'cakası satılabilir' bir şey olarak sunuyor. Bu yüzden son tahlilde medyanın zararlarına karşı bir duyarsızlığı yaygınlaştırıyor. Bu durum sadece kendisinin de eleştirdiği medyanın bir unsuru olmasından kaynaklanmıyor. Pekala, medya kendi araçları kullanılarak da eleştirilebilir. Modernist sinemanın iyi örnekleri mesela, bu konuda modernist düşünceden de ileri bir noktadadır. Bu yüzden modern felsefenin gelip dayandığı nokta sinema olmuştur. Gilles Deleuze, sinema üzerine yazdıklarında asıl olarak buna değinir. Black Mirror'ın yaptığı ise daha çok eleştiriyi evcilleştirmek şeklindedir. Bu tavır çok daha genel bir kapsama sahip. Peter Sloterdijk'in Sinik Aklın Eleştirisi'nde (1983) ifade ettiği şekliyle sinizm, Batı düşüncesinin temel bir özelliğidir. Sinizm toplumsal olarak kabul gören düşünce ve hayat tarzlarına yönelik genel bir çekince olarak ifade edilebilir. Avrupa'da özellikle modernliğe dair eleştirel bir tavrın geliştiği savaş sonrası dönemde sinizm yaygınlık kazanmıştır. Sloterdijk'in aydınlanma eleştirisi üzerinden tespit ettiği ve Avrupa muhayyilesinde etkin olduğunu söylediği 'kötü sinizm' Black Mirror'ın ruh halini iyi bir şekilde ifade eder. Sinizmin bu kötücül hali, eleştirinin imkânlarını boşa çıkararak hâkim ideolojiye eklemlenir. Black Mirror'da örneğin diziyi izledikten sonra insanların medyanın hayatlarındaki etkilerini fark edip bu konuda bir tavır geliştirmelerini düşünmek muhaldir. Bu yüzden dizinin medya eleştirisini muhtemel eleştirilerin önünü almaya çalışan defansif bir düşünsel eğilim olarak değerlendirmek daha doğrudur. Bir yerde dizi kendini, kendi eleştirisini yapabilen bir şey olarak sunuyor. Oysa yarattığı etki eleştirel bir tavır geliştirmekten çok, kötü yanlarını bilerek bunlara rağmen medyaya uyum sağlamak şeklinde gelişiyor. Günümüzde bu tarz eleştirelliğin temel işlevi bu açıdan okuryazar insanlar arasında sinizmi yaygınlaştırmak ve onlara sanal bir ayrıcalık pozisyonu bahşetmeye evirilmiş durumda.
İdeolojinin gücü artık yarattığı özdeşleşme çağrısından çok ideolojiyle özdeşleşmeme yani ona mesafe koyma imkânlarını da yaratabilmesinde gizli. Demokrasinin, liberalizmin, hümanizmin pratik alandaki tartışılmazlığına karşın düşünsel planda neredeyse her önermesinin yanlışlığının ispatlanmış olması günümüzde ideolojinin işleyişine dair birçok konuyu aydınlatıyor. 'Batı'nın değerlerine inanmak saflık ama bu değerlere uygun olarak yaşamak bir zorunluluk.' Çoğu insan böyle düşünüyor. Medya bahsinde de bu geçerli. Medyanın insanlara ettiği fenalıklara herkes aşina ama kimse medyayı hayatından çıkarmayı düşünmüyor.
Aydınlanmış yanlış bilinç
Bilmek artık insanı iyiliğe sevk etmiyor. Ancak yine de eğer bir iyilik imkânı yaratılacaksa bu da bilmekle mümkün gibi görünüyor. Bu yüzden Black Mirror'ın ortaya koyduğu medya eleştirisi üzerinde düşünmekte fayda var. Dizi ilk iki sezonuyla kendine iyi bir seyirci kitlesi oluşturmuştu. Medya alanında çalışan ve medya üzerine düşünen insanların çoğu kulaktan kulağa yayılan dizinin ününün farkındadır sanıyorum. Dizinin medya konusunda tüketici olmanın ötesinde ayrıcalıklı konumlara sahip insanlar tarafından benimseniyor olmasında yukarıda sözünü ettiğim 'aydınlanmış yanlış bilincin' etkisi olduğu muhakkak. Dizinin popüler dizilerden farklı olarak her bölümde farklı bir hikâyeyi anlatıyor olması ve ilk iki sezonunda sadece üçer bölümden ibaret olması da bununla ilişkili. Popüler dizi tüketim biçiminden farklı bir tecrübe sunuyor Black Mirror. Üçüncü sezonuyla birlikte ise dizi Netflix gibi medya alanında yeni gelişen büyük platformlardan birinin desteğini arkasına alması sebebiyle daha yaygın bir seyirci kitlesine hitap etmeye başladı. Bu aynı zamanda dizinin sinizmine acımtırak bir sos katan İngiliz karakterinin yerini daha renkli ve şekerli Amerikan aromasının alması anlamına da geliyor. Dizinin sezonları arasında bu tarz bir karşılaştırma yapmak mümkün. Yine de dizinin farklı sezonları ve bölümleri tek bir evrenin parçalarını oluşturuyor gibi. Yani dizi farklı hikâyelerine rağmen bütün hikâyelerin aynı anlatı evreninde geçtiği hissini yaratıyor.
Dizi genel olarak medyanın yarattığı özgürlük yanılsamasına rağmen aslında çok katı bir toplumsal denetim sağladığını anlatıyor. Medyanın 'katılımcı' tavrını öne çıkardığı örnekler bu çelişkinin en yoğun olarak hissedildiği durumları oluşturuyor. Dizinin bir diğer teması da sanal sanılan medyanın aslında hayatımızda gayet somut neredeyse materyal düzeyde etkilerinin olmasıdır. Dizinin gerçek hayattaki etkileşimler yoluyla insanların birbirini puanladığı bir sosyal ağı anlatan bölümü bu açıdan açıklayıcıdır. Gerçek hayattaolduğu gibi bu hikâyede de farklı ağlar giderek birleşip tek bir ağ haline geliyor. Burada kazanılan puanlar bir noktadan sonra insanların toplum içerisindeki statüsünü belirlemeye başlıyor. Belirli iş kollarında ve belirli toplumsal çevrelerde tutunabilmenin yolu sosyal ağlarda bir şekilde varlık göstermek haline geldi. Bu artık kimseyi şaşırtmıyor. Twitter hesabı olmayan bir gazetecinin işinde iyi olsa bile belirli bir tanınırlığın ötesine erişmesi mümkün görünmüyor örneğin. Sosyal ağ kimliği insanların karakterleri üzerinde şekillendirici bir etki yapıyor. Öte yandan sosyal ağların yarattığı teamüller birçok karakter özelliğini bastırmaya birçoğunu da toplumsal olarak taklit etmeye yöneltiyor insanları. Sosyal ağ kimliğinin insanların gündelik hayatlarındaki etkisi de sanal olmanın çok ötesine geçmiş durumda. İş görüşmelerinden, evlilik sürecine insanların hayatlarındaki sosyal etkileşimlerin çoğu için sosyal ağlardan ortaya konan performans bir veri vazifesi görüyor artık. Sosyal ağlar insanların ferdi özgüllüklerini artırmaktansa toplumsalın insanlar üzerindeki basıncını artıran bir şey haline geldi. Black Mirror da bunu anlatırken çok da farklı bir noktaya çekmiyor insanı. Diziyi izleyip takdir ederek belirli bir toplumsal olguya riayet etmenin ötesine geçilemiyor. Biri çıkıp Twitter'da "Black Mirror yapıntı bir dizi, entelektüellerin kendini tatmin aracı" filan dese esprisi anlaşılmayabilir. Puanı düşebilir, takipçilerinin birkaçını kaybedebilir en azından.
Bir tür otorite olarak medya
Dizinin belki de en açık seçik ortaya koyduğu olgu, medyanın ürettiği gerçekliğin sanal olmanın ötesine geçtiğidir. Medyanın ürettiği gerçekliği tecrübe edişimizle gerçek hayatı algılayışımız arasında çok da bir fark yok. Orson Welles'in Dünyalar Savaşı'nı radyoda sahneleyişinden beri neredeyse 80 yıl geçti. Medya artık anlattığı hikâyeyle insanları çeldiren, acaba dedirten bir şey olmaktan çıkıp bir çeşit otorite olmaya başladı. Bir olayın videosu yoksa insanlar olayın gerçekten olduğunu inandırmak imkânsız hale gelmeye başladı. Toplumsal tecrübe medya tarafından böyle şekillendirilirken sanal gerçeklik yoluyla bireysel tecrübelerin de tek kaynağı medya haline geldi. İnsanlar birçok duyguyu sadece sinemanın onlara anlattığı kadarıyla tanıyorlar. Medyanın insanlara sunduğu tecrübe insanların zihninde artık gerçekmiş izler bırakıyor. Black Mirror'ın bir sanal gerçeklik oyununu konu alan bölümü temelde bunu anlatıyor. Medyanın insan üzerindeki etkisinin ne tür fiziksel karşılıkları olabileceğini gösteriyor. Özellikle şiddet konusuna odaklanıyor. Tecrübe ettiğimiz medyatik şiddetin bundan 100 yıl önce savaşa katılmış bir askerin tecrübe ettiğinden kat kat daha fazla olduğunu düşünürsek zihinsel olduğu kadar bedensel açıdan da ondan ne kadar daha kötü durumda olduğumuz tahmin edilebilir. Ancak dizi şiddet olgusunu sanal gerçeklik gibi gerçekliğin yerine geçme iddiası en güçlü medyatik içeriklerden biri üzerinden anlatıyor. Asıl tehlike belki de çok daha iddiasız olanlarda. İnsanın haberlerde gördüğü şiddetin insan zihninde fiziksel tortular bırakmadığından emin miyiz? Black Mirror çoğu zaman çarpıcı olmak yerine zekice gözükmeyi tercih ediyor. Bu yüzden kendinden hoşnutluk dışında izleyen üzerinde bir etki bırakmıyor.
Dizinin şantaj temalı bölümü ise internetin hem yasak olana dair çağrısı hem de bu çağrıya kapılanların cezalandırılmasını anlatıyor. Mesajları dışında kendisini göremediğimiz şantajcı neredeyse internetle özdeş bir şey gibi yansıtılıyor. Bu kişileştirmenin aynı zamanda internete ödül ve ceza veren bir çeşit 'tanrısallık' bahşetmesi de söz konusu. İnternet birçok günahın işlenmesini kolaylaştırıyor. Günahkâra gizlilik sağlıyor. Ama bir taraftan da her şey kaydedildiği için günahkârı kendi ağına hapsediyor. Faş olmamak için her şeyi yapabilecek hale getiriyor. Bahsettiğimiz iki özellik burada da mevcut. İnsanlar gönüllü olarak katıldıkları 'oyunun' kölesi haline geliyor. Sanal olan gerçeğe dönüşüyor. Dizinin insanların zihinlerinin veri tabanlarında saklanmasını anlattığı bölüm belki de distopyadan çok ütopyaya yaklaşıyor. Ancak yine de elbette ürkütücü bir tarafı var. Kusurlu ve sonlu bir hayattansa sonsuz bir sanal hayat yaşamak fikri insana her şeye rağmen çekici gelmiyor. Bir çeşit cennet tasviri için fazlasıyla grotesk bir hissiyat yaratıyor. Gönüllü katılımın bir taraftan çıkışsızlığı yansıtması durumu ve sanal olanın gerçekliği yok etmesi bu bölümde de söz konusu. Askerlerin zihinsel manipülasyon yoluyla insanları öldürmeye teşvik edildiği bölüm ise asıl meseleyi yine örten bir söyleme sahip. Günümüzde bir yandan hümanizm vazedilir ve savaş karşıtlığı bir dayatma halini alırken bir yandan silah sanayinin Batı toplumlarının ekonomik motoru haline gelmesi tesadüf değil. Batı savaş etiğinden kaçmak ve uluslararası anlaşmalardan kaçınmak için savaşın tanımını değiştirmiş durumda. Terörizme karşı savaş başlığı altında yürütülen savaş, Batı'ya bütün ahlaki ve yasal müeyyidelerden bağımsız olma imkânı tanıyor. Muhatabını meşru bir düşman olarak tanımlamayan Batı'nın hikâyedeki düşmanı insan klasmanından çıkaranlardan çok da bir farkı yok. Ancak bu noktada savaş karşıtlığı mühim bir rol oynuyor. Meşru ve uluslararası anlaşmalarla şartları belirlenmiş savaşın engellenmesine yarıyor. Bu yüzden Batı muhatabını insan olarak görmekten imtina etmek için hümanizmi sürekli yeniden üretmek zorunda. Black Mirror'ın ucuz savaş karşıtlığı da böyle bir hümanizmin ürünü.
Sosyal ağlarda linçi konu edinen bölüm belki de dizinin üçüncü sezondaki en iyi bölümü. Gündelik nezaketi bir norm olarak benimsemiş insanların sanal dünyada nasıl gerçek yüzlerini göstererek gaddarlaştıklarını anlatıyor. Sosyal medya denen gladyatör sahnesini yani.