Bir Afrika analizi: Ekvator Ginesi sadece bir örnek
Sakın yanlış anlamayın; benim şahsen Ekvator Ginesi Cumhuriyeti ile bir alıp veremediğim yok. Hatta bu yazı için aklımdaki konuya ilişkin araştırma yaparken Google'da karşıma çıkan tablolara bakıncaya kadar, Ekvator Ginesi Cumhuriyeti'nden söz etmek gibi bir niyetim de yoktu.
Lacivert yazı işleri, ana tema olarak Afrika konusunu işlemeye karar verdiğinde benim aklıma bu kez bilimsel bir yazı yazmak fikri gelmişti. Şöyle bir akış planı yapabilirdim: Afrika ülkelerinin ulusal gelir tablolarına bakıp bunu söz gelimi gelişmiş ülkelerin rakamları ile karşılaştırmak ve oradan hareketle bu kıta hakkında "Neden bu kadar yoksul bu insanlar?" sorusuna cevap arayan bazı genellemelerde bulunabilirdim.
Fakat tabloları döktüğümde bir de ne göreyim; Afrika'daki 54 ülkenin "Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla" (Gross Domestic Product-GDP) listesinde Ekvator Ginesi, 34 bin 865 dolar ile en başta! Bu ülke, yüzölçümü olarak Trakya kadar bir yer. Tam Ekvator kuşağı üzerinde, Gabon ile Kamerun arasında, Atlas Okyanusu'nun kenarında, 1 milyon 200 bin nüfuslu bir yer. Acayip petrol rezervi var; dolayısıyla ulusal geliri, Japonya'nın arkasında, İtalya'nın önünde!
Önünde ama İtalya'da, en ücra dağ başı köyü dâhil, her evde musluklardan içilebilecek kalitede temiz su akarken, Ekvator Ginesi'nde 1 milyon ahalinin yarısı içecek sudan yoksun. Buradan geriye doğru gidin: Halkın beşte dördü sağlık hizmetinden, bilmem ne kadarı bilmem ne hizmetinden mahrum. İç karartıcı listeleri aktarıp da sizin de içinizi karartmanın gereği yok.
Yoksa var mı? Yani acaba içimiz kararınca bazı şeyleri daha iyi anlıyor olabilir miyiz? 12 yaşından küçük her 10 çocuktan dördü okula gitmiyormuş mesela. Bu istatistiği görünce, aklımıza "Ne yapıyor bu çocuklar okula gitmediklerine göre" sorusu gelebilir mi? Bir tarım arazisi de yok ki, babalarının tarlalarında çalışıyorlar desek? Ülke ahalisinin yüzde 76'sı, yoksulluk sınırının altında yaşıyor, bırakın çift-çubuk sahibi olmayı.
Bu çocuklardan biri Teodorin Nguema Obiang (çocuk dediğime bakmayın 50 yaşında), Cumhurbaşkanı Teodoro'nun evladı. Elbette okula da gitmiş, aşılarını da olmuş. Hem de iyi okullara gitmiş olmalı ki, babacığının yanında ülkesinin cumhurbaşkanı yardımcısı olmuş. Daha önce de babası onu birçok bakanlıklarda bakan olarak çalıştırmış.
Babacığı Teodoro Obiang Nguema Mbasogo, 1979'dan beri görevde olduğuna göre, eh oğlunun artık bir baltaya sap olmasının zamanı gelmiş ki kendisini cumhurbaşkanı yardımcısı yapmış. Bu atama işlerinde geç kalmamak lazım… Malum makamlar insanlar için baki değildir; günün birinde emr-i hak vaki olabilir. O zaman zavallı yavru ne yapacak?
Lakin çok da şey etmemek lazım çünkü Teodorin evladımız pek öyle babanın ölümüyle sefalete düşecek gibi değil; çünkü yan işlerden bayağı bir geliri var gibi: Son olarak Brezilya hükümeti kendisini ve yanındaki 11 kişilik heyeti, ceplerinde 16 milyon dolar ve bavullarında 15 milyon dolarlık lüks saat ile yakaladı. "Yakaladı" da lafın gelişi; yakaladı da ne oldu? 17 bavulu ve paraları verdiler ellerine ve yolcu ettiler. Böyle bir haber elbette yanlış anlamaya çok müsait olduğu için Ekvator Ginesi Büyükelçiliği, Teodorin ve arkadaşlarının Singapur'a geziye gittiklerini, bu paraların orada lazım olacağını açıkladı. Saatler? Haa! Saatlerin üstünde Teodorin'in adının baş harfleri kazanmış olduğu, dolayısıyla hepsinin kendi kullanımında bulunduğu veya eşe-dosta hediyelik olarak yaptırıldığı açıklandı. Mesele kapandı.
Geçen yıl da İsviçre'de küçük beyin 11 lüks otomobili ortaya çıkmıştı. Bir yıl önce de Fransız polisi Teodorin'in Paris'te Avenue Foch'daki lüks apartman katına baskın yapmış; artık ne bulduysa, mahkeme arkadaşa 30 milyon avro para ve üç yıl hapis cezası vermişti. Trakya'dan küçük de olsa, yılda 15 milyar dolar (yazıyla: on beş milyar dolar) petrol ihracat geliri olan bir devletin başkanı yardımcısı olmanın yararlarından birisi de onun bunun verdiği abuk sabuk cezaları ödemek ama hapislerde çürümemek olsa gerek.
Adamcağızı bayağı karalamış gibi olduk! Yaptığı yararları işleri de objektif gazetecilik adına zikretmemiz gerekmez mi? Bay Obiang 2015'te bir samba grubuna, Brezilya Karnavalı'nda Ekvator Ginesi tema müziği olarak çalınmak üzere, 3,5 milyon dolar vermiş. Samba grubunun fotoğraflarını burada yayınlayamıyoruz müstehcen neşriyata girer korkusuyla. Ama siz arkadaşın Instagram sayfasına bakabilirsiniz!
Afrika ne demek?
Şimdi diyeceksiniz ki, "Afrika demek sadece çürüme, yolsuzluk, hırsızlık mı demek?" Elbette değil. Sadece Nelson Mandela'nın o topraklarda yaşamış olması bile Afrika için onurdur. (Her ne kadar 1992'de Türkiye'nin kendisine vermek istediği Atatürk Barış Ödülü'nün reddederek kalbimizi kırmış ise de!) Burada dikkatinize sunmak istediğimiz tamamen farklı bir araştırma konusudur. Ve dediğim gibi Ekvator Ginesi, millî gelir rakamları ile Afrika listesinin tepesine ve İtalya'nın bir altına ulaştığı için sadece örnek olarak ele alınmış bulunuyor. Dediğim gibi bu ülkeyi elbette nerededir, ne yapar bilmekle birlikte, bu kadar zengin olduğu, başkanın yardımcısı ve oğlunun saat, otomobil ve samba sanatçıları merakını hakkında zerrece fikrim yoktu. Bunları da size sadece örnek diye arz ettim.
Üzerinde durmak istediğim ve gerçekten önemli olduğuna inandığım mesele, bu durumun neden böyle olduğu ve Brezilya'da, İtalya'da, Fransa'da benzeri rezaletler, yolsuzluklar olagelmesine rağmen, neden mesela yeni doğan çocuklarının tümümün aşılanabildiği, neden mesela yüzde şu kadar işsizlik rakamlarına rağmen, bunun hiçbir zaman yüzde 40'lara varmadığı ve daha da önemlisi, yoksulluk-işsizlik-gelir dağılımında adaletsizlik gibi sosyal ve ekonomik sorunlarına rağmen bu ülkelerde 34 bin dolar ortalama millî gelir üç aşağı-beş yukarı bu rakamın etrafında bir yerlerde dağıtılırken, Ekvator Ginesi ve başka bazı ülkelerde halkın yarısının bu gelirden payının yüzde sıfır olduğudur.
Toparlayalım: Bu kadar gelire rağmen, bu kadar altın madeni, elmas madeni, petrol, muz, ananas, safari, aslan, kaplan, fil zenginliklerine rağmen, Afrika dediğimiz zaman hepimizin zihninde beliren görsel, bir deri-bir kemik annesinin olmayan göğsüne yapışmış, kocaman gözü ve kuyu gibi karanlık ağzı sineklerin işgaline uğramış, kemikleri sayılan bir çocuk oluyor. (?)
Örneği Ekvator Ginesi'nden verdik, oradan devam edelim mi?
Bu ülkenin bir millî dili yokmuş. Üç resmî dili var: İspanyolca, Fransızca ve Portekizce. Halkın yüzde 80'i Fang ve konuştukları Fangca olduğu hâlde, bu dil, resmî dil değil. Halkın yüzde 6'sı Bubi, konuştukları Bube tanınan bir dil değil. Acaba bu sefaletin, bu dengesiz durumun sebebi, ulusal bir dilleri olmaması olabilir mi?
İspanya, Portekiz ve İngiltere arasında bir onun bir ötekisinin sömürgesi olarak geçen uzun yüzyıllardan sonra, 1968 yılında bağımsızlığı tanınan bir ülke olduğu hâlde, eski sömürgeciler bu yeni ülkeye öyle bir anayasa, öyle bir eğitim sistemi bıraktılar ki, halk belirli bir noktaya kadar eğitimini-öğretimini tamamlayıp, siyasal bilinç açısından bir noktaya gelip "Bu ne biçim anayasa" diyemiyor. Diyeceksiniz ki, "Zaten her şey böyle olsun diye ayarlanmış… Bir milyon kişinin yüzde 80'inin eğitimden yararlan(a)maması zaten bu sebeple böyle…" Ama o zaman da soru şu: Siyasal bilinç illa belirli bir düzeyde eğitim ile mi sağlanır?
Belki 19 Mayıs 1919'un 100'ncü yılını henüz idrak ettiğimiz için Osmanlı örneği zihnimde çok taze, o nedenle, bu sorunun cevabını kendimizden vereceğim.
Osmanlı aklı
Osmanlı Genelkurmayı, 18 Ocak 1919'da Paris Konferansı'nda Sevr'e giden yolun açıldığını görmüştü. Osmanlı toprakları dörde bölünecek ve kurulacak bağımsız Kürdistan, Ermenistan ve Yunanistan'a verilecek olan Trakya ve Ege'den arta kalacak bölgede (artık ne kalıyorsa!) kolonyal bir sistem, Afrika'da kurulan tarzda bir sömürge yönetimi kurulacaktı. Bu kabul edilebilir miydi? Yani, Çanakkale zaferi (kayıplarımız açısından bunu Çanakkale kırımı diye okumak da mümkün), Suriye, Irak ve Libya hezimetleri sonrası, Osmanlı yeni bir savaşı göze alabilir miydi? İki fikir vardı: Halk böyle bir savaşı destekler; halk yeni bir askeri boğuşmayı desteklemez. Bu iki tezin karşısında bir de şöyle bir fikir vardı: Halk istese bile böyle bir savaşa verecek personel ve maddi kaynaklardan mahrumdur.
Şimdi aradan 100 yıl geçtikten sonra geriye dönüp bakıyoruz, halkın hem millî mücadeleyi desteklediğini hem de "yok" denilen kaynakları yeniden yarattığını görüyoruz. Elde böyle bir örnek varken, 1968 yılına gidip, Ekvator Ginesi'nin eliti arasında İngiliz, Fransız ve İspanyol olmayan Fang veya Bubi etnik gruplarına mensup subaylara, doktorlara, mühendislere, yani aydınlarına soruyoruz: İngiliz, Fransız ve İspanyolların hazırladığı anayasanın tuzak olduğunu görmediniz mi?
Osmanlı aydınları, Sevr Anlaşmasının bir tuzak olduğunu gördü. Bu anlaşmanın kabul edilmesi hâlinde ülkenin bir koloniye dönüşeceği anlaşıldı. Ekvator Ginesi aydınları için bu sorunsal, 1968 anayasasının uygulanması halinde ülkedeki koloni sisteminin başka bir kılıf altında devam edeceğini anlamaları şeklinde belirmişti. Elbette nasıl Osmanlı subayları koloni sisteminin zararlarını biliyorduysa, ondan 50 yıl sonra, Ekvator Ginesi aydınları, koloni sisteminin hangi kisve altında devam ederse etsin, ülkelerine ve halklarına değil sadece İspanya, İngiltere ve Fransa'ya yarayacağını bilebilirlerdi. Bilmeliydiler.
Sömürgecilerin, sömürge ülkelerinde bağımsızlık ilan ederken en ahlaksız, en şerefsiz yerlileri bulup, işbaşına getirdiğine inanmak, ihtimal hesapları açısından da zor bir durum olsa gerek. Ama gerçek bu: Ekvator Ginesi'nin en ahlaksız, en vicdansız insanları işbaşında. Ülkenin petrolünü, altınını, elmasını emiyorlar on yıllardır. Kocaman gözlü, kocaman ağızlı bir iskelet hâlindeki bebekler de annelerinin boş göğüslerini emiyorlar. Anneleri, babaları çalışacak iş, ekecek tarla bulamıyorlar. Ama başkanın oğlu, cebinde 15 milyon dolarla geziyor.
Uluslararası düzen, bu adamların ülkelerini sömürmelerine rıza gösteriyor; çünkü bu sömürü sayesinde o anne ve oğluna ait olması gereken petrol, altın ve elmas, öldüm fiyatına New York, Londra ve Madrid borsalarında satılabiliyor.
Dediğim gibi, Ekvator Ginesi sadece bir örnek. Niyetim bilimsel bir analiz yapmaktı ama korkarım ortaya duygusal bir hikâye çıktı. Afrika deyince duygusal olmamak mümkün mü?