Frankenstein: Bir insan yaratmak
Günümüzde Frankenstein ismi insan tarafından yaratılan bu korkunç yaratık için kullanılıyor ama aslında isim, yaratığı tasarlayan doktorun adı. Doktor ve yaratık arasındaki bu girift, simbiyotik ilişki Londra'da National Theatre'ın 2011 senesi uyarlamasında, iki aktörün, Benedict Cumberbatch ve Johnny Lee Miller'in, değişimli olarak Dr. Frankenstein ve yaratığı canlandırmalarıyla seyirciye aktarılmıştır. Doktor ve yaratık ayrılmaz bir ikilidir ve Frankenstein aslen kimin kime hükmettiği çok belli olmayan bir hikâyedir. Kitap boyunca yaratıktan 'yaratık' diye bahsedilir. Onu yaratıp sonra terk eden Dr. Frankenstein ona bir isim bile vermemiştir; isimleri de öğretmemiştir. Yaratık, isimleri deneyerek, acı çekerek öğrenecektir. Frankenstein bu bakımdan da bir dil kurma, bir ses edinme hikâyesi olarak okunabilir. Nitekim kitaba yazdığı önsöze bakarsak Mary Shelley'nin kendi romanını da sahibinin elinden çıktıktan sonra kendi hayatına sahip olacak bir yaratık olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Frankenstein Shelley'nin ilk romanıdır ve girişinde hicapla hikâyesinin biçimsiz bir şey olduğundan yakınır. "Yine de" der "bu garabet çocuğumu dünyaya salacağım. İnşallah uzun ve verimli bir hayata sahip olur." Nitekim romandaki Frankensteinların -hem doktor hem yaratık- hayatları verimli olmadığı halde Shelley'nin yaratığı olan roman 200 yıldır hâlâ okunmakta ve uyarlanmaktadır.
Shelley'nin hikâyesi, insanların bilgi edinme hırslarını sembolize eden bir yolculukla başlar. Kutupları keşfetmeye çalışan kâşifler, yarattığı canavarın peşinden kuzey kutbuna kadar gitmiş olan Dr. Frankenstein'ı bitap bir halde bulup hikâyeyi ondan dinlerler. Victor Frankenstein, İsviçre'de hali vakti yerinde bir ailenin oğludur ve okumak için Almanya'ya gider. Felsefe ve tıbba ilgi duyan Victor Frankenstein, aynı Goethe'nin 1806 yılında kaleme aldığı Dr. Faust karakteri gibi, kısa zamanda beşeri ilimlerde öğrenmesi gereken her şeyi öğrendiği sanrısına kapılıp daha metafizik deneylere girişmek ister. Shelley'nin döneminde insanları ölümden döndürme üzerine deneyler yapılmaktadır, Dr. Frankenstein ve Dr. Faust karakterleri de bu deneyleri yapan doktorların hikâyelerinden etkilenerek kurgulanmıştır. Yüzlerce cesedi, çürüyen bedeni inceleyen Dr. Frankenstein yaşamın, 'can'ın nerede olduğunu tespit etmeye çalışır. Kendi deyimiyle ölü bedenlerden çıkan solucanları izleyerek ölümün yaşama, yaşamın tekrar ölüme dönüşümünü seyreder. Ve sonunda yaşamın nasıl oluştuğunu anlamakta başarılı olur. Bu cevheri tekrar canlandırmak, bundan öte, değişik insan parçalarından oluşan bir beden yaratmak bir sonraki doğal ilmî adım olarak görünür doktorumuza.
Frankenstein, yaratığının tam olarak neye benzediğini anlatmaz; sadece 2,5 metre boyunda bir insan tasarladığını söyler. Neden bu kadar büyük bir insan yaratmak istediğinin sebeplerine de girmez. Elde ettiği kudretin sarhoşluğu belki de Tanrı'nın eserlerinin ortalama boyutlarından daha büyük bir şey inşa etme ihtirasına yöneltmiştir doktorumuzu. Sonuçta yarattığı yaratığın cidden bu boyutlarda olup olmadığından bahsetmez, uzuvları için 'güzel' parçalar seçmeye gayret ettiğinden bahseder ama 'sarı derili', 'parlak siyah saçlı', 'inci beyaz dişli' eseri canlandığında duyduğu his korku ve mide bulantısıdır. Doktorun kendi bedeni, yaratmış olduğu bedenin insicamsızlığı, tekinsizliği ve belki de acziyetine dayanamaz ve yaratığını tek başına bırakıp odadan kaçar. Geceyi dışarıda geçirdikten sonra evine tekrar geldiğinde yaratık yerinde yoktur. O ana kadar korku ve adrenalinle ayakta kalmayı başarmış olan Victor, yaşadığı dehşet sonucu hummaya yenik düşer ve aylarca yatağından kalkamaz. Kendisine hasta bakıcılığı yapan arkadaşının yardımıyla yaşadıklarını bir nebze de olsa unutmayı başarır. Ama o dehşetin ve bulantının yöneldiği beden -yaratıcısı da dahil olmak üzere hiç kimsenin hiçbir hakkını tanımadığı, tam da Giorgio Agamben'in 'homo sacer'ına (kutsal insan) denk düşen o beden, yaratık- o anı hiç unutmaz ve bir müddet sonra yaratıcısıyla hesaplaşmaya gelir. Kendisine tam manasıyla verilmeyen hayatın öcünü Dr. Frankenstein'ın kardeşini öldürerek alır ve bu cinayet sonucu Dr. Frankenstein kaçtığı yaratıkla yüzleşmek zorunda kalır. Yaratık, kendisine hâlâ iğrenerek bakan 'sahibine', aralarındaki bağın sadece birisinin ölümüyle sona erebilecek bir bağ olduğunu söyler. "Yaşam" der, "şimdiye kadar bana sadece korku ve acı getirmiş olsa da, her canlı için olduğu gibi benim için de tatlı bir şey. Senin yaratığın olarak Adem'in olmalıydım ama Şeytan'ın oldum." Sonra da yaratıcısı tarafından terk edildiği o altı sene içinde insanların ona nasıl bir insan olmayı öğrettiklerini anlatır.
Yaratık yaşama uyandığında, giydiği ilk 'hırka' sahibinin hırkasıdır. Ormana gider, ışığı, karanlığı, gündüz ve geceyi öğrenir. Yaratığın hikâyesi ilk insanınkine ve kullandığı dil de İncil'inkine çok benzemektedir. Yaratık ateşi bile tek başına keşfetmek zorunda kalır. Yaratıcısı yaratığa sadece tek bir şey öğretmişe benzemektedir: korkunç görünümlü, insanların nefret edeceği bir fiziğe sahip olduğu. Yaratıcısının dehşeti kafasına kazınan yaratık, insanlarla iletişime geçmeye korkar ve bir evin ahırına sığındığında onlara görünmez bir peri gibi, 'belki bir gün kendimi görünümümün korkunçluğuna rağmen onlara gösteririm' umuduyla yardım etmeye başlar. Ahırdan eve açılmış bir duvar deliğinden ev halkını gözlemlediğinde evde yaşayan kadın, erkek ve yaşlı adamın arasındaki beden dilinden anladığı ilk şey aralarındaki kuvvetli sevgidir. Bu diğer insanlarda algıladığı his, yaratıcısıyla arasında olmasını istediği bir bağdır ama tek hatırladığı Dr. Frankenstein'ın nefretidir. Daha sonra eve ikinci bir kadın geldiğinde -kaderin cilvesine bakın- onun da ailenin dilini konuşamadığını görür. Gelen yeni kadın erkeğin yabancı eşidir ve aile ona dillerini -Almanca olsa gerek- öğretir, böylelikle yaratık da 'yan sınıf'ta insan dilini öğrenmiş olur. Kadın ve erkek arasında olabilecek derin sevgi ve bağlılığı da bu genç çiftten öğrenir. Yaratığın fark ettiği başka bir şey de yaşlı adamın kör oluşudur. Bu yüzden kendini 'göstermeye' karar verdiğinde ilk yaklaştığı insan o olur. Bir an insanın doğasına fazla güvenen okuyucu, bu kendilerine yardımcı olan figüre alışacaklarına, ısınacaklarına inanmak ister, ama elbette ev ahalisi yaratığı babalarıyla hasbihâl ederken bulduklarında onu çığlıklarla kapı dışarı ederler. Bu yaratık için bir ders olmuştur: İnsanlar ona dost olmayacaktır. Aylarca delikten gözlemlediği ve özlediği o muhabbete sahip olmak istiyorsa bu ancak kendisine benzer bir yaratığın var edilmesiyle mümkün olacaktır. Bedenler, ancak kendilerini kendilerine benzer bir aynada gördüklerinde bir manaya sahip olabilirler. İşte bu yüzden yaratıcısının izini bulup ondan kendisine bir eş yaratmasını isteyecektir. Yaratıcısına giden yolda, yaranmaya çalıştığı insanlardan sadece kötülük görür.
Ailesinden geri kalanların ve arkadaşlarının salahı kadar -yaratık intikam hırsıyla ilk kurbanını almış ve Victor'un kardeşini öldürmüştür- yarattığı canlıya duyduğu mesuliyet hissinden dolayı Dr. Frankenstein, insanlara uzak bir yerde yaşamaları şartıyla yaratığa bir eş yapmayı kabul eder. Bu seferki yaratığı daha ileri tekniklerin bulunduğunu düşündüğü Britanya adasında yapmaya karar verir. Oxford'da gerekli bilgi ve malzemeyi edindikten sonra İskoçya'ya geçer. İskoçya'nın sisli puslu havası görünmek istemeyen bir doktor ve görülmesini istemediği deneyi için çok uygundur. İkinci ve bu sefer dişi olan yaratığı bitirip sıra canlandırmaya geldiğinde ise doktorumuz bedenlerin otonomluğuna dair bir sorgulamaya girer. İncil'deki hikâyede Havva sonradan, Adem'in kaburga kemiğinden yapılmıştır ve can verildiğinde onunla birlikte hareket etmesi gayet doğaldır. Fakat ilkiyle alakası olmayan materyallerle yapılmış bu ikinci beden, kadın, hiçbir bağa sahip olmadığı birinci erkek yaratığın vermiş olduğu insanlara zarar vermeme sözünü tutmak ihtiyacı ya da zorunluluğu hissedecek midir? Shelley burada elbette özellikle evlendikten sonra tüm karar ve mülk hakkını kaybeden Viktoryen kadınların durumuna bir gönderme yapmaktadır. (Burada Mary Shelley'nin annesinin Kadınların Haklarının Savunması (1792) kitabını yazan Mary Wollstonecraft olduğunu hatırlamakta fayda var.) Dr. Frankenstein, olmaya soyunduğu gibi adaletli bir tanrı olmaya çalışır ve yarattığı şeyin kendi kararlarını verme ihtimalini görür. Hem, üstün bir güç kalplerine sevgi yerleştirmedikten sonra bu iki yaratığın birbirlerini seveceklerinin garantisi nedir? Dişi olan belki de yaratığın çirkinliğine dayanamayacak, ondan nefret edecek ve kaçacaktır. Bu da yaratığı daha da çileden çıkartıp, daha da intikam dolu bir ölüm makinesine dönüştürmeyecek midir? İşte bu yüzden, yarattığına, yaratma gücünün iyicilliğine güvenemediği için, insanlığın başına böyle bir tehlikeyi tasallut etmemeye karar verip son anda tüm uğraşını heba ederek yaptığı yeni vücudu paramparça eder. Bilginin hikmetsiz bir şekilde kullanılması elbette fesat ve hüsranla bitecektir.
Müstakbel eşine yapılan şeyin bir çeşit kürtaj olduğunu düşünen yaratık, kitabın sonunda yine de bu kelimeyi ümitle beklemiş olduğu yoldaşı için değil kendi için kullanır. Dr. Frankenstein kutuplarda, gemide ölür ve aslında avlanan değil avlayan, takip eden olan yaratık da ortaya çıkıp gemicilere, bize, hikâyesini anlatır. "Ben", diye bitirir "mutsuz, terk edilmiş, kürtaj edilmiş bir yaratığım. Bana yapılan haksızlıklar aklıma geldikçe nefretim daha da çok artıyor." Ama yine de intihar etme sözüyle gemiyi terk eder. Köylü, kentli, çocuk, yetişkin her kim yaratığı gördüyse görüntüsünden dolayı korkmuş, yaratığın içindeki iyiliğe bir şans vermeden ona kötü damgasını vurmuştur. Yaratık da kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet gibi sonunda suizanların öngördüğü bir canlı olmuştur. Yaratığın cezası yalnız yaşayıp yalnız ölmekken, Dr. Frankenstein'ın cezası da, kurgusal dünyadan gerçek dünyaya taşan bir şekilde, bağlarını inkâr etmek istediği halde yarattığı şeye ismini vermek olur.