'Arap Talihsizliği'nin sonu mu?
Kassir, Arap talihsizliğinin aslında bir özgüven kaybı olduğunu şöyle ifade ediyor: "Arap talihsizliğinin basitçe süregiden az gelişmişlikten daha ağır basan bir tarafı var ve bu talihsizlik toplumsal sınıflara, hatta eğitimsizliğe bağlı değildir. Arap talihsizliğinin ayırt edici yönü; kendisini istatistiklerden ziyade, algılar ve Arapların hiçbir geleceği, durumlarını düzeltecek hiçbir yolu olmadığına dair çok yaygın ve derine işlemiş histen başlamak üzere, hissiyat düzeyinde dışa vurmasıdır."
Kendisini "seküler, kültürel olarak özbenliğinden uzaklaşmış, hatta Batılılaşmış" olarak tanımlasa da, Samir Kassir her şeyden önce Arap dünyasını 'yerli' bir bakışla inceleyen ve yerli çözümler arayan bir entelektüel. Bölgedeki cihatçı gruplara, yabancı tahakkümüne karşı çıkarken demokratikleşmeye de karşı çıktıkları gerekçesiyle mesafeli duruyor. Kassir'in Arap toplumlarında gerçekleşmesini arzuladığı şeyler kısaca; ekonomik kalkınma, teknolojik ilerleme, sınıflar arası her tür eşitsizliğin giderilmesi ve demokratikleşmedir. Farklı düşüncelerin, gruplaşmaların, Arapları bu asıl gayeden uzaklaştırmaması gerektiğini söylüyor. Modernleşmeyi desteklerken, dinî değerlere değil, 'geleneğin tahakkümünün toplumsal değişimi boğmasına' karşı çıkıyor.
Arap halkına bir güçsüzlük musallat olduğunu söyleyen Kassir, bu durumu şöyle açıklıyor: "Arap halkına bir güçsüzlük hissi musallat olmuştur; kalıcı bir şekilde iltihaplı bu güçsüzlük, talihsizliklerinin alametidir. Olmanız gerektiğini düşündüğünüz kişi olamama güçsüzlüğü. Var olma hakkınızı reddeden, sizi hakir gören ve bir kez daha üzerinizdeki tahakkümünü yeni baştan kuran 'öteki'nin karşısında, varlığınızı, sadece kuramsal olarak bile ileri sürememe güçsüzlüğü. Oyun arka bahçenizde oynanıyor olduğunda bile küresel satranç tahtasında sıradan bir piyondan daha fazlası olmadığınız hissini bastıramama güçsüzlüğü."
Arap güçsüzlüğünün, İsrail ve ABD'nin bölgedeki saldırılarıyla pekiştirildiğini, şehirlerin adeta şova dönüşen bir şekilde bombalanmasının bu güçsüzlük hâlini bir çaresizliğe dönüştürdüğünü söylüyor. Arapların bugün dünya ve kendilerinin dünya üzerindeki yerlerine dair algılarını İsrail üstünlüğünün belirlediğini söyleyen Kassir, bu üstünlüğün nihai ifadesinin 1982 yazındaki Beyrut kuşatması olduğunu anlatıyor: "Şehri, Filistinli savaşçılar tarafından korunan Beyrut'un sinagogunu vurarak, uçaklarını rutin akrobatik uçuşlara göndererek, üstündeki her şeyi tahrip etmek üzere bombaladılar. Başka bir çağın taktiği ile tüm şehir topyekûn ablukaya maruz kaldı ve yiyecek ile sudan mahrum bırakıldı. Dünyada hiç kimse, ne Arap kitleleri ne petrol diplomatları bu aşağılamayı durdurabilirlerdi."
Arap dünyasının, Batı'nın yeryüzünde daimi olarak efendiymişçesine davranmasını eleştiren yazar; "Bazı insanlar Arap talihsizliği yüzünden umutsuzluğa sürükleniyor. İnanıyorlar ki Araplar öylesine adamakıllı sıkışmışlardır ki asla özgürleşemeyecekler ve buna inanarak sadece açmazı daha beter hale getiriyorlar" diyerek Arap halkının özgürlük mücadelesi verebilmesi için önce buna inanması gerektiğini vurguluyor.
Kassir'in kitap boyunca altını çizdiği, sosyolojik ve psikolojik nedenlerini araştırdığı mesele; Arap dünyasının özgüveninin yıkılışı ve içinde bulundukları güçsüzlükten kurtulamayacaklarına inandırılmış olmaları şeklinde özetlenebilir. İsrail üstünlüğünün, Batılı güçlerin teknolojik üstünlükleriyle bölgeyi tahakküm altına alışlarının Arap toplumunun zihninde kalıcı bir çaresizlik hissi doğurduğunu anlatan Kassir, İsrail'in gücünün ve meşruiyetinin yüksek sesle sorgulandığı, Arap halklarının özgürlük mücadelesi verdiği bugünleri görmüş olsaydı, sonunda bu talihsizliğin yenildiğini söyleyebilirdi belki. Kassir'in kitabın sonunda vurguladığı gibi: "Talihsizliklerinin üstesinden geleceklerse, Arapların bunu kendi başlarına yapmak haricinde bir seçenekleri yoktur."