Cenaze Namazındaki Üniformalı
14 yıl 7 ay boyunca görev yaptığı TSK'dan, emekliliğine birkaç ay kala 'disiplinsizlik' gerekçesiyle ihraç edilen İskender Pala, İki Darbe Arasında adlı kitabında bu 15 yılın ve ordudan ihraç edildikten sonrasının hikâyesini anlatıyor. 12 Eylül'ün hemen ardından başlayıp 28 Şubat sürecindeki YAŞ kararlarıyla son bulan Deniz Kuvvetleri'ndeki görevinin ilk günlerinden son günlerine kadar başından geçenleri, neredeyse her yıl tayin edilişini, ordudaki irtica paranoyasını ve bu paranoyanın hayatını nasıl yaşanmaz hale getirdiğini yazan Pala, eşinin başörtülü olmasından ve namaz kıldığının bilinmesinden dolayı başına gelenleri "Çok şükür ki mazlum oldum, zulmeden olmadım" diye yorumluyor.
İskender Pala, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra akademisyen olmak için asistanlık sınavlarına girer fakat bölüm başkanının "Sen benim şöhretimi silersin" diyerek kendisine engel olması üzerine Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na başvurur ve Öğretmen Teğmen olarak Heybeliada'daki Deniz Lisesi'nde göreve başlar. Pala'nın yıllar sonra "Askerliğin benim ruhuma uymayan bir meslek olduğunu bilseydim, asla üniforma giymeyi istemezdim. Şiire, güle, bülbüle alışkın ruhum askerî komut ve selama, postala, makineli tüfeğe alışmakta zorlanacaktı" diyeceği 15 yıllık hikâye böylece başlamış olur.
Askerliğin ilk günlerinde, üniformasını giyerek eşiyle birlikte çektirdikleri fotoğrafta, uzun saçlarını ve bıyıklarını kestirdiği için kendisini yabancı gibi hisseder. Fotoğrafta kendisine gülmemek için dilini ısıran biri gibi çıktığını söyleyen Pala, 15 yıl boyunca yaşayacağı sıkıntılardan habersizdir. "Bu resimdeki asıl gariplik benim suratıma yansıyan komik bakıştan öte bir üniforma ile bir pardösünün, bir şapka ile bir eşarbın yan yana ve el ele durmasından kaynaklanıyordu. Bunu yıllar sonra acı biçimde anlayacaktık."
"İnsanların kişisel egemenlik ve hâkimiyet hislerini nasıl askerî disiplin gibi göstermeye çalıştıklarını görmeye, tanımaya ve yaşamaya başlamıştım." diyen Pala, ilk birkaç hafta içinde asker olmaktan vazgeçer ve istifa etmek ister. Fakat 15 yıllık zorunlu hizmeti boyunca istifa edemeyeceği söylenir kendisine. Bir yandan doktora da yapmaya başlayan Pala, düşük rütbesine rağmen mesleğinin ilk yıllarında başarısıyla ve bilgisiyle öne çıkar. Kişisel kıskançlıklar, statü savaşları, ideolojik kamplaşmalar, çok sevdiği öğretmenlik vazifesini yapmasına engel olmaz. Ancak çevresinde olup bitenler, onun başarısına, bilgisine değil inancına göre şekillenmektedir. Başörtülü eşi lojmanlarda dikkat çekmektedir ve teftişler başlar. "Saklayacak bir şeyimiz yoktu ve bu ülkeye bizden zarar gelmezdi. Milli ve manevi değerlerimize pek çok insandan daha çok bağlıydık ve mesela bayrağımızı, vatanımızı; bizi gizlice teftiş edenlerden daha fazla seviyorduk." Bir gün namaz kılarken bir arkadaşına suçüstü (!) yakalanınca insanların kendisine bakışları ve tavırları değişir. Sonra sürgün gibi tayinler başlar. Öğretmenlik yapması engellenir. Bu tayinlere karşı mücadele eder ve mahkeme kararlarıyla haklı bulunur. Fakat tayinler devam eder. Gittiği her yere, adı kendisinden önce gitmektedir. 28 Şubat'a doğru gidilen yıllarda, baskılar ve takipler artmaya başlar.
Son görev yeri olan Beşiktaş'taki Deniz Müzesi'ndeyken, PKK terörünün tırmanışa geçmesi nedeniyle İstanbul'a sık sık şehit cenazesi gelmekte ve İskender Pala mecburi olarak sürekli Levent Camii'nde cenaze namazlarına katılmaktadır. Şehit cenazelerine katılmak zorunlu olmasına rağmen, cenaze namazını kılmak neredeyse yasak gibidir. "Ben eskiden beri kenarda beklemek yerine şehitlerin cenaze namazını kılmak üzere cemaate katılır ve bunun hem askerlik mesleğim, hem de vatandaş olmam hasebiyle boynuma borç olduğunu düşünürdüm." diyen Pala, cami avlusundaki yüzlerce üniformalı insandan hiçbirisinin cenaze namazına iştirak etmemesinin şehit ailelerini inciteceğini düşünerek yine bir cenaze namazında cemaate katılır. "Ben yine her zamanki gibi aziz şehidimizin namazı için saf tuttum ve cenaze namazı kıldım. Meğer ne büyük bir gaf yapmışım(!). Bahçede biriken yüzlerce üniformalı çehrenin bana çevrildiğini gördüğümde anladım bunu. Hepsinin gözünde 'Sen bittin!..' ifadesi taşıyan ateşli bakışlar vardı."
Cenaze töreninin ardından, Pala'nın üzerindeki baskı artmaya başlar. "Ben cenaze namazı kılarken bizi seyredenler arasındaki ilgililer tarafından hakkımdaki karar verilmiş olmalıydı." Deniz Müzesi'nde birçok araştırma ve kitap çalışması yapan İskender Pala, imza attığı onlarca esere ve üstün gayretlerle geçirdiği çalışma hayatına rağmen kendisi için çok daha zor günlerin yaklaştığını hisseder. "Yaklaşmakta olan yaklaşmış; olacak olan olmaya durmuş; âdeta süreç başlamıştı." Emekliliğine birkaç ay kala, hiçbir zaman sevemediği üniformalı hayatına biraz daha devam edebilmeyi ister. "Hiç leke sürmediğim ve sürdürmediğim üniformam son anda lekelenmesin istiyordum. Daha doğrusu bu şerefli meslekten şerefsizmiş gibi ayrılmak istemiyordum." Fakat dileği gerçekleşmez ve Yüksek Askeri Şura kararıyla ordudan ihraç edilir. Pala için sıkıntılı günler devam edecektir. Maddi sıkıntılar, dostların yüz çevirmesi, iş bulamama, en yakınlarının bile kendisine bir suçlu gibi davranması... Yıllarca üniformalı yaşamda karşılaştıkları acılar, sivil dünyada da Pala'nın ve ailesinin hayatını etkilemeyi sürdürür.
İskender Pala'nın, daha pek çok ayrıntıya ve hikâyeye yer verdiği, başörtülü eşiyle birlikte kovuldukları askeri tesisten ayrılırken yaşadığı utanç ve hüznü, çocuklarının yaşadığı travmaları, psikolojik olarak yıpratıldıkları yüzlerce olayı anlattığı İki Darbe Arasında, 28 Şubat sürecini anlamak adına mutlaka okunması gereken bir eser.