"Bir adamda hem cüret, hem şeytanlık nadiren birleşir; bazılarında yalnız cesaret, bazılarında da yalnız zekâ vardır. Cingöz her ikisini de birleştirmiştir." - Sherlock Holmes
Modernleşme sürecinin en önemli göstergelerinden biri olan romanın Osmanlı'ya ulaşmasındaki en ilginç ayrıntı, polisiyeyi de beraberinde getirmiş olmasıdır. Batı'da polisiye edebiyatın ortaya çıkışı romanın ortaya çıkışıyla eş zamanlı olmadığı halde, Osmanlı bu süreci geçirmeden polisiyeyle tanışır. Bu nedenle ilk Türkçe romanların önemli bir kısmı polisiye türünde kaleme alınmıştır. Edgar Allen Poe'nun 1841 yılında yazdığı Morgue Sokağı Cinayeti, dünyada polisiye edebiyatın ilk örneği olarak kabul edilir. Türk edebiyatında ilk polisiye roman ise, aynı zamanda ilk Türk romancısı kabul edilen Ahmet Midhat Efendi'nin Esrâr-ı Cinayat (1884) adlı eseridir. 1800'lerin sonundan itibaren polisiye türünde hem çok sayıda çeviri hem de telif eser okurla buluşmuş, Osmanlı halkı polisiye hikâyelere özel bir ilgi göstermiştir. En ünlü polisiye tutkunu ise II. Abdülhamid'dir. Sarayda oluşturduğu çeviri bürosunda polisiye roman ve hikâyeleri Osmanlıcaya çevirttiren Sultan Abdülhamid en çok Sherlock Holmes hikâyelerini beğenir. Türk okuru ilk Sherlock Holmes öyküsünü 1908 yılında okurken, Abdülhamid bu tarihten çok önce ünlü dedektifin maceralarını takip etmeye başlamıştır. Hatta Sultan Abdülhamid'in Sherlock Holmes takipçisi olduğunu öğrenen serinin yazarı Conan Doyle, 1907 yılında karısıyla birlikte padişahla görüşmek için İstanbul'a gelir. Abdülhamid'in fahri yaveri, anılarında padişahla Doyle'un görüştüklerini söylerken, Conan Doyle kendi anılarında padişah tarafından kabul edilmeyi arzuladığı halde Ramazan ayı olduğu için bu kabulün gerçekleşmediğini yazar. Böylece Abdülhamid ve Doyle arasındaki bu görüşme de tam polisiye romanlık bir muammaya dönüşmüştür.
Osmanlı-Türk polisiyesi suçlunun karakteri ve hikâyelerin teması bakımından dört döneme ayrılır. 1884'ten II. Meşrutiyet'e (1908) kadar süren ilk dönemde suçlular kader kurbanıdır. Bu dönem hikâyelerinde, türün Batı'daki örneklerinin aksine aşk teması ağır basar, genellikle aşk yüzünden işlenen cinayetler anlatılır. II. Abdülhamid'in tahttan indirilişinin ardından, kader kurbanı suçlu birdenbire adalet arayıcı hırsıza dönüşmüştür. Hikâyedeki karizmatik hırsız toplumsal düzenin adil bir gelir dağılımına sahip olmadığına vurgu yapar. Batı'da yazılan polisiyelerin aksine suçlu sadece birey olmakla kalmaz aynı zamanda bir kahramana dönüşür. Bu hikâyeler özellikle II. Abdülhamid'in tahtta olduğu dönemde geçerken, II. Meşrutiyet sonrasının Abdülhamid karşıtı propagandalarına hizmet edecek şekilde hazırlanmıştır. Tüm zamanların en ünlü polisiye roman tutkunu II. Abdülhamid, polisiye yazarları tarafından hedef tahtasına konulmuştur.
1920'lerin ortasından itibaren suçlu tekrar değişmeye başlar. Bu dönemde hırsız yine bir adalet sağlayıcısıdır ama aynı zamanda bir canidir. Suçlu tipinin giderek canileşmesi ve insanlara işkence eder hale gelmesi, toplumdaki bütünlük düşüncesinin yavaş yavaş kaybedilmesiyle bağlantılıdır. 1923'te Cumhuriyet'in ilanından sonra suçlu yine nitelik değiştirerek yeni Cumhuriyet'in savunucusu olur. İlk dönem suçlunun kimliğinde devlete ve adalet sistemine getirilen eleştiriler artık görünmez olmuş, polisiye romanlar daha çok ulusalcı düşüncelere eşlik eder hale gelmiştir. Tam bu dönemde Peyami Safa'nın Server Bedi takma adıyla kaleme aldığı Cingöz Recai karakteri ortaya çıkar. 1924'te başlayan ve sonuncusu 1959'da yayınlanan 60 kitaplık Cingöz Recai serisi, Türkiye'deki en ünlü polisiyelerden biridir. Cingöz Recai yabancı dil bilen, Robert Kolej'de okumuş, üst sınıfa mensup bir hırsızdır. Bu kibar hırsız tipi, zenginden alıp fakire veren soylu eşkıyanın kentli versiyonudur.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Peyami Safa'nın hırsız karakteri bir anlamda kimlik bunalımı yaşayarak Batı'dan intikam almak ister. Cingöz Recai, Batı'ya yenik düşmüş Osmanlı'dan artakalan Türkiye'nin üst sınıfına mensup bir hırsız olarak, Batı'nın en ünlü dedektifi Sherlock Holmes'u kendi yöntemleriyle alt edecektir. 1928 yılında, Sherlock Holmes ve yardımcısı Watson, polis müdüriyeti tarafından Cingöz'ü yakalamak için İstanbul'a davet edilir. Cingöz, "Safa geldiniz Sherlock Holmes" imzalı bir not bırakarak savaşı başlatır. Ancak bu savaşta Holmes, dünyanın en zeki dedektifi olma özelliğini kaybetmiştir. Cingöz'ün Türk olmasının getirdiği yetenekler onu Holmes'a üstün kılar. Conan Doyle'un dedektifi çok daha karmaşık olayları hızlıca çözerken, Server Bedi'nin hırsızı karşısında her seferinde başarısızlığa uğrar. Hatta Sherlock Holmes'un simgesi haline gelen pelerini, kasketi ve piposu bile Cingöz tarafından çalınır. Kıyafetleri çalındığında Holmes, yardımcısı Watson'a şöyle der: "Aziz dostum, 36 senelik meslek hayatımda ilk defa paltosuz, kasketsiz ve piposuz sokağa çıkıyorum."
Usta dedektif, zaman zaman Cingöz'ü tuzağa düşürse de her seferinde onu elinden kaçırır. Cingöz'ün kaçma konusunda iki becerisi vardır: İlki elektrikleri söndürüp hemen ortadan kaybolması, ikincisi ise Holmes'un geleceğini önceden haber alıp onu kandırmayı başarması. Bu kaçış hikâyeleri çok yaratıcı değildir. Cingöz, Holmes tarafından yakalanıp hemen fikir üretmek zorunda kaldığında, aklına ilk gelen elektrikleri söndürmek olur. Buna rağmen Sherlock Holmes, düşmanı Cingöz'ün oyunlarına hayran kalır ve yardımcısı Watson'a şöyle der: "Hilenin mükemmel olduğunu itiraf et."
Önemli bir bölümü Osmanlı'nın son dönemiyle Cumhuriyet'in ilk yıllarında yazılmış olan Osmanlı-Türk polisiye eserleri, ülkedeki siyasi dönüşümün izlerini taşıması bir yana, suçun ve suçlunun siyasi gelişmelere bağlı değişimini göstermesi bakımından da hayli ilginçtir. Kader kurbanı bir âşıkken, Osmanlı'dan sonra canileşen hırsız kahramanın bir süre sonra Batılı değerlerle yetişmiş ama Batılılaşmamış bir kibar hırsız olarak Batılıları alt etmesi, çok ciddi zekâ oyunları sergileyemese de düşmanlarını kendisine hayran bırakması, yenilmişlik duygusunu aşma çabaları olarak okunabilir.
Polisiye üzerine önemli çalışmalar yapan Seval Şahin'in Kültürel Sermaye, Kibar Hırsız ve Şehir isimli kitabında daha pek çok ayrıntı yakalanabilir. Şahin'in kitabı, Türkiye'de polisiyenin serüveni ve özellikle Cingöz Recai hikâyeleri üzerine yazılmış en önemli eserlerden biri.