Çağına aykırı bir adam: Giambattista Vico
Sokrates'in "Evlenin; ya mutlu bir erkek ya da iyi bir filozof olursunuz" sözlerindeki öğüdüne kulak veren nadir düşünürlerden biri olduğu söylenebilir Giambattista Vico için. Bir tarih ve hukuk felsefecisi olan Vico, fikirlerine döneminde pek itibar edilmediğinden olsa gerek uzun bir süre "iyi filozof" kapsamına alınmamış olabilir ancak mutluluk durumunu da tam anlamıyla kestiremiyoruz. Bununla birlikte, oldukça kültürlü bir adam olan Vico'nun sırf mutsuz bir adam olma ihtimalini bertaraf etmek için okuma yazma dahi bilmeyen Teresa Caterina Destito ile evlendiğini varsaymamız mümkün. Yine eşinden 8 çocuk sahibi oluşu onun evlilikte mutluluğu yakaladığına yorulabileceği gibi oldukça dindar bir Katolik oluşuna da bağlanabilir.
Gençliğinde kazandığı bir yarışma ile Napoli Üniversitesi'ne 100 Düka altını maaşla profesör olarak atanan ancak fakir bir adam olarak yaşlanan Vico'nun nadiren de olsa bir yerlerde konuşma yapmaya çağırıldığı zaman üç-beş kuruş kazanacağı için memnun olacak kadar ömründe değeri bilinmemiş bir filozof olduğu kesin. Fikirleri, çağdaşları tarafından yeterince dikkate alınmasa hatta kimilerince bir deli olarak görülmüş olsa da bu onun görüşlerinin sonraları ulaşacağı etkinliğe halel getirmiyor. Ancak İtalya'nın felsefe sahasındaki nadir yıldızlarından Giambatista Vico'nun düşünce dünyasındaki sıra dışılığını sağlayan hâliyle bu özellikleri değil.
1668'de Napoli'de yoksul bir kitap satıcısının oğlu olarak dünyaya gelen Vico'ya 19'uncu yüzyıl düşünürü Michelet tarafından "tarih felsefesinin babası" unvanının verileceği bu yeri kazandıran başlıca sebebi, beşeri bilimler alanında yaptığı çalışmalarla Yeniçağ Avrupa düşüncesine alternatif bir anlatı sunmayı başarmış olmasıyla açıklayabiliriz. Bu sıra dışı felsefecinin temel farkını anlama noktasında ona ait olan şu satırlar önemli bir fikir verebilir: "İnsan toplumları kesinkes insanlarca yaratılmıştır ve bu nedenle onun ilkeleri bizim insan aklımızın değişik yönleri içinde aranmalıdır. Bu konuda kafa yoran herkes, filozofların bütün enerjilerini, Tanrı tarafından yaratıldığı için en iyi şekilde yalnız O'nun bileceği doğa âleminin incelenmesine yöneltmiş olmalarına ve insanlar tarafından oluşturulduğu için ancak onların bileceği toplumsal âlemi yahut uluslar âlemini incelemeyi ihmal etmiş olmalarına şaşırmaktan kendini alıkoyamaz." 18'inci yüzyılın ilk yarısında kaleme aldığı ve Yeni Bilim adıyla da bilinen Ulusların Genel Doğaları Üzerine Yeni Bir Bilimin İlkeleri kitabında serdettiği bu görüşlerle yeni felsefe-bilim dünyasında bir çığır açan Vico'nun özgünlüğünü, dehasını ve söz konusu eserinin düşünce tarihindeki önemini daha iyi anlamak için öncelikle döneminin hâkim düşünce atmosferinin temel dinamiklerine göz atmak faydalı olabilir.
Aklın kıskacındaki insan
18'inci yüzyıl Avrupa'sında hâkim olan felsefi ve bilimsel anlayış esasen; 17'inci yüzyılda Descartes'in salt rasyonalizme dayandırdığı ve katı bir ruh-beden ikiliği üzerine inşa ettiği Kartezyen felsefeden ve Francis Bacon'un bilimsel deneyciliğinden ibaretti. Radikal bir rasyonalizm savunuculuğunun yapıldığı bu dönemde insanın değişmez bir doğaya sahip olduğu iddia ediliyor ve insan; sabit, statik ve matematiksel kalıplar arasına sıkıştırılarak tanımlanıyordu. Bütün alanlarda yegâne otorite olarak ilan edilmiş olan aklın belirleyici konumu iyice katmerleniyor; duygu, inanç, muhayyile gibi insana dair diğer önemli hasletler ise bir şekilde rafa kaldırılıyordu.
Ancak 19'uncu yüzyıla gelindiğinde akılcılığın bu sert hegemonyası, kısmen de olsa sarsılmaya başladı. Sarsıntının sebebi ise, 19'uncu yüzyılda şekillenmeye başlanan iki düşünce ekolüyle alakalıydı: Romantikler ve idealistler. Romantikler; aydınlanmanın kuru akılcılığının ve bilimciliğinin karşısına muhayyileyi, iradeyi, duyguyu, sanatsal yaratıcılığı koymuşlardı. İdealistler ise romantiklere göre daha mutedil tepkiler geliştirerek akla, doğaya, tabiata ve tarihe daha idealist bir zeminde bakılması gerektiğini savunuyorlardı. Aydınlanmaya karşı gelişen bu akımlarının işaret fişeğini ateşleyen isimlerden biri de, Ahmet Cevizci'nin J.J. Rousseau ile birlikte romantiklerin kurucu isimlerinden biri olarak nitelendirdiği Giambattista Vico'dan başkası değildi.
Kitabı için yüzüğünü rehin verdi
Kartezyencilerin kesinlik anlayışına karşı çıkan Vico, kesin bilgiye ancak insanın tarihsel süreçte gerçekleştirdiği eylem ve faaliyetlerinin incelenmesi sonucunda ulaşılabileceğini savunarak hem kitabına neden "Yeni Bilim" adını verdiğini hem de eserinin temel amacının ne olduğunu açıklamış oluyordu aslında. Kartezyencilerin doğada olan her şeyi matematiksel bir kesinlikle açıklama temayülüne karşı Vico, düşüncesinin temeline insani eylemleri koyuyor ve anlama/yorumlama usulüne yaslanan yepyeni bir bilimin kapısını aralıyordu.
Vico'nun şekillendirmeye çalıştığı bu yeni bilim; içerisinde dil, din, gelenek, hukuk, mitoloji, sanat ve felsefenin de olduğu, merkezinde ise tarih ve kültürün bulunduğu bir disiplindi. Çağının doğa bilimleri metodolojisinin karşısına tarih ve toplum bilimlerine dair bir metodoloji koymaya çalışan Vico, tabiata yönelerek kesin bilgiyi elde edebileceklerini düşünen çağdaşlarının aksine bu bilginin kısmi bir bilgi olacağını düşünüyordu. Vico'ya göre tabiat, Tanrı tarafından yaratıldığı için onun kesin bilgisine sadece Tanrı vakıf olabilirdi. Kültürün ve tarihin oluşturucusu ise insandı. Vico'ya göre insanın, tarihsel ve kültürel sahada oluşturduğu her şey, Tanrı'nın ona sağladığı bir lütuf sayesinde mümkün oluyordu. Bu yüzden insanoğlu kesin bilgiye ancak tarihe yönelerek ulaşabilirdi. Zira ona göre bir şeyi kesin olarak anlayabilmenin yolu, o şeyi doğru olarak bilmekten ziyade o şeyin bilen özne tarafından yapılmış olmasından geçiyordu.
Görüldüğü üzere Vico, çağının egemen tezlerini ters yüz eden bir düşünce evreniyle çağdaşlarının karşısına çıkıyordu. Ama bu o kadar kolay olmadığı gibi Vico'ya "Hoş geldin, buyur" diyen de çıkmadı haliyle. Batı'da sosyal bilimlerin bağımsız disiplinler olarak ortaya çıkmasını sağlayan kitabını bastırması bile büyük sıkıntı oldu kendisi için. Oldukça yoksul biri olan Vico, kitabını yayınlatabilmek için yayınevine tek kıymetli malvarlığı olan yüzüğünü rehin bırakmak zorunda kaldı.
Çoğu asilzade ya da avantajlı ailelerin çocukları olan çağdaşı düşünürlerin aksine Vico hayatının büyük kısmını maddi sıkıntılarla geçirdi. Ve onların aksine düzenli bir eğitim de alamamıştı. Her şeyden önce bu yedi yaşında geçirdiği ağır bir kaza nedeniyle oldu. O yaşta kafası kırılan Vico hayatta kalmayı başardı ancak bu kaza onda ağır bir travmaya sebep oldu.
Yaşadığı bu acı olayın etkisiyle ömrünce içe kapanık bir tip olarak yaşamak zorunda kaldı. Bu travma onun düzenli eğitim almasını da engelledi. Vico adına bir yoksunluk olan bu durumun düşünce adına büyük bir talih olduğunu söyleyebiliriz. Zira bu sebeple düzenli eğitim alamayan genç Vico, bir kitap satıcısı olan babasının kitaplarıyla haşır neşir olarak kendisini formel olmayan bir şekilde yani, otodidakt olarak yetiştirdi. Akademik eğitimden mahrum kalması sayesinde ise akademiye daima hâkim olan düşünsel hegemonyanın dışına çıkmayı başararak kendisinden hayli sonra anlaşılsa bile yepyeni bir perspektif getirmesini bildi.
İnsan her nerede ve ne zaman cehalete düşse kendini her şeyin ölçüsü yapar. Hatanın kaynağı budur.
Tarihin sonsuz tekerrürü
Prof. Dr. Ayhan Bıçak Tarih Felsefesinin Oluşumu adlı kitabında, Vico'nun kendisine kadar olan tarih düşüncesini eleştirel bir tarzda inceleyerek tarihe adeta yeni bir anlayış getirdiğini söylüyor. Vico'nun tarihe, haleflerinden ve çağdaşlarından oldukça farklı bir gözle baktığı, tarihi kendine has bir perspektifle değerlendirmeye tabi tuttuğu muhakkak. Her ne kadar tarihe, kültüre ve topluma dair düşüncelerinin ilk örneklerini-belki daha da fazlasını- İbn Haldun'un Mukaddime adlı dev eserinde görsek de, Vico'nun Batı dünyasında ortaya çıkmış ilk ve en özgün sosyal bilim kuramcısı olduğunu söyleyebiliriz.
Çağdaşlarının doğrusal, ilerlemeci, açıklayıcı tarih anlayışının aksine Vico, tarihin döngüsel bir şekilde seyrettiğini düşünüyor ve tarihe anlayıcı, yorumlayıcı bir gözle yaklaşılması gerektiğini savunuyordu. Modernistlerin insanı sadece rasyonellikle tanımladığı indirgemeci yaklaşımlarına itiraz eden Vico, tarihsel süreçlerin hangi merhalelerden geçtiğini anlamak için insan ruhunu irade, duygu ve düşünce bütünselliğinde incelemek gerektiğini düşünüyordu. Vico'nun bu yaklaşımının oldukça önemli olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Zira bu sayede hem insanın çoklu değişkenlere bağlı olarak ele alınmasının önünü açıyor hem de felsefe ve filolojinin yanı sıra kendi döneminde pek önemsenmeyen hatta hor görülen mitoloji, gelenek, din gibi sahaları işin içine yeniden katarak yeni bir sosyal bilimler disiplinin oluşmasına ön ayak oluyordu.
Kendi tarih anlayışına dair ısrarla üzerinde durduğu iki temel noktası vardı Vico'nun. Bütün toplumlar aynı çağlardan ve aşamalardan süreklilik/sonsuzluk arz edecek bir şekilde geçiyordu ona göre. Vurguladığı ikinci önemli nokta ise tarihin gelişme/ çökme yahut büyüme/çürüme döngüsüyle sonuçlanan, birbiriyle bağlantılı çağlarla aşamalı bir şekilde ilerlemesiydi. Vico, aşamalı bir şekilde deveran ettiğini düşündüğü çağların tasnifini ise şu şekilde yapmıştı:
a. İlahi, efsanevi olanın egemenliğinde şekillenen ve yönetim biçiminin teokrasi olan tanrısal çağ.
b. Toplumun soylular-halk şeklinde bölünmeye başladığı ve yönetim biçiminin aristokrasi yahut monarşi olduğu kahramanlar çağı.
c. İnsanların eşit haklara sahip olduğunun savunulduğu, bireyciliğin-bireyselliğin egemenliğini tesis ettiği ve yönetim biçiminin demokrasi olduğu insan çağı.
Toplumların tarih içerisinde bu üç devri sürekli olarak yaşadığını söyleyen Vico, söz konusu durumu "ideal sonsuz tarih" olarak kavramlaştırdı. Söz konusu devirlerin hiçbirinin diğerinden üstün olmadığını ve her devrin kendi şartları içinde değerlendirilmesi gerektiğini savunarak kendini yine farklı bir konuma yerleştirmeyi başardı. Vico, her devrin kendi şartları içinde yorumlanması gerektiğini söyleyerek hem bugün bizim "tarih bilinci" olarak tanımladığımız şeyi hem de günümüz tarih metodolojisinin nirengi noktalarından birini teşkil eden anakronizmi ilk kez haber vermiş oldu.
Kartezyencilerin her şeyi matematiksel bir kesinlikle açıklama temayülüne karşı Vico, düşüncesinin temeline insanı eylemleri koyarak yepyeni bir bilimin kapısını aralıyordu.
Ölümünden çok sonra anlaşıldı
Tarihe çağdaşları gibi pragmatik sebeplerle yaklaşmayan ve doğa bilimleri metodolojisinin karşısına yeni bir tarih ve toplum metodolojisinin Tarihe çağdaşları gibi pragmatik sebeplerle yaklaşmayan ve doğa bilimleri metodolojisinin karşısına yeni bir tarih ve toplum metodolojisinin koyulabileceğini gösteren Vico, fikirleriyle Yeniçağ tarih felsefesinin ilk taslağını ortaya atmayı başardı. Çalışmalarında merkeze her ne kadar tarihi oturtmuşsa da aslında onun sosyal bilimlerin hemen her alanına dair bir şeyler söylediğini ve sosyal bilimlerde derin izler bıraktığını biliyoruz.
Sosyoloji, kültür antropolojisi, hukuk, dilbilim, halkbilim, sosyal psikoloji, fenomenoloji gibi pek çok alanla ilgilenen ve kült eseri Yeni Bilim'de bu disiplinlere de fazlasıyla yer veren Vico, gelecek kuşakların özelde tarih genelde ise sosyal bilimlere farklı bir metodolojiyle yaklaşma imkânının yolunu açtı. Düşünceleriyle yaşadığı çağın hâkim düşünsel ruhuna meydan okuyan ve yaşadığı dönemde Napoli'deki küçük bir çevre dışında pek ciddiye alınmayan Vico'nun esas tanınırlığı ölümünden yaklaşık 50 yıl sonra eserinin başka dillere çevrilmesiyle oldu. Özellikle Alman idealizmi çerçevesinde şekillenen Alman Tarihselci Okulu üzerinde ciddi etkiler yaratan Vico; Herder'den Hegel'e, Dilthey'den Sorel'e, Comte'dan Pareto'ya pek çok düşünürün dikkatini çekmeyi başarmıştı. Marks, Troçki, Sorokin gibi isimler dahi kendi eserlerinde Vico'yu kritik etmeyi ihmal etmediler.